İslam Emirliği tarafından yayına verilen bu fotoğrafta bir savaşçının elinde Fransız yapımı Famas silahı görülüyor. Oysa Fransa bu organizasyonla olan ilişkisini inkâr etmişti. Fransa’nın, elinde bulunan mühimmatın üçte ikisiyle birlikte, El-Nusra Cephesini (yani Suriye El-Kaidesi) ortadan kaldırma talimatıyla Özgür Suriye Ordusunu silahlandırdığı bir gerçek. Bu durum Suriye yönetimi tarafından Mirleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine sunduğu bir belgeyle teyit edilmişti. Bu aşamadan sonra El-Nusra Cephesine bağlı birçok birim silahlarıyla bitlikte İslam Emirliğin organizasyonuna katılmıştır. Ayrıca, resmi açıklamaların aksine, İslam Emirliği komutanı, bu günkü Halife İbrahim El-Bedri bütün görevlerini Özgür Suriye Ordusu Genelkurmay üyeliği görevleriyle birleştirmiştir.

İslam Emirliği organizasyonu Batılı güçlerin yaratığı bir örgüttür.

Güvenlik Konseyi bünyesinde İslam Emirliği (IE) Organizasyonuna karşı oy birliği oluşması ve 2170 sayılı kararı sadece kamuoyuna yönelik görünen kısmıdır. Emirlik organizasyonunun aldığı ve almaya da devam edeceği anlaşılan devlet yardımlarının üstünü örtmek üzere unutturmaya yöneliktir.

Irak’ta meydana gelen olayları ele alacak olursak, İslam Emirliği organizasyonu/IŞİD örgütü savaşçıları Ukrayna’da üretilmiş yeni silahlarla donatılmış, Toyota ile ülkeye girdiklerini herkes gözlemliyor. İslam Emirliği savaşçıları yüksek kapasite donanımlı bu araçlar sayesinde Irak Ordusu elinde bulunan silahlara el koyabilmişlerdir. Emirlik organizasyonunun ele geçirdiği bölgeleri hiç zaman kaybedilmeden sevk ve idaresini devralabilecek sivil idarecilere ve Internet ve televizyon kanallarına faaliyetleriyle ilgili görüntüleri verebilecek kapasitesi bulunan iletişim uzmanlarına sahip olması karşısında da yine herkes şaşırmıştır; adeta Fort Bragg’da eğitim almış personel. (ABD ordusuna ait, Kuzey Karolayna’da faaliyette bulunan önemli bir tesis).

Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) koyduğu sansür her türlü araştırmanın önünde engel teşkil ettiğinden dolayı, İngiliz Haber Ajanı Reuters’den alınan haberlere göre Ocak 2014’te, ABD Kongresinde yapılan gizli bir oturumda Eylül 2014’e kadar devam edecek şekilde Özgür Suriye Ordusu, İslami Cephe, El-Nusra Cephesi ve İslam Emirliği organizasyonlarının/örgütlerinin silahlandırılması için finansman sağlama onayı alındığını öğreniyoruz [1]. Birkaç gün sonra, Suudi Arabistan kanalı El-Arabiya Prens Abdul Rahman’ın aslında İslam Emirliği Organizasyonunun gerçek yöneticisi olduğunu övünerek haber vermişti [2]. Daha sonra, 06 Şubat günü, ABD Ülke Güvenliği Bakanı (United States Secretary of Homeland Security) Jeh Charles Johnson, Avrupa Ülkeleri İçişleri Bakanlarını Polonya’da toplayarak, İslam Emirliği organizasyonunun Irak’a saldırı düzenleyebilecek sayıda savaşçıya sahip olabilmesi için, cihatçı militanların çıkış yaptıkları ülkelere geri gelmeleri engellenerek, Doğu Akdeniz’de kalmaları sağlanması istemişti [3]. Şubat ayı ortalarında, İslam Emirliği organizasyonunun Irak’taki saldırılarına hazırlık yapılması için, ABD Güvenlik Konseyi bünyesinde, müttefik ülkelerinin Suriye’de faaliyet gösteren gizli servis şeflerine iki günlük seminer verildi [4].

Uluslararası basın kuruluşlarının beklenmedik bir şekilde cihatçı savaşçıların üç yıldan beri devam eden cinayetlerini vermesi şoke edici olmuştur. Oysa yaygın halde katliam yapma ve çarmıha germe faaliyetleri yeni değil: Bir örnek vermek gerekirse, Suriye’de, Humus şehrinin güney doğusunda bulunan Baba Amr yerleşim yerinde faaliyet gösteren İslam Emirliği organizasyonu Şubat 2012’de 150 kişiyi ölüme mahkûm eden “dini bir mahkeme” kurmuştu. Ne Batılı ülkelerden, ne de Birleşmiş Milletlerden herhangi bir tepki olmamıştı [5]. Mayıs 2013’te, Özgür Suriye Ordusu (şu önlü “ılımlılar”), El-Faruk Tugayı komutanı, Suriyeli bir askerin başını kestiğini ve kalbini yediği görüntüsünün yer aldığı bir video yayınlandı. Batılılar, bu dönemde, cihatçıları “ılımlı muhalefet”, ancak, demokrasi yolunda umutsuzca mücadele verenler şeklinde sunuyorlardı. BBC yayın kuruluşu, meşru müdafaa’da bulunduklarından dolayı, kendilerini ifade etmek üzere açıklama yapma hakkını bile veriyordu.

Fransa Dışişleri ve Uluslararası Kalkınma Bakanı Laurent Fabius’un “ılımlı” cihatçılar (2013 yılı başına kadar, Özgür Suriye Ordusu, El-Nusra, yani, El-Kaide) ile “aşırı uç” cihatçılar (2013 başından itibaren El-Nusra Cephesi ve İslam Emirliği) arasında yaptığı tanımlama farkının sadece yapay ve iletişim amaçlı olduğu konusunda herhangi bir şüphe yok. Halife İbrahim El-Bedri’nin durumu yeterince açıklayıcıdır: Mayıs 2013’te John McCain’in Özgür Suriye Ordusunu ziyareti sırasında, El-Bedri “ılımlı” Genelkurmay üyesi ve “aşırı uç” cihatçı grubun lideriydi [6]. Aynı şekilde, Özgür Suriye Ordusu Genelkurmay Başkanı General İdris Salim’in 14 Ocak 2014 tarihli yazısı Fransa ve Türkiye’nin üçte bir oranında gerekli askeri mühimmatı Özgür Suriye Ordusuna ve yine özgür Suriye Ordusu üzerinden üçte iki oranda askeri mühimmatın da El-Kaide örgütüne verdiğini kanıtlıyor. Suriye Büyükelçisi Beşar Caferi tarafından Güvenlik Konseyine sunulan bu belgeye Fransa’dan itiraz edilmemiştir [7].

John Mccain ve Özgür Suriye Ordusu Genelkurmay Başkanı. Görüşme yapmakta olduğu İbrahim El-Bedri solda, ilk planda. Tuğgeneral Salim İdris, gözlüklü hemen arkadında

Düpedüz düşmanlık duyguyla gizli, masif oranda ve sürekli destek vermek üzere NATO ve Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi (CCG) üyesi bazı güçlerin tutumunda Ağustos 2014 ayında değişiklik olduğu açıkça görülüyor.

Brzezinski’nin Cihatçılık doktrini

Bugün gelinen aşamada Suudi Arabistan’ın – ve belki de ABD’nin – çark etmek üzere almakta olduğu virajın önemini anlamak amacıyla 35 yıl öncesine dönmemiz gerekiyor. Washington yönetimi, bir zamanlar bölgedeki Sovyet etkisini kırmak amacıyla Cemal Andel Nasser yönetimine karşı siyasal İslam’a destek verme politikasını yeniden ele alarak, Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbignew Brzezinski’nin teşvikiyle, Müslüman Kardeşler Teşkilatına destek verme politikasını uygulamaya koyarak, 1979’dan beri siyasal İslam hareketine destek verme kararını almıştı.

Brzezinski, o dönemde Nur Muhamed Terraki’inin (1978-1979) başında bulunduğu Komünist rejimle yönetilen Afganistan’dan İran’a (İmam Ruhulah Humaney’nin ülkeye dönüşünü bizzat kendisi organize etmişti) kadar olan coğrafyada geniş kapsamlı bir “İslam devrimi” hareketini başlatma kararını almıştı. Daha sonra, İslam devrimi hareketinin Arap dünyasına yayılması ve Sovyetler Birliğiyle ilişkilendirilen Arap milliyetçiliği hareketlerini etkisiz hale getirme politikasını uygulama yoluna gidilmiştir.

Afganistan’da düzenlenen operasyon ilham alınacak bir başarı oldu: Dünya Komünizme karşı Mücadele Birliği (World Anti-Communist League -WACL) [8] bünyesinde mücadele veren cihatçılar, milyarder anti-komünist Hüsame bin Ladin yönetiminde, dönemin Afganistan hükümetinin Sovyetlere Birliğine yardım talep etmeye sevk eden terörist saldırılarda bulunmak üzere, Müslüman Kardeşler Teşkilatı bünyesinde faaliyet göstermeye başladılar. Kızıl Ordu Afganistan girdi ve Sovyetler Birliğinin dağılma sürecini hızlandırmak üzere, 5 yıl süreyle, Afganistan bataklığında kaldı.

Bu gelişmeler karşısında İran’daki operasyonda yıkım yaşandı: Brzezinski, Şah Rıza Pehlevi’nin el koyduğu mallarını geri almaya çalışan ihtiyar bir Ayetullah olan Ali Hamaney’in verilen görevin adamı olmadığı, ancak, gerçek bir anti-emperyalist olduğunu anladığında şaşırmıştı. “İslamcı” kavramının her kes için aynı anlamda olmadığını bir az geç de olsa anlayan Brzezinski, toplumu iyi Sünni kesimi (işbirlikçiler) ile kötü Şii kesimi (anti-emperyalistler) şeklinde ayırmaya karar verdi ve iyi olarak telaki ettiği Sünnileri sevk ve idare etme işini Suudi Arabistan’a havale etti.

Washington ile Suudiler arasındaki ittifak bağları ilmikleri yeniden örülürken, ABD 39. Devlet Başkanı Jimmy Carter (1977-1981) 23 Ocak 1980’de Amerika Birliğinin durumu konusunda yaptığı bir konuşmasında, bundan böyle, Körfez petrol kaynaklarına ulaşımın ABD’nin Ulusal Güvenlik hedefi olduğunu açıkladı.

Bu dönemden itibaren cihatçı hareketlere, Sovyetler Birliğine (daha sonra Rusya’ya) ve Milliyetçi veya inatçı telaki edilen Arap rejimlerine karşı her türlü darbe yapma görevi verilmiştir.

Hüsame bin Ladin’in Pakistan’da öldüğü (2001-2011) iddia edildiği zamana kadar olan dönem zarfında cihatçı hareketlerin 11 Eylül saldırılarını (El-Kaide örgütü tarafında Amerika’da 11 Eylül 2001’de düzenlendiği kabul edilen saldırılar) organize edip, düzenlediği suçlamasının söz konusu olduğunda her şey alt üst olmuştu. Yani, ABD’nin cihatçılar ile olan ilişkilerinin inkâr edildiği ve yerine göre başka ülkelere müdahale etme bahanesi olarak kullanıldığı zamanlar. NATO ile cihatçı hareketler arasındaki resmi işbirliği, Libya ve Suriye’ye olan müdahale operasyonuyla 2011’de ancak açıklığa kavuşa bildi.

Suudi Arabistan yönetiminin Ağustos 2014’te aldığı dönemeç

Suudi Arabistan yönetimi 35 yıl boyunca; (1) Sünni oldukları için, (2) ABD’nin İslam’la uyumlu hale getirilmiş ekonomik modelini uygun hareket etikleri için, başlarındaki yöneticilerin İsrail ile anlaşma yoluna gitmesi halinde bile, hiçbir itiraza konu etmedikleri için, her türlü siyasal İslam hareketlerini finanse edip, silahlandırmıştır.

Sünni toplumun büyük çoğunluğu, otuz beş yıllık zaman zarfında, cihatçı hareketler/örgütler ile emperyalizm arasında süre gelen gizli anlaşma konusunda gözünü kapatıp, görmezlikten gelmiştir. Yaşanan her türlü olayın gelişimi arkasında durmuş ve verilen görevle dayanışma içinde olduğunu açıklamıştır. Bu aynı Sünni toplum, Suudi Arabistan yönetimi Arabistan coğrafyasında bulunun kutsal mekânları yıkma yoluna gitmesine rağmen, Vahabizmi otantik bir İslam formu şeklinde meşrulaştırmıştır. Suudi Hanedanlığı, hazırlık sürecinde yer almadığı için, “Arap baharı” olaylarının gelişim seyrini şaşkınlıkla izlemiş, Washington’un Katar Emirliğine ve Müslüman Kardeşler Teşkilatına verdiği rolden hep kaygılanmıştır. Riyad yönetimi, Libya’da ve özellikle Suriye’de faaliyet gösteren cihatçı hareketlere sponsor olmada Doha (Katar başkenti) ile yarışa girmekten geri kalmamıştır.

Suudi Kralı Abdullah, General Abdülfettah El-Sisi’nin Mısır Cumhurbaşkanı olduğu zaman, Mısır ekonomisini kurtaracak yardımı yapmış ve Müslüman Kardeşler Teşkilatına ait Emirliklerdeki polisiye dosyasının bir nüshasını da vermişti. Ancak, General El-Sisi, Şubat 2014’te, Kardeşlik Teşkilatına karşı mücadele faaliyetleri sürecin seyrinde Müslüman Kardeşlerin Suudi başkenti Riyad ve Birleşik Arap Emirlikleri başkenti Abu Dhabi’de yönetimi ele geçirme konusunda detaylı bir planından haberdar olup, ele geçirmiş ve gerekli yerlere iletmişti. Birkaç gün sonra, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Kardeşlik Teşkilatına sponsor olduğu gerekçesiyle, finansman sağlamayı kesmemesi halinde, ülkesini Katar yönetimi başına yıkacakları tehdidinde bulundukları sırada, komplocular tutuklandılar ve suçlarını itiraf ettiler.

Riyad yönetimi, İslam Emirliği organizasyonunun da kendisine karşı düzenlenen komplo olaylarına dâhil olduğunu ve Irak’ın üçte iki oranında topraklarını ele geçirdikten sonra, Suudi Arabistan’a saldırılarda bulunacağını fark etti.

Suudi Hanedanlığının 35 yıldan beri büyük bir sabırla kurguladığı ideolojik siyasal sürgü Mısır yönetimi ve Birleşik Arap Emirlikler tarafından paramparça edildi. 11 Ağustos günü, Kahire, El-Ezher Üniversitesi büyük imamı Ahmed El-Tayyip İslami Emirliği ve El-Kaide örgütünü mahkûm etti. Bu mahkûmiyet kararından sonra Mısır büyük müftüsü Şeyh Şevki Allem’in de mahkûm etme kararını kamuoyuna açıklandı [9].

Abu Dhabi yönetimi (Katar), 18 Ağustos’ta ve bir kez daha 22 Ağustos’ta Kahire’nin de desteğiyle Trablusgarp’ta (Libya başkenti) faaliyet gösteren teröristleri bombaladı. İki Sünni devlet ilk kez, üçüncü bir ülkede bulunan aşırı Sünni teröristlere saldırmak üzere ittifak ediyorlar. Hedeflerinde, NATO tarafından Trablusgarp askeri yöneticisi olarak atanan El-Kaide örgütü eski üçüncü adamı Abdülhekim Belhaj vardı [10]. Bu saldırının önceden Washington’a haber vermeksizin yapıldığı anlaşılıyor. Suudi Arabistan büyük müftüsü Şeyh Abdülaziz El-Şeyh nihayetinde 19 Ağustos’ta, İslam Emirliği ve El-Kaide cihatçılarını İslam dininin “bir numaralı düşmanı” olarak ilan etti [11].

Suudi yönetiminin yeni bir dönemeç almasının sonuçları

Suudi Arabistan yönetimi, bölgesel aktörlerin yeni döneme uyum sağlayacak kadar zamanı olmadan erken davrandı ve hazırlanmış dosyalara göre çelişkili pozisyonlarla karşı karşıya kaldı. Washington yönetimi müttefikleri, genel anlamda, Irak’ta faaliyet gösteren İslam Emirliğini/IŞİD örgütünü kınıyor, ama Suriye söz konusu olunca, de henüz herhangi bir kınama olmadı .

İşin daha da ilginci, Güvenlik Konseyi 28 Temmuz tarihli başkanlık deklarasyonunda ve 15 Ağustos tarihli 21070 sayılı kararında İslam Emirliğini kınarken, diğer yandan, cihatçı organizasyona hala da devlet(ler) desteği olduğu anlaşılıyor: Yayınlanan metinde yer alıp, hatırlatılan ilkeler ihlal edilirken, Irak petrolü Türkiye üzerinden transit geçerek İslam Emirliği eliyle yağmalanıyor. Irak petrolü, Avrupa’ya doğru yol almak üzere İsrail limanında mola veren tankerlere Ceyhan limanında yükleniyor. Komandit ortaklığı olan şirketlerin adı şimdilik verilmiyor, ancak, Türkiye ve İsrail yönetimlerinin bu işteki sorumluluğu açık olarak görünüyor.

Kendi cephesinde, Müslüman Kardeşler Teşkilatı şahsiyetlerine hakemlik görevini yerine getirmeye devam eden Katar yönetimi, İslam Emirliği organizasyonuna destek verdiğini inkâr ediyor.

Koordine edilen basın konferansı sırasında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrow ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Mualim terörizme karşı mücadele vermek üzere uluslararası bir koalisyon oluşturulması çağrısında bulundular. ABD bu arada, İngiltere güçleriyle birlikte (“kara müdahale gücü” [12]) Suriye topraklarında, karadan bir operasyona hazırlanırlarken, Suriye Cumhuriyeti ile ittifak yaptıklarını kabul etmedi ve seçimle iş başına gelen Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın istifa etmesi gerektiği konusundaki taleplerinde ısrar etti.

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Katar Dışişleri Bakanlarının, İslam Emirliği/ IŞİD örgütüyle baş etmek üzere 24 Ağustos 2014’te, Cidde’de yapılan toplantısı. Ürdün de bu zirve toplantısına katılmıştır.

Suudi Hanedanlığının 35 yıldan beri izlediği politikaya son verilmesine neden olan çatışma konuları Riyad ve Ankara arasında anlaşmazlığa dönüştü. Washington ve Brüksel tarafından hala da terörist örgüt olarak tanımlanan Türkiye ve Suriye Kürtleri Partisi, PKK, İslam Emirliği organizasyonuna karşı mücadelede Pentagon desteğini alıyor. Atlantik basının verdiği, ne anlama geldiği pek belli olmayan bazı haberlerin aksine, İslam Emirliği savaşçılarını son günlerde geri püskürten, Irak Kürdistan’ı Bölgesel Yönetimi Peşmerge güçleri değil, ABD’nin havadan verdiği destekle birlikte, Türkiye ve Suriye Kürt savaşçıları, PKK güçleri oldu.

Geçici niteliğinde sonuç

Mevcut şartlarda devam etmekte olan durumun düzenlenen bir sahne oyunu mu veya bir realite olduğunu anlayabilmek o kadar kolay değil. ABD yönetimi acaba, yaratıp sahneye çıkardığı ve şimdilerde belki de kontrolünü kaybettiği İslam Emirliği organizasyonunu yok etmede gerçekten kararlımıdır? Veya bu organizasyonu kontrol altında tutacak şekilde, bölgesel politik bir araç olarak, hareket kabiliyeti zayıf bir örgüt olarak mı bırakacak? Ankara ve Tel-Aviv, Washington adına mı, yoksa Washington’a rağmen mi İslam Emirliği örgütünü destekliyorlar? Veya Ankara ve Tel Aviv, ABD yönetimi cephesinde mevcut iç anlaşmazlıklar üzerinde oyun mu kuruyorlar? Suudi Handanlığı, monarşi yönetimini muhafaza etmek amacıyla, İsrail güvenliğinin korunmasına yönelik düzenlenen aygıtları bir taraf a bırakıp, İran ve Suriye ile ittifak yapma yoluna gidebilecek mi?

Çeviri
Nizamettin Karabenk

[1Congress secretly approves U.S. weapons flow to ’moderate’ Syrian rebels”, by Mark Hosenball, Reuters, January 27, 2014.

[2« L’ÉIIL est commandé par le prince Abdul Rahman », Réseau Voltaire, 3 février 2014.

[3Suriye, ABD ve AB’nin "iç güvenlik meselesi" oluyor”, Tercüme Ayhan Aslan, Voltaire Ağı, 14 Şubat 2014.

[4Washington, Suriye’ye karşı yapılan örtülü savaşı koordine ediyor”, Tercüme Ayhan Aslan, Voltaire Ağı, 23 Şubat 2014.

[5« The Burial Brigade of Homs: An Executioner for Syria’s Rebels Tells His Story », by Ulrike Putz, Der Spiegel, 29 March 2012.

[6“Arap Baharı” Orkestrası Şefi John McCain ve Halife”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Nizamettin Karabenk, Voltaire Ağı, 18 Ağustos 2014.

[7« Résolution 2165 et débats (aide humanitaire en Syrie) », Réseau Voltaire, 14 juillet 2014.

[8« La Ligue anti-communiste mondiale, une internationale du crime », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 12 mai 2004.

[10« Comment les hommes d’Al-Qaida sont arrivés au pouvoir en Libye », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 6 septembre 2011.

[11« Déclaration du mufti du Royaume sur l’extrémisme », Agence de presse saoudienne, 19 août 2014.

[12« SAS and US special forces forming hunter killer unit to ’smash Islamic State’ », by Aaron Sharp, The Sunday People (The Mirror), 23 August 2014.