Mahmud Ahmedinecad’ın Raúl Castro’yu ziyareti (Ocak 2012)

ABD Başkanı Barack Obama ve Küba Devleti 2.Cumhurbaşkanı Raúl Castro Ruz’nun ABD ile Küba arasında diplomatik ilişkilerin başlayacağı konusunda eş zamanlı olarak kamuoyuna açıklama yapmaları Avrupa için ciddi bir sürpriz oldu. Washington yönetimi ilk olarak, konumuna avantaj sağlayacak şekilde, bir yandan kaldırma hazırlıklarını yaptığı yaptırımları Avrupa Birliğine (AB) uygularken, diğer yandan, Amerikan’ın izlediği politikaya göre her zaman olağan olduğu gibi, rakip taraf Küba ile gizli görüşmeler yapıyor.

Başkan Obama iki yıldan beri, ABD imparatorluğuna karşı direnç gösteren yönetimler ile süregelen anlaşmazlıkları/çatışmaları yatıştırmaya özen gösteriyor: Latin Amerika’da Küba ve “Genişletilmiş Ortadoğu’da” İran. Nitekim Washington’un uyguladığı ve müttefiklerine kadar yaygın hale getirdiği - aslında ekonomik bir savaş faaliyeti olan - tek taraflı güç uygulama şeklinde yaptırım stratejisinin her zaman arzu edilen sonuç vermediği artık kanıtlanmış oldu. İran İslam Cumhuriyeti gibi Küba’da, ABD’nin dünya jandarması politikasından acı çekmiş, ancak direnç göstermeye de devam etmiştir.

Yarım asırlık mücadele

Küba devleti, Soğuk Savaş dönemi boyunca, Güney Afrika’nın, komşularına kadar yayılmasını beklediği apartheid (ırkçı ayrımcılık) politikasına karşı durmak üzere seferber oldu. ABD ve İsrail yönetimleri (Güney Afrika Cumhuriyeti yönetsel Başkenti) Pretoria beyaz rejimini desteklemişlerdi. Küba ordusu, 1988 Barış Anlaşması sonuçlanıncaya kadar, Angola ve Namibya’da konuşlandırılmıştı. Fidel Castro da insanlığı iki kampa ayıran bir ideolojiyi başarısızlığa uğratmada başarılı oldu: Efendiler ve köleler. Güney Afrika apartheid rejiminin yıkılması ve Nelson Mandela’nın yeniden birleşen Güney Afrika halkının Cumhurbaşkanı olabilmesi için daha üç yıl beklemesi gerekmişti.

İran İslam Cumhuriyeti de aynı şekilde, sesinin komşu ülke halkları nezdinde yankılana bilme beklentisi içerisinde, İsrail yönetiminin uyguladığı apartheid politikasına karşı seferber oldu. ABD ve Birleşik Krallık/İngiltere yönetimleri de, 1948’de yasalara aykırı bir şekilde kurulmasından bu yana, Tel Aviv Siyonist rejimine destek verdiler. Siyonist rejim Nil’den Fırat’a kadar olan toprakları talep ediyordu. İran yönetimi Suriye’yi, Hizbullah ve Filistin Direniş Hareketlerini destekledi. ABD ve İsrail yönetimleri, Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad döneminde, özellikle Lübnan, Filistin, Suriye ve Yemen’de birçok yenilgi yaşadılar.

Güney Afrika ve İsrail arasındaki ilişkilerin seyri ve mahiyeti yoğun bir şekilde belgelendi. Bu her iki devlet zaten aynı kaynaktan kök alıyorlar: Elmas tüccarı, Germenik emperyalizmin teorisyeni Cecil Rhodes Güney Afrika’yı organize etti. İsrail ise [1], Rhodes’in bir öğrencisi olan, çalışmalarında rodezyen organizasyon modelini her yönüyle izleyen Theodor Herzl tarafından var edildi. İngiltere Kraliçesi Elizabeth II, 2002’de, Theodor Herzl’in yazdığı kitaplarından birinde yer verdiği bir mektubu dışında kimsenin bilmediği, Rhodes ve Herzl arasında geçen, içeriği henüz bilinmeyen yazışmaların yayınlamasına sansür koydu.

Ali Şeriatı

Küba Devrimi ile İran İslam Devrimi arasındaki ilişkiler zayıf bir yapıdadır. İran İslam Devriminin hazırlık çalışmaları düşünürü Ali Şeriatı aynı zamanda Che Guevera’nın Farsçaya çevirisini yapan kişidir. Ancak, bu her iki devlet arasında anlamlı olabilecek siyasi ilişkiler pek olmadı. Her iki ülkedeki yönetici konumundaki şahsiyetlerle yapılan görüşmelerde karşılıklı yanlış bilgilere sahip olmalarına şaşırmıştım. Ülkeler arasında ilişkilerin kurulmasını zorlaştıran nitelikte kültürel farklılıkların olması bir gerçek: Örneğin, Küba halkı cinsellik gibi konularda ultra-toleranslı iken, (İslam devrimi öncesinde bile) İran toplumu tam aksine ultra-muhafazakâr.

Devrimci iki devlet

Bir yandan ABD çıkarları ve diğer yandan Küba ile İran devletlerinin çıkarları uzlaşmaz durumda ve uzlaşmaz bir şekilde devam edeceği de açık. Emperyalizm ile milliyetçilik politikaları arasında uzlaşma sağlanması kolay olmuyor. Hal böyle olmakla birlikte, bölgesel ateşkes sağlanmasına engel de teşkil eder nitelikte olmadığı anlaşılıyor. Bu yönetimler arasında diplomatik temasların yeniden başlaması, aslında Güvenlik Konseyinin cezalandırma kararı olup, Washington’un “yaptırım” diye tanımladığı “ekonomik kuşatma” uygulamasının kaldırılması anlamına gelmiyor.

Avrupa solu bugünkü Küba’yı diktatörlük olarak görürken, Latin Amerika solu Ada yönetimini emperyalizme karşı Direnişin bir timsali olarak kabul ediyor. Fidel Castro da özgürlük getirici bir karizmaya sahip olup, bütün dünyada cazibesi olan bir kişi.

Avrupa solu İran İslam Cumhuriyetini, bir anlamda, Orta Çağ’dan kalma bir rejim olarak görürken, “Genişletilmiş Ortadoğu” coğrafyasında İran, neredeyse bütün Direniş hareketlerin vazgeçilmez müttefik’i bir ülke. Eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın yaygın bir popülaritesi var iken, Ruhani Lider Ali Hamaney bile dış dünya’da daha az tanınıyor.

Ernesto "Che" Guevara

İran ve Küba yönetimleri imajlarının kurbanı oldular. Küba ülkesi şimdilerde “komünist” olarak tanımlanırken, lideri Fidel Castro zafer kazanmasından önce henüz komünist bile değildi. Kardeşi Raúl Komünist Partisi militanıydı. Che Guevera, Sanayi Bakanlığı görevinden ayrılmadan önce Sovyet ekonomik modeline karşı çıkıyor ve yazılarında bu görüşünü belirtiyordu. Guevera daha sonra savaşım vermek üzere Kongo’da Laurent-Desiré Kabila saflarında katıldı.

İran yönetimi, İslam Cumhuriyeti olarak ilan edilince, herkes genel anlamda İran’ın Müslüman olduğunu algıladı. Ali Şeriatı, İslam’ın devrimci bir süreç olduğunu, mademki dünyada adaleti sağlamak üzere mücadele veriyorlar, o halde, bütün devrimcilerin aslıda Müslüman olduklarının inancında olduğunu söyledi. Şii İran, daha sonra, Afrika’daki olaylara müdahil olup, destek sağladı…..ve Hıristiyan Laurent-Désiré Kabila iktidara geldi.

Tarih, bu iki devletin aslında devrimci oldukları hakkını teslim edecek. Ancak, devrimler meydana geldiği, insanları özgürleştirdiği, gelişim süreçleri sona erdiği ve artık aryacılık sahiplerini tehdit etmediği anlaşıldığı zaman yaygın kabul görürler.

Washington stratejisi

Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) Küba ve İran Direnişleriyle olan anlaşmazlığını askıya alması, yerine göre acil bir durum olup, bir anlamda da, değerlendirmesi gereken bir fırsattır. Çünkü ABD’nin Latin Amerika’da yeniden yatırım yapabilmesi ve “Genişletilmiş Ortadoğu’daki birliklerini Uzak Doğu coğrafyasına kaydırabilmesi bloke oluyor. Ayrıca, Amerikalılar Zirvesinde (Panama’da, 2015’te) önce soruna bir çözüm yolu bulunması gerekiyor. Nitekim Amerikalılar Zirvesinde ev sahipliği yapacak Panama, Ekvador Cumhuriyeti Devlet Başkanı Rafaël Correa’nın de teşvikiyle, ilk defa Küba’yı da davet etti. Barack Obama böylece rakibi Raúl Castro’yla da görüşme yapma fırsatını bulacak. ABD askeri yetkililer açısından Rusya’nın Güney Havana’da, Lourdes bölgesinde elektronik yeni bir istihbarat üssünü kurması son derece kaygı verici bir durum olduğunun lafı bile etmeye gerek yok [2]. Bütün bu konuların yanında, ABD yönetimi, İran’ın onayı olmaksızın, Irak coğrafyasında üç bağımsız devleti kurmayı da hayal edemez.

Bazı önemli durumlara ilişkin son bir açıklama: Washington ile ateşkes yapılması, özellikle bu dönemde, tehlike barındırıyor. ABD, devrimci olarak bilinen bu devletlerde istikrarsızlık yaratma faaliyetinden vazgeçmeyecek. Bu ülkelerde, içerden konumlanmak marifetiyle, istikrarsızlık tohumları ekilecek. Ne Küba, ne de İran yönetimi, iş adamı sıfatı veya turistik bir amaçla ülkelerine gelecek çok sayıda ABD’liyi gözetleme imkânına sahip olmayacak. Kurum olarak CIA, önümüzdeki sadece iki yıl kadar kısa bir sürede, renkli devrimleri organize etme fırsatını ihmal etmeyecek.

Washington ile Havana arasında diplomatik ilişkilerin başlanacak olması, gelecekte Washington ile Tahran arasında da diplomatik ilişkilerin başlamasının habercisi.

[1İngiliz siyasetçi ve devlet adamı Cecil Rhodes İngiliz İmparatorluğunu tanımlamak için « Germenik Emperyalizmi» tabirini kullanıyor. Birleşik Krallık egemenlik sahipleri aslında germendiler.

[2Russia to reopen spy base in Cuba as relations with US continue to sour”, Alec Luhn, The Guardian, July 16, 2014.