Joseph Retinger, Polonyalı eski bir faşist, İngiltere ajanı. M16 bünyesindeki görev faaliyetleri çerçevesinde Genel Sekreterlik görevini yürüttüğü Avrupa Ekonomik İşbirliğini (European League for Economic Cooperation) kurdu. Retinger bu sıfatıyla Avro’nun babası oluyor. Daha sonra Avrupa Hareketini canlandırdı ve Bildenberg Klübünü kurdu.

Yunanistan referandumu oynan oyunun genel kuralları konusunda cehaleti gösteren Avrupa Birliği bünyesinde hararetli tartışmaların olmasına neden oldu. Tartışmaya katılan taraflar, bu ülkeye borç veren kreditörlere adeta hiçbir sorumluluk payı vermemeye özen göstererek, Yunanistan’ın bugün karşı karşıya bulunduğu borç yükünden sorumlu olup olmadığını öğrenmek üzere yırtınırcasına tartışmaya çalışıyorlar. Ancak, bu tartışmayı Avro’nun tarihsel gelişim hikâyesi ve böylesi bir para biriminin hangi nedenlerden dolayı çıkarıldığı konusunda bilgi sahibi olmaksızın yapıyorlar.

Avro: Anglo-Sakson Soğuk Savaş dönemi projesi

Avrupa Ekonomik Topluluğunu oluşturan Roma Antlaşmasından (1957) bu yana 64 yıl geçti. Bu süreçte “Avrupa Projesi” için art arda ihdas edilen idari kurumlar (BECA, CEE) medya organlarında propagandalarını yapabilmek amacıyla devasa miktarlarda harcama yaptılar. Gelişim hikâyesinin yalan üzerine kurulu bir versiyonunu anlatmak ve mevcut “Avrupa projesinin” aslında iki savaş arasındaki dönem Avrupası projesi olduğu konusunda bizi inandırmak üzere nerdeyse günlük yüzlerce makale, radyo ve televizyon yayını program ücretleri Brüksel tarafından ödendi.

Arşivler herkes için erişilebilir durumda. Belgeler Winston Churchill ve Harry Truman’ın 1946’da Avrupa kıtasını ikiye bölmeye karar verdiklerini gösteriyor; iki kutuplu bir dünyada bir kısmının vasal olan ülkeler, ABD’nin etki alanı ve diğer kısmında ise SSCB’nin etki alanında buluna ülkeler. Hiçbir devletin ABD egemenlik alanından çıkmamasından emin olmak amacıyla dönemin geçerli düşünce akımlarını manipüle etmeye karar verdiler.

“Avrupa projesi” diye adlandırılan tasarımın aslında Avrupa’nın sözde ortak değerlerini savunmak amaçlı olmayıp, Almanya ve Fransa’nın bir daha birbirleriyle savaşa girmeyecek şekilde düzenleme yapıldığı, bu ülkelerin ham madde ve Savunma sanayi ürünlerinin işletilmesi işinin bir elde toplamak üzere tasarlandığı anlaşılıyor (Louis Loucher ve kont Richard de Coudenhova-Kalergi [1] teorisi). Bu teoriye/tasarıya göre kökleri derinlerde yatan ideolojik farklılıkları yadsıma değil, aksine bu ideolojik farklılıkların gelecekte zor kullanılmak marifetiyle karşı karşıya gelmemelerinden emin olma durumu söz konusu.

İngiltere’nin M16 ve ABD’nin CIA örgütleri, aralarında Fransa Devlet Başkanı François Mitterand’ın da bulunduğu,16 ülke şahsiyetleri katılımından oluşan 750 temsilcinin hazır bulunduğu 1948 yılı Mayıs ayında, Hollanda’nın La Haye kentinde ilk olarak “Avrupa Kongresini” düzenlemekle görevlendirildiler.

Coudenhova-Kalergi retoriğini temel alan “Federal Avrupa” projesinin canlandırılması söz konusuydu.

(Daha sonraki süreçte Avrupa Komisyonu Başkanı olacak Walter Hallstein tarafından Şansölye/Hükümet Başkanı Adolf Hitler için kaleme alındı).

Bu kongre konusunda bazı yanılgıların düzeltilmesi gerekiyor;
 İlk önce, bu kongrenin, dönemin koşulları gereği, kendi bağlamında ele alınması gerekiyor. ABD ve Birleşik Krallık yönetimleri SSCB’ye karşı Soğuk Savaş ilan etmişlerdi. SSCB’de bu savaş ilanı karşısında (Sovyet tarihçiliğine göre “Şubat Galipleri”) olarak adlandırılan “Prague Darbesiyle” iktidara gelen Çek Komünistlerine destek vererek ABD ve İngiltere’ye cevap vermişti. Washington ve Londra NATO’nun kuruluş habercisi olan Brüksel Antlaşmasını organize ettiler. Avrupa Kongresinin bütün katılımcıları Anglo-Sakson yanlısı ve Sovyet karşıtı kimselerden oluşuyordu.
 İkincisi, Winston Churchill, Kongre’de yaptığı konuşması sırada, Avrupa kıtasında yaşayanları tanımlamak üzere, kendilerine anti-komünist diyen “Avrupalı” tabirini kullandı (ona göre Birleşik Krallık Avrupalı değil).Dönemin şartları gereği Churchill için Londra’nın Avrupa Birliğine katılması sorun teşkil etmiyordu, sadece kontrol altında tutulması gerekiyordu.
 Üçüncü olarak, Kongrenin gelişim seyrinde iki eğilim ortaya çıkmıştı: Komünist yayılmacılığına karşı durabilmek için ortak mücadele araçlarını seferber etmek taraftarı olan “Birlikçiler” ve seçimle işbaşına gelmeksizin , bir idare otoritesi altında çalışacak Nazi-Federal Devleti projesini gerçekleştirmeyi arzu eden “Federalistler”.

Kongre, ardı sıra yapılan CECA, CEE ve UE adı altında gerçekleşen faaliyetlerin hepsini açığa çıkardı. Ortak bir para birimi ilkelerini uygulamaya koydu. M16 ve CIA örgütleri de bu arada Avrupa Ekonomik İşbirliği Cemiyeti (European League for Economic Cooperation-ELEC) haline dönüşen Avrupa İşbirliği Bağımsız Cemiyetini (Independent League for European Cooperation -ILEC) [2] kurmuşlardı. Bu Bağımsız İşbirliği Cemiyetinin hedefi; Birliğin Kurumları işler hale geldikten sonra, Birliğe dâhil olacak ülkelerin, Birlikten ayrılamayacakları şekilde [3] tek bir par birimine (Avro) geçmek olarak tespit edilmişti (Avrupa Para Birimi – ECU).

Walter Hallstein, üst düzey bir Alman yetkili, Hitlerci bir Federal Avrupa projesini kaleme aldı. Bu projeye göre Avrupa devletleri olmayacaktı ve Aryen devleti etrafından toplanacak etnik toluluklar federal hale getirilecekti. Bu topluluklar bütün olarak Berlin’in kontrol edeceği, seçimle işbaşına gelmeyen bir brokratik diktatörlüğe bağlı olacaktı. Anglo-Sakson yardımıyla projesini uygulamaya koydu ve 1958’de Avrupa Komisyonunun ilk başkanı oldu.

Fransa Devlet Başkanı Françoi Mitterand’ın 1992’de gerçekleşmesini sağladığı proje işte bu projeydi. Tarihsel gelişimi ve François Mittarand’ın 1948’de, La Haye’de yapılan Kongreye katılması dikkate alındığında, gelinen bu aşamada Avro‘nün başka bir amaçla çıkarıldığını iddia etmek absürd bir durum olur. Ve bundan dolayı da, Yunanistan yönetimi Avro’dan çıkmak üzere Avrupa Birliğinden çıkmayı isterse, zorlamaya tabi tutulsa dahi, bugün yürürlükte olan Anlaşmaların hükümleri gereği, yalnızca Yunanistan değil, hiç bir ülkenin Avro’dan çıkması mümkün görünmüyor.

“Avrupa projesinin” Amerika Birleşik Devletleri Sistemine kayması

Avrupa Birliği iki önemli dönemeci yaşadı:
– Birleşik Krallık yönetimi altmışlı yılların sonunda Vietnam savaşına katılmak istemedi. Asya ve Basra Körfezindeki birliklerini geri çekti. İngiltere ABD’nin 51.Eyaleti/devleti gibi davranmaktan ve Washington ile olan “özel ilişkilerini” daha fazla sürdürmekten vaz geçti (1973).
 SSCB’nin dağılmasından sonra, oyunu yöneten tek güç olarak ABD kaldı, İngiltere yönetimi ona destek veren güç oldu ve diğer devletler de bu her iki güce biat ettiler. Sonuç itibariyle, Avrupa Birliği (AB) doğuya doğru genişlemekten kendini alamadı, Washington aldığı ve Dış İşleri Bakanı James Baker’ın açıkladığı kararları uygulamaya koymakla yetindi. Avrupa Birliği ekonomik ve sosyal modelleri devasa eşitsizliklerle karakterize edilen ABD askeri stratejisini [4] uygulamaya koymaya başladı.

Yunanistan’da yapılan referandumla birlikte, bir yanından çok kolay şartlarda hayatlarını idame eden ve “Avrupa projesine” hiçbir kayda bağlı kalmadan destek veren Avrupalı elit/seçkin tabakasının bulunduğu, diğer yanından da sistemin kendilerine dayattığı koşullardan muzdarip, daha önceleri, 1992’de Danimarka ve Fransa’da Maastricht Antlaşmasının oylamaya sunulması döneminde, sadece ulusal düzeyde gündeme gelen bir sosyal fenomen olarak karşı karşıya bulundukları koşullara itiraz eden çalışan kesimlerin mücadele verdiği bir bölünme hattı meydana geldi.

Avrupalı yöneticiler, ilk bakışta, Yunanistan’da yapılan referandumun demokratik değerine tartışmaya açtılar. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjørn Jagland (yolsuzluk yaptığından dolayı Nobel Jüri’sinden çıkarılan [5]) şöyle bir açıklama yaptı;
 Kampanya süresinin çok az olduğunu söyledi (14 gün yerine 10 gün),
 Uluslararası organizasyonların yürütülen kampanyayı izleme imkânı olmadı (organize olmak için uzun zaman gerektiriyor),
 Referandumda gündeme getirilen soru açık ve anlaşılır değildi (oysa Birliğin Resmi Gazete ’de yayınlanan önerisi oylamaya sunulan Avrupa Sözleşmesi hükümlerinden daha kısa ve anlaşılır idi).

Ancak, bu üç maddenin özel durumları dile getirildikten sonra, Yunanistan Devlet Konseyinin oylamanın yasallığını geçerli kılmasının akabinde, halkın nezdinde yaşanan polemik daha da alevlendi. Ana akım medya kuruluşlarında referandumda “Hayır” çıkması halinde Yunanistan ekonomisi belirsizlik içine gömüleceği yönünde yorumla yapıldı.

Avro bölgesine dâhil olma durumu ekonomik performans garantisi değil. Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYIH) verileri ve Satın Alma Paritesi verilerinin yer aldığı IMF listesini dikkate alacak olursak, Birliğe üye ülkeler arasında yalnızca bir devlet dünya sıralamasında ilk on’a girebilir: Vergi Cenneti ülke Lüksemburg. Fransa ise, 193 ülke arasında ancak 25. sırada bulunuyor.

Avrupa Birliğinin gelişme kaydetme oranı 2014’te %1,2 olarak tespit edildi. Bu gelişme oranına göre AB, dünya sıralamasında 173. sırada yer alıyor. Dünya en düşük gelişme oranı (dünya ortalaması % 2,2).

Mario Draghi, Avrupa Merkez Bankası Başkanı, Goldman-Sachs Bankası Avrupa eski Başkan Yardımcısı. banka belgeleri Yunanistan hükümeti adına banka tarafından tahrifat yapıldığını gösterirken, Başkan Draghi Avrupa Parlamentosu nezdinde tahrifat işlemlerindeki rolünü maskelemeyi başardı.

Birliğe üye olma ve Avro para birimini kullanma başarı getireceğinin garantisi olmadığı gayet açık. Avrupalı elitler/seçkinler “Avrupa projesine” hala da destek veriyorlarsa, bu projeden fayda sağladıklarından dolayıdır. Nitekim “Birlikçiler” tek bir pazar oluşturmak ve tek bir para birimi çıkarmak suretiyle kartları daha da belirsiz hale gelecek şekilde kardılar. Bundan sonra, farklılıklar ülkelerin yönetimleri arasında yaşanmayacak, aksine, Avrupa kıtası düzeyinde yeknesak hale gelen sosyal sınıflar arasında yaşanacak. Ve bundan dolayı da, en zengin toplumsal katmanları Avrupa Birliğini savunurken, en yoksul katmanlar ise üye devletlerin çevresinde ancak nefes alabiliyorlar.

Avrupa Birliği ve Avro konusunda yanlış yorumlar

Resmi bir tanımlamayla yıllarca yapılan tartışma boşa çıkarıldı: Avrupalılar artık, Avrupa kültürünün taşıyıcıları olmayacaklar, yalnızca AB üyesi sıfatına sahip olacaklar. Yaşanan Soğuk Savaştan bu yana Rusların Avrupalı olamayacakları iddia edildi ve şimdi de Avrupa kültürü beşiği Yunanistan, Avrupa Birliğinden ayrılırsa, Avrupa kültürünü terk etmiş olacak.

Oysa “köpekler kedi doğurmaz”. Avrupa Birliği projesi, eski Naziler ile birlikte, Anglo-Saksonlar tarafından SSCB’ye karşı bir proje olarak tasarlandı. AB bugün, Naziler ile birlikte, Ukrayna hükümetini destekliyor. “Yaptırım uygulama” ifadesini kullanarak Rusya’ya ekonomik savaş açtı.

Avrupa Birliği, adından anlaşılacağı gibi, Avrupa kıtasında birliktelik sağlanmak üzere kurulmadı, Rusya’yı kesin hatlarla Avrupa’dan koparmak ve bölünme yaratmak üzere kuruldu. Bu Avrupa Birliği, Charles De Gaulle’ün ifade ettiği ve “Brest to Vladivostock” Avrupası olarak savunduğu Avrupa’dır.

Birlikçiler “Avrupa projesinin” 65 yıldan beri Avrupa’da barışı ı sağladığını söylüyorlar. Ancak, Avrupa Birliğe aidiyet sıfatlarından veya ABD’ye olan vassallık durumlarından hiç bahsetmiyorlar. Doğrusu, aralarındaki rekabeti NATO sınırları dışında tutmak suretiyle, Doğu Avrupa devletleri arasında barışı sağlayan yine ABD oldu. Avrupa Birliğine üye ülkelerin yönetimleri, NATO’nun arkasında hizaya girmeden önce, eski Yugoslavya’da yaşanan farklı kampları destekledikleri yönündeki yorumlarının da olduğunu hatırlayalım. Birlik üyesi bazı ülkeler, egemenliklerini kazanmaları halinde, mutlaka yeniden kavgaya başlayacakları hususunu unutmayalım.

Jean-Claude Juncker, Yunanistan’daki referandumu «ihanet» olarak değerlendirdi. Bay Juncker’in Atlantik İttifakı casus ağının Gladio üyeliğini kurduğu ortaya çıkınca, Lüksemburg Başbakanı görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Bir yıl sonra Avrupa Komisyonu Başkanı oldu.

Yunanistan’daki mevcut duruma tekrar dönecek olursak, konunun uzmanları, Yunan halkının karşı karşıya bulunduğu bu borcun, tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde olduğu gibi, çözüme kavuşturulamamış ulusal sorunlardan, büyük özel bankacılık kuruluşlarının ve siyasi liderlerin aldatmacasından kaynaklandığını yaygın olarak ileri sürüyorlar. Ayrıca, gelişmiş büyük devletlerin borç durumunda olduğu gibi, Yunanistan’ın bu borcu da ödenemez bir borçtur [6]. Başkent Atina, Brüksel bürokrasinden daha ziyade, kendisi açısında daha ciddi tarihsel ve kültürel bir ortaklığı olan Rusya ile ittifak yoluna gitmek suretiyle, Avrupa Birliğinden çıkarak, borcunun iğrenç kısmını ödemeyi de ret ederek [7], işin içinden çıkmayı tercih edebilir. Moskova ve Pekin’in Yunanistan’da yatırım yapma ve uluslararası yeni kurumları oluşturma iradesi herkesin bilmediği bir sır değil. Oysa Yunanistan’ın şimdilerde karşı karşıya kaldığı durum NATO’ya üye olmaktan çok daha karmaşıktır. İttifak örgütü NATO, Yunanistan’ın SSCB’ye yakınlaşmasını önlemek amacıyla, 1967’de askeri bir darbe düzenlemişti [8].

Çeviri
Nizamettin Karabenk

[1« Histoire secrète de l’Union européenne », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 28 juin 2004.

[2La section française prend le nom de Ligue européenne de coopération économique (LECE). Elle est présidée par Edmond Giscard d’Estaing, père du futur président de la République et créateur de l’ECU.

[3MI6: Inside the Covert World of Her Majesty’s Secret Intelligence Service, Stephen Dorril, The Free Press, 2000.

[4« Stratégie européenne de sécurité », Réseau Voltaire, 12 décembre 2003.

[6« Selon la BRI, la dette des États développés est insolvable », Réseau Voltaire, 13 avril 2010.

[7Cf. la théorie économique d’Alexander Sack.

[8« La guerre secrète en Grèce », par Daniele Ganser ; « Grèce, le facteur Otan », par Manlio Dinucci, Traduction Marie-Ange Patrizio, Il Manifesto (Italie), Réseau Voltaire, 24 août 2013 et 7 avril 2015.