Sonuçları gözlemcilerin birçoğunda sürpriz etkisi yaratan ABD seçimlerinden sonra, söz konusu Başkanın hangi gerçek yetkilere sahip olduğunu hatırlamak için uygun zamandır. Beklentilerinin aksi yönünde gelişen bu olay karşısında birçok « analist », Donald Trump’a karşı tek taraflı bir kampanya yürüttükten sonra, ABD Başkanının ayrıcalıklarının Anayasa tarafından ciddi bir şekilde sınırlandırıldığını ve Başkanın « tüm yetkileri elinde bulundurmadığını » vurgulayarak kendi kendilerini teskin etmeye çalıştılar [1]. ABD’de etkin bir güçler ayrılığının bulunduğu algısı, Avrupa Birliği üyelerinin aksine, parlamento kurumunun açıkça değerli kılındığı olgusuna dayanabilir.

ABD yürütme erki imajının değerli kılınması

Avrupa Birliği üyesi ülkelerin aksine, parlamento kurumu daha da öne çıkarılmış gibi görünüyor. Böylece Kongre üyeleri uluslararası boyuttaki ticaret anlaşması müzakerelerine doğrudan katılabilir. Oysa Avrupa’daki ulusal parlamentolar ve AB parlamentosu CETA gibi anlaşmaların sadece son aşamasında, sırf onay sürecinde devreye giriyorlar. Bu ayrıcalık zaten önceden öngörülmemişti. Dört yıl süren müzakerelerden sonra, tartışmalı bir metine meşruluk kazandırmak için geçen Temmuz ayındaki bir mevzuat değişikliğinin, basit bir ticaret anlaşmasından karma bir anlaşmaya geçişin sonunda gerçekleşti [2].

Ceza hukuku işbirliği alanındaki bir örnek de aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasındaki farkı daha iyi kavramamızı sağlıyor. 2003’te AB ve ABD arasında imzalanan suçluların geri iadesi anlaşması müzakereleri, Avrupa Parlamentosunun görüşünün alınmasına ve ulusal Parlamentoların onayına gerek olmaksızın, Avrupa Polis Ofisince tamamen bağımsız bir şekilde yürütüldü. Gizlice yürütülen müzakerelere karşın, Avrupalı yurttaşlar işin sonunda söz konusu metnin içeriğini öğrenebildiler çünkü ABD Kongresince imzalanabilmesi için belgenin bir bölümü üzerindeki gizliliğin kaldırılması gerekti [3].

Aynı şekilde, Patriot Act’ın geçici hükümlerinin, sürekli nitelik kazanan diğer hükümleri dışında halen sadece iki önlemle sınırlı kalmasına karşın, geleneğe uygun olarak Kongre tarafından her dört yılda bir onaylanması gerektiğini hatırlatalım.

Avrupa Parlamentolarının sürekli olarak değersiz kılınması

Avrupa Birliği üyesi Devletler ise aksine parlamento kurumunun sistematik olarak değersiz kılınması tutumunu benimsediler. Ulusal yasama süreci düzeyinde, hükümet için güç kullanma yoluna gidildiğinin gösterilmesi söz konusudur. Fransa’da yürütme, Meclis başına tek seferde geçişi dayatarak parlamento tartışma sürecini kısaltma imkanı veren hızlandırılmış prosedürü kullanabilir [4]. Hükümet yine daha da ileriye giderek, Parlamentonun onayına sunmadan yasa çıkartmak için Anayasanın 49 maddesinin 3ncü şıkkında anılan yola başvurabilir [5]. 1958’den beri 85 ve Manuel Valls Hükümeti tarafından ise daha şimdiden 5 kez bu yöntem kullanıldı. Meclisleri devre dışı bırakma ya da her türlü parlamenter tartışmadan kaçınma prosedürleri, yasama erki herhangi bir direniş karşısında kararsızlık göstermemesine karşın kullanılmaktadır. Dolayısıyla hükümetin amacı olası bir muhalefeti aşmak değil ama başka yerlerde alınmış kararları sadece kayıt altına alma işlevi gören parlamenterlerden daha çok halklara, Boris Yeltsin’in formülüyle « en iyi parlamentonun, yasaları onaylayan ve politika yapmayan parlamento » olduğunu göstermektir. Söz konusu olan artık ulus devletin bir karar alma organı değil ama ABD süper gücünün ve onun uluslararası örgütlerinin politikalarının onay yeri olduğunu yurttaşlara kabul ettirmektir. Yürütmenin ve uluslararası oluşumların dayatmaları karşısında parlamenterlerin itaatinin teşhiri ve ritüelleştirilmesi, halkların kendilerini teslim etmeye davet edildiği bir görüntüyü oluşturmaktadır.

Emperyal yapıya uygun bir güç imajı

Eski kıtanın Devletlerinin aksine, ABD parlamento kurumu projektör ışıklarının altındadır. Dahili ve özellikle de harici alanda, ABD egemenliği için bir görüntüsel gösterge işlevi görmektedir. Öncelikle, sağlam yapısını koruyarak, « Amerikan ulusunun » asli egemen iktidarının teminatı ve diğer ülkelerin bağlılık göstermesi gereken, yalnızca Amerika Birleşik Devletlerinin deyimin tam anlamıyla bir Devlet olarak ayakta kalmayı başardığının, ona tabi ülkelere gösterilmesi söz konusudur. Bu da eski kıtadaki birçok ulusun tersine, Kongrenin vazgeçilmez biçimsel rolünü korumayı sürdürmesini açıklıyor.

ABD’nin özgüllüğü, kurumlarının istisnai niteliğinin, bunların kesinlikle ABD’nin diğer Devletlere dayattığı yasama erkinin tasfiyesi ve Parlamentonun zayıflatılması türü reformlara tabi olmaması sonucunda belirginleşecektir. Emperyal yapının komutası, Amerika Birleşik Devletlerinin kendi eliyle tesis ettiği uluslararası yapılara göre, ABD devletinin bağımsızlığının görüntüsel göstergesinin yaratımını varsaymaktadır.

Her yerde mevcut olan ve biçimsel olarak değerli kılınan ABD parlamento kurumu imajı bazı gözlemcilerin Başkanın yetkilerinin yasama erki tarafından denetlendiği ve Anayasa tarafından kesin bir şekilde sınırlandırıldığını düşünmelerine yol açmıştır. Öte yandan, yasama erkinin gücü, yasa üretimi üzerinde veto hakkı vererek Başkana istisnai ayrıcalıklar tanıyan temel yasa tarafından zaten dengelenmiştir.

Başkanlığın « Signing Statements »’leri

Özellikle, yasama erkinin faaliyetlerinin önemi, yürütme işlevi karşısında yasanın zorlayıcı niteliğini alt üst etme imkanı veren « Signing Statements »’lerin kullanımıyla kolayca azaltılabilir. Yasanın onay belgesi ekinde yer alan Başkanlık açıklaması, genelde özü itibariyle yasayı değiştirme etkisine sahiptir.

Donald Reagan’dan beri, Başkanın onayına sunulan yasalarda, kesintisiz bir biçimde, yasalara eşitliği ve anayasayı yorumlayan başkanlık açıklamaları eklenmesi geleneği yerleşmiş durumdadır. Bu prosedür Başkan’a metine ilişkin çekincelerini duyurma ve bizzat kendisinin resmen onayladığı yasaları yasal olarak uygulamama imkanı sunmaktadır. Böylece bazı yasama hükümlerinin uygulanmasına ilişkin kuralları ve bağlamı belirleyen kendisidir. Bu prosedür H.W.Bush, B.Clinton ve özellikle de G.W.Bush tarafından yaygın olarak kullanıldı. Başkan Obama da onlardan geri kalmadı. Örneğin National Defense Authorization Act’ı 31 Aralık 2011’de imzalarken, yönetiminin « ülkenin kuruluşunda temel alınan değerlerin muhafazası ve güvenliğimizin bağlı olduğu esnekliği korunmasını sağlayacak şekilde aşağıda belirtilen hükümleri yorumlayıp uygulayacağını » belirtmiştir [6]. Yürütme faaliyetlerinin « esnekliğini » sınırlandırabilecek, yabancı teröristlerin askeri olarak esir alınmasına ilişkin yasal zorunluluğa karşı çıktı. Yürütme erkinin parlamento kurumu karşısında mutlak bağımsızlığı olarak kavradığı « kuvvetler ayrılığı » ilkesi adına, esirleri örneğin CİA’nin « offshore » kamplarında tutmaya ilişkin idari tercihi savunmaktadır. Burada üstünlük artık yasama metninden çıkıp, fiilen Başkanlık inisiyatifine geçmiş durumdadır.

Güçler ayrılığının alt üst oluşu

Böylece Obama, « Signing Statements » prosedürünün kullanılması yoluyla, Aydınlanma kökenli bir örgütlenme yöntemi olan güçler ayrılığı ilkesini alt üst ediyor. Montesquieu için asıl amaçlanan, siyasi gücün tek bir otoritede toplanmasını engellemektir. Bunun için erkler dengeleniyor ve karşılıklı olarak birbirilerini sınırlandırıyorlar. Aksine, ABD Başkanının algıladığı şekliyle güçler ayrılığı ilkesi, yasamanın yürütme üzerinde herhangi bir denetimde bulunmaması için, Devlet gücünün uygulanmasında bir ayırma işlevi görmektedir. ABD yürütme erki için, kurallara göre karar merciinin üstünlüğünü yeniden sağlamak ve yasama kurumunun çıkarttığı yasalara sıkı sıkıya tabi olmadığını belirtmektir. Bu bağlamda, güçler ayrılığı ilkesi Başkanlık faaliyetlerine konulan sınırın yokluğu anlamına geliyor.

« Signing Statements »’lerin kullanılması bir ABD foundamental’i haline geldi. Başkan Reagan bu yola iki görev süresi boyunca 250 kez başvurdu. H.W.Bush bu uygulamayı 228 kez sürdürdü. Demokrat Başkan Bill Clinton 381 « Signing Statements » kullanarak onlardan geri kalmadı. Başkan George W.Bush, imzasına sunulan yasalara 152 yorum ekleyerek bu geleneği biraz daha sınırlı bir şekilde sürdürdü. Onaylarına sunulan yasama metinlerine ilişkin Başkanların imzaladığı açıklamalar, aynı zamanda yasal hükümlerin meşruluğuna ya da Anayasaya uygunluğuna ilişkin yorumlara ve bazı maddelere dair muhalefet şerhlerini içeriyorlar. Başkanlık itirazlarının yüzdesi değişkenlik gösteriyor. George W.Bush döneminde, iki görev süresi içerisinde onaylanan yasaların %78’ine karşılık geliyordu.

Barack Obama’ya gelince, birinci Başkanlık seçimi kampanyası sırasında buna karşı olduğunu belirtmesine rağmen, bu prosedüre 33 kez başvurdu. Donald Trump’ın gelecekteki başkanlık dönemiyle ilgili olarak, öncüllerinin çizdiği yolu izlemesine ve Başkanlığın faaliyetleri üzerinde Meclislerin denetimini sınırlayan ve böylece önceki Başkanların çekincelerle imzaladığı ya da kendisinin de aynı şekilde « Signing Statements »’lere başvurarak onaylayacağı kimi yasa hükümlerine tabi olmama imkanı veren bu uygulamaya başvurmasına hiçbir şey engel olmayacaktır.

Çeviri
Osman Soysal

[1Mathilde Dangé, « Le président américain n’a pas tous les pouvoirs », Le Monde.fr, 11 Kasım 2016.

[2Aline Robert et Marion Candau, « CETA, TTIP : la France fait encore volte-face sur la politique commerciale européenne », La Tribune.fr, 14 Kasim 2016.

[3Jean-Claude Paye, « Europe-États-Unis : un rapport impérial », Réseau Voltaire, 25 Şubat 2004.

[4«À quoi sert la procédure accélérée», Assemblée nationale, 18 Kasım 2011.

[5Benjamin Bruel, « Qu’est-ce que le 49.3 », Le Monde.fr, 5 Temmuz 2016.

[6Jean-Claude Paye, “Bush, Obama, le changement dans la continuité”, Réseau Voltaire, 9 Kasim 2012.