Geleneksel Büyükelçiler haftasına katılan Cumhurbaşkanı Macron, Élysée Sarayı’na gelişinden beri ilk genel dış politika konuşmasını yaptı [1]. Bu makalede tırnak içerisinde geçen tüm kısımlar bu konuşmadan alınmıştır. Cumhurbaşkanı Fransa için dünyada öngördüğü rolü açıkladı, ne de bugünkü uluslararası ilişkilere dair manzaralar sundu ama bu aracı nasıl kullanmak niyetinde olduğunu anlattı.

Ona göre Fransa 1989’dan beri, Berlin Duvarının çöküşü, Sovyetler Birliğinin dağılması ve ABD küreselleşmesinin başarısı gibi dünyada süregelen değişikliklere ayak uydurmakta başarısız olmuştur. Ülkeyi yeniden inşa etmek için, eski ulusal egemenlik anlayışına geri dönmeyi istemek anlamsız olacaktır. Aksine kullanılmaya elverişli kaldıraçları ele geçirerek ilerlemek gerekmektedir. Bu nedenle, bugün artık « Egemenliğimiz, Avrupa’dır ».

Gerçi Avrupa Birliği bir canavar, « bir Leviathan »dır [2]. Halk nezdinde meşruluğu yoktur ama uyruklarını koruduğu zaman meşru hale dönüşmektedir. Bugünkü şekli itibariyle Fransız-Alman çiftinin egemenliği altındadır. Dolayısıyla Emmanuel Macron ve Şansölye Angela Merkel onu birlikte yönetebilirler. Bunun sayesinde Macron, Fransız Cumhurbaşkanı sıfatıyla Polonya’ya gidebilmiş ve tarih açısından Polonya’ya çatma imkanı olmayan Alman partnerinin onayıyla, Birliğin sözde temsilcisi olarak konuşmuş, Başbakanına hakaret edebilmiş, egemen olmadığını ona hatırlatmış ve Avrupa saflarına geri döndürebilmiştir.

Bundan böyle, şansölye ile birlikte dört alanda harekete geçmeye karar vermişlerdir:
 İşçilerin korunması;
 İltica hakkı reformu ve göç politikası alanında Avrupa işbirliği;
 Stratejik yatırımlar için bir ticaret politikası ve denetim araçları;
 Savunma Avrupa’sının geliştirilmesi.

Bu hedefler tabi ki Fransa dahil her bir üye devletin ulusal politikalarını belirlemektedir. Örneğin Macron hükümetinin İş Kanunu reformuna ilişkin yayınladığı yönetmelikler, Brüksel’in memurlarının çok önceden beri verdiği talimatlara uygun olarak işçilerin korunmasına ilişkin en asgari sınırları getirmektedir. Göç alanındaki Avrupa işbirliği, Alman sanayinin işlemesini sağlayacak konukseverlik eşiklerini belirlerken, iltica hakkı reformu Schengen alanı içerisindeki Fransa’nın mülteci kabul kapasitesini belirleyecektir [3]. Savunma Avrupa’sı Birliğin ordularını birleştirme ve NATO’nun heveslerine kolektif olarak entegre etme imkanı verecektir.

Fransa ve Almanya, Avrupa Birliğinin daha hızlı ilerleyebilmesini sağlamak için, ortaklarını istedikleri gibi seçerek çeşitli konularda güçlendirilmiş işbirlikleri düzenleyeceklerdir. Böylece sadece sanki kendi aralarında zaten anlaşmışlar gibi önceden seçilmiş devletler arasında oybirliği ilkesi korunacaktır.

Bu bütünün birlikteliği dört ortak değer etrafında korunacaktır:
 « seçimli ve temsili demokrasi,
 insan onuruna saygı,
 dinsel hoşgörü ve ifade özgürlüğü,
 kalkınmaya inanç ».

« Seçimli ve temsili demokrasi », artık ulusal egemenlik diye bir şey olmadığı için sadece yerel düzeyde (belde ve yönetim bölgeleri ortadan kalkacağı için, belde ve yönetim bölgeleri toplulukları) uygulanacaktır.

« insan onuruna saygı, dinsel hoşgörü ve özgürlük » Anayasanın giriş bölümünde yer almasına karşın artık 1789 Beyannamesi değiş, İnsan hakları ve temel özgürlüklerin korunmasına ilişkin sözleşme kapsamında anlaşılmalıdır.

« Kalkınmaya inanç », herkesin sıkıntısız ülkeler olarak gördüğü, bir anda haritadan silinmiş ve taş devrine geri gönderilmiş genişletilmiş Ortadoğu’da Avrupa uyrukluları seferber etme imkanı sağlayacaktır.

Macron yöntemi

Fransa, « çok kutuplu ve istikrarsız dünya »ya uyum sağlamak için Avrupa aracını kullanmalıdır. Avrupa Birliğinin Atlantik askeri ittifakının sivil kanadı olması nedeniyle, Cumhurbaşkanı Sadi Carnot ve İmparator III. Aleksandr’ın kurdukları Fransız-Rus ittifakını yeniden kurmak söz konusu olmadığından, Fransız diplomasisini tarih ya da değerler üzerine kurmak hiçbir işe yaramaz.

Aksine, « stratejik çıkarları birinden farklı olan büyük güçlerle mevcut olan bağları » muhafaza etmek için « karşı ağırlık » rolünü oynamak gereklidir. Şunu iyi anlamanız gerekir ki Cumhurbaşkanı bir tarafta, ABD ve diğer tarafta Rusya ve Çin arasında birbiriyle çelişen çıkarlardan değil ama bu iki büyük gücün ABD ile muhafaza etmesi gereken bağlardan söz ediyor.

« Bunun için (…) var olan ittifaklar geleneğine sarılmamız ve kurnaz bir şekilde, daha etkin olmamızı sağlayan, durumlara özel ittifaklar inşa etmemiz gerekiyor ». Dolayısıyla diplomatların rolü uzun vadede artık Fransa’nın değerlerini savunmak değil ama kısa vadede fırsatları, vurgunları kollamaktır.

« Küresel istikrar »

Bu Avrupalı çalışma kapsamı ve yöntemi ortaya konduktan sonra, Fransız diplomasisinin görevi aynı zamanda hem « küresel istikrara » katılarak Fransızların güvenliğini sağlamak, hem de « ortak evrensel varlıkları » koruyarak nüfuz kazanmaktır.

Berlin Duvarının çöküşünden ve ulusal egemenliğin sonundan beri, ortada konvansiyonel düşman kalmadığına göre, Fransa’nın topraklarını korumak için artık bir orduya ihtiyacı yoktur. Buna karşın, kendisinden aynı zamanda her yerde ve her zaman hazır ve nazır bir polis ve yurtdışında terörizme yuvalandığı her yerde, bir yandan Suriye ve Irak’ta, bir yanda Libya ve Sahel bölgesinde müdahale etme yeteneğine sahip tasarım orduları gerektiren konvansiyonel olmayan bir düşman olan « İslamcı terörizmle » baş etmelidir. Tabi ki Cumhurbaşkanı Macron’u genelkurmay başkanını tasfiye etmeye iten bir bütçe sorunu değil ama bu nesnel değişimdir. Geriye poliste reform yapmak kalmaktadır.

Fransa, söyleminde siyasal İslamcı ideoloji ile Müslüman dini arasında bir bağ kurmayı sürdürerek Müslüman olan uyruklarını korumayı sürdürecektir. Bu yolla Müslüman inancının uygulanmasını kontrol edebilecek, onu eğitebilecek ve de facto olarak müminlerini etkileyebilecektir.

Terörizmle mücadele, Fransa’nın birçok uluslararası kurum üzerinden yapmayı sürdürdüğü gibi aynı zamanda finans kaynaklarının kurutulması anlamına gelmektedir; somut olarak « bölgesel krizler ve kamplaşmalar, Afrika ve Müslüman dünyasındaki kamplaşmalar » olması nedeniyle bazı devletler bu finansmana gizlice katılmaktadırlar. Oysa ilk olarak terörizm insan kaynaklı olmadığına ve bir mücadele yöntemi olduğuna göre ve ikinci olarak yasaklandıkları iddia edildiğinden beri terörist faaliyetler gözle görülür şekilde daha iyi finanse edildikleri için, bu düzeneğin Washington tarafından Müslüman Kardeşler’e değil ama İran’a karşı yürürlüğe sokulduğu açıktır. Her ne kadar bunun açık bir şekilde terörizmin finansmanıyla hiçbir ilgisi olmasa da, Cumhurbaşkanı Macron, Suudi Arabistan’ın tarafını tutup İran’ı mahkum etmek üzere, Suudi-İran karşıtlığı sorununu ele alıyor.

IŞİD’in « çıkarlarımıza, yaşamlarımıza, halkımıza » yönelik gerçekleştirdiği saldırılardan beri, Irak ve Suriye’de barış « Fransa için yaşamsal bir önceliktir ». Mayıs ayından beri devam eden yöntem değişikliği buradan doğmuştur: gerçi Paris, Astana müzakerelerinin « dışında tutulmuştu » ama bugün Astana toplantılarının katılımcılarıyla teker teker görüşerek « mevcut durumun somut olarak ilerlemesini » sağlamaktadır. Onları uzun süreden beri Başkan Obama tarafından tespit edilen hedeflere yönelmeye ikna etmiştir: kimyasal silahların yasaklanması ve çatışma bölgeleri insani yardımların ulaştırılması. Nihayet Fransa, BM Genel Kurulu dolayısıyla Jean-Yves Le Drian öncülüğünde toplanacak bir « uluslararası temas grubu » kurmuştur. Suriye’nin hukuk devletine geri dönüşünü « başta ülkenin yöneticileri olmak üzere, işlenen suçlar için adalet » mekanizmasının işletilmesi süreci izlemelidir.

Başkan Macron böylece, daha önceki açıklamalarıyla karşılaştırıldığında bir geriye dönüş yapmaktadır. JDD’ye verdiği bir röportajda ima ettiği gibi, artık Suriye Arap Cumhuriyetini kabul etmek ve IŞİD’e karşı desteklemek değil, aksine daha önceki ikili oyunu izlemek, Şam’a karşı cihatçılara silah tedariki yapmaya devam etmek üzere insani yardım gerekçesini kullanmak söz konusudur. Suriyeli yöneticilerin yargılanacağının duyurulması Suriye Arap Cumhuriyetinin bozgunuyla eşdeğerdir, çünkü hiçbir zaman, ama hiçbir zaman bir devlet zafer kazanan generallerini savaş suçundan dolayı yargılamamıştır. Cumhurbaşkanı Macron bu yöneticileri hangi mahkemenin yargılayacağını belirtmiyor ama açık ve kesin ifadesi, daha henüz 2012 yılında (yani savaşın genele yayılmasından önce) 120 Suriyeli yöneticinin « mahkumiyetini » öngören, Bayan Merkel’in bir üst düzey memuru olan Volker Perthes yönetiminde yazılmış olan BM siyasi işler direktörü Jeffrey Feltman planına göndermede bulunmaktadır [4].

Cumhurbaşkanı Macron Libya ve Sahel bölgesiyle ilgili olarak, « Libya Başbakanı » Feyyaz el-Sarac ile « Libya Ulusal Ordusu Komutanı » Halife Haftar’ı birbiriyle yakınlaştırdığı La-Celle-Saint-Cloud girişimini hatırlattı. Bu zirve sırasında, Libya ulusal hazinesinden 100 milyar doların gizemli bir şekilde kayboluşuyla ilgili her türlü talepten vazgeçmeleri kaydıyla her iki adama da Avrupa Birliğinin desteğini garantilemişti [5].

Libya Arap Cemahiriyesinin devrilmesinin ilk sonucu, büyük bir şekilde ekonomisini desteklediği Mali’nin istikrarsızlaştırılması oldu [6]. Ülke o sıralarda bir tarafta yerleşik bantular, diğer tarafta göçebe tuareg’ler olmak üzere ikiye bölünmüştü. Fransız askeri müdahalesi bunları dikkate aldı ve siviller üzerinde oluşan ilk etkilerini durdurduLibya’ya karşı yürütülen savaşın sonuçlarını durdurmak ve sadece Muammer Kaddafi’nin çıkmasına engel olduğu siyahilerle Araplar arasında çatışmayı önlemek üzere Fransa tarafından. Sahel bölgesi G5’i, oluşturuldu. Sahel’in kalkınması için ittifak’a gelince onun amacı –çok daha zayıf imkanlarla– Libya’nın bu bölgede geliştirdiği kalkınmaya yardım programının yerini almayı hedeflemektedir. Alınan bu önlemlerin tamamı, Pentagon’un on yıl içerisinde kaosu yayma programını kara kıtaya yayma planını uygulamaya koymasıyla Afrika’nın bu bölümünün istikrara kavuşmasını sağlayacaktır [7].

Cumhurbaşkanı Macron, yakın zamanda Afrika ve Avrupa’dan ortaklarına kabul ettirdiği Afrika kıtasında Avrupalılara ait göçmen büroları kurulmasına yönelik ortak açıklamadan söz etmektedir. Birlik tarafından kabul edilecek olan göçmenlerin daha başından seçilerek ayrılması ve toplu göç girişimlerine son vermektir. « Zorunluluğun yolları, özgürlüğün patikaları haline dönüşmelidir »; bu sözcük kurgusu Cumhurbaşkanlığının düşüncesini özetliyor: Afrika zorunluluk, Avrupa özgürlüktür.

Emmanuel Macron’a göre, Afrika’da « güvenliği sağlamanın yolu » üç D’den geçmektedir: « Défense (güvenlik), Développement (kalkınma) ve Diplomatie (diplomasi) », yani Fransız tasarım ordusunun, Fransız yardımlarının ve Fransız yönetimin varlığı; yani ekonomik sömürgeleştirmenin klasik programı.

Ortak varlıkların korunması

Frankofoni ve turizmin sağladığı kolaylıkları göz ardı etmeyen Cumhurbaşkanı Macron bu konuya uzun gelişmeler ayırdı. Bu konuda, ülkesinin nüfuz alanını yaymak için Fransız hukuk sisteminden yararlanma düşüncesini harekete geçirdi. Bunu yaparak, bir anlaşmanın yazılış şeklinin onun anlayışını tasarlayan ülkenin nüfuzunu yaydığını öngören « Korbel Doktrinini » kendi hesabına yeniden ele alıyor. Bu doktrin önce kızı Madeleine Albright, daha sonra da evlatlık kızı Condoleezza Rice tarafından uluslararası sözleşmeleri Anglosakson hukukuna göre yazılması için uygulanmıştır.

Birinci ortak varlık gezegenimizdir.

Bu konuşma, Bakanın personeline bundan böyle yönetiminin ilk görevinin ekonomik diplomasi olduğunu anlatmaya geldiği « Büyükelçiler haftası boyunca » yapılmıştır. Dışişleri Bakanı olduğu Laurent Fabius’u aklına ihracatı arttırmak için Fransız diplomatik ağını seferber etme düşüncesi gelmişti. Bu amaçla, başına Muriel Penicaud’yu getirdiği bir kamu kurumu olan Business France’ı kurmuştu. Bu kurum, kendisine emanet edilen parayı Macron’un yurtdışındaki seçim kampanyasını yürütmek için kullandı, ki bu da yargıyla başının belaya girmesine neden oldu. Penicaud bugün Çalışma Bakanıdır ve « çalışanların korunmasını » belirleyen yönetmelikleri hazırlayan kişidir. Bu amaçla –ve anayasanın kendisine verdiği rolü ihlal ederek- Cumhurbaşkanı Macron’un Birleşmiş Milletler’de sunacağı çevreye yönelik anlaşmayı hazırladı.

İkinci ortak varlık barıştır.

Cumhurbaşkanı Macron, « Savunma Avrupa’sı » aracılığıyla NATO’ya yeni bir « soluk vermek » niyetindedir. İttifak gerçekten de Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de ve Ukrayna’da tanık olduğumuz gibi « barışın » teşvikini hedeflemektedir.

Üçüncü ortak varlık Adalet ve özgürlüklerdir

Daha önce Avrupa Birliğinin « insan kişiliğine saygı, dinsel hoşgörü ve ifade özgürlüğü » olan ortak değerlerinden söz eden Cumhurbaşkanı Macron, bundan böyle « kadınların yeri, basın özgürlüğü, sivil ve siyasi haklara saygının » evrensel değerler haline dönüştüğünü belirtiyor. Ne yazık ki Avrupalı olanlarla evrensel olanlar arasındaki ayrımın ne olduğunu vurgulamadı. Paul Ricoeur ile tanıştığından beri onun felsefesinden otlansa da, siyaset felsefesine çok akıl yormadığı görülüyor ve yaptığı konuşmada İnsani yarım hakkıyla İnsan Haklarını ve bu konudaki Anglosakson (devletin suiistimallerine karşı bireyin savunulması) ve Fransız anlamlarını (insanların, yurttaşların ve ulusun sorumlulukları) birbiriyle karıştırdığı görülüyor.

Dördüncü ortak varlık kültürdür.

Cumhurbaşkanı Macron seçim kampanyası süresince Fransız kültürü diye bir şey olmadığını, ama Fransa’da kültür olduğunu açıklamıştı. Benzer şekilde kültürü genel anlamıyla aklın gelişimi olarak değil ama ticari varlıkların bütünü olarak görmektedir. Bu nedenle, savaş sahnelerinde insanların yaptıklarını değil, kültürel varlıkların korunması için öncelinin yaptıklarını sürdürecektir.

Sonuç

Cumhurbaşkanı Macron’un dünya’ya ilişkin vizyonundan tüm derslerin çıkarılması için çok zamana ihtiyaç olacaktır.

Ona göre Fransızlar için olduğu kadar, genel olarak Avrupalılar için de halk egemenliği devrinin geçmiş olması, en önemli nokta olmayı sürdürüyor. Demokratik ideal yerel düzeyde sürdürülebilir, ama ulusal düzeyde artık anlamsızdır.

İkinci olarak, tüm siyasal rejimlerin –ister monarşik, emperyal ya da cumhuriyetçi olsunlar- bağlandığı ortak varlık anlayışı (res publica) da aynı şekilde bir başka zamana aitmiş gibi görünüyor. Onların bakış açısıyla bir ortak çıkara hizmet etmek –ya da hizmet ettiğini iddia etmek- söz konusuydu. Gerçi Emmanuel Macron Adalet ve özgürlüklerden söz ediyor ama bu saygın idealleri hemen yerküre ve ticari kültürel mallar gibi nesnelerle aynı düzeye yerleştirmek ve bir onursuzluğu, efendiliği NATO’ya vermek içindir. Cumhuriyetin de artık öldüğü anlaşılıyor.

Bu sunumun sonunda, konuşmacı güçlü bir şekilde alkışlandı. Ne ulusal basın, ne muhalefet liderleri bu konuda herhangi bir yorumda bulunmadılar.

Çeviri
Osman Soysal

[1« Discours d’Emmanuel Macron à la semaine des ambassadeurs de France », Emmanuel Macron, Réseau Voltaire, 29 août 2017.

[2Leviathan, Thomas Hobbes, 1651.

[3Avrupa Birliği Suriyeli mültecileri nasıl yönlendiriyor”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Murat Özdemir, Voltaire İletişim Ağı , 2 Mayıs 2016.

[4Almanya ve Birleşmiş Milletler Suriye’ye karşı”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, El-Vatan (Suriye) , Voltaire İletişim Ağı , 28 Ocak 2016.

[5Macron-Libia: la Rothschild Connection”, di Manlio Dinucci, Il Manifesto (Italia) , Rete Voltaire, 1 agosto 2017.

[6« La guerre contre la Libye est une catastrophe économique pour l’Afrique et l’Europe » Muhammed Siala ile röportaj, Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 3 juillet 2011.

[7ABD’nin dünyaya dair askeri projesi”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 22 Ağustos 2017.