IŞİD’in çökmesiyle dünyadaki tüm liderler Irak ve Suriye’nin yeniden inşası konusu üzerine kafa yorarken, her ne kadar kamuoyu önünde dile getirilmese de, önlerinde çok daha zor sorular belirmektedir.

Avrupa’da XVI. yüzyılda yaşanan din savaşları ya da XX. yüzyıldaki İkinci Dünya Savaşı gibi, her türlü ideolojik savaşın sonunda, yenilen askerlerin geleceğinin ne olacağı sorusu daima gündeme gelmiştir. Bunların birçoğu vahşice suçlar işledi ve zafer kazananların toplumları içerisinde yeniden entegre edilebilmesi mümkün görünmemektedir.

Musul, Rakka, Deyrizor ve Bukemal’ın peşi sıra düşmelerinden beri Halifeliğin kendine ait toprağı kalmamıştır. İslam Devletinin sonu, ABD’nin Irak ve Suriye’de İpek Yolunu kesen « Sünnistan » projesinin (Mayıs 2017’de Başkan Trump’ın müdahalesiyle sansürlenen Robin Wright Planı [1]) ABD tarafından terk edilmesinin sonucunda gerçekleşti. Sonuç olarak cihatçılar Irak ve Suriye orduları tarafından bozguna uğratıldılar.

Irak Parlamentosunun uzun süredir ortaya koyduğu üzere, IŞİD karşıtı küresel koalisyon üç yıl boyunca etkili olmayan bombardımanlar ve cihatçılara paraşütle silah atılması gibi farklı yöntemler kullandı. Sadece kenti tümüyle yerle bir ederek kalan cihatçıları ortadan kaldırmayı denediği Musul çatışmaları sırasında belirleyici bir rol oynayabilmiştir.

2015 yılında Halifeliğin elinde 240 000 savaşçı bulunuyordu:
 yalnızca IŞİD savaşçısı olan 40 000 cihatçı.
 Paul Bremer tarafından Irak Ordusundan atılmış 80 000 Nakşibendi üyesi.
 Yemenli savaşçıların soyundan gelen, Irak’ın Batısındaki Sünni aşiretlerden 120 000 kişi.

Bunların kaç tanesinin çatışmalarda öldüğünü ve savaş boyunca kaç tane yeni cihatçının bölgeye ulaştırıldığını değerlendirmemizi sağlayacak hiçbir yöntem bulunmamaktadır. Her iki tarafın açıklamaları ne olursa olsun, bugün hala sayılarının tam olarak ne kadar olduğu bilinmemektedir ve sadece önceki rakamlar temel alınarak yaklaşık bir tahminde bulunma imkanı vardır. IŞİD’e katılmış olan 200 000 Iraklı, Irak’ın Sünni nüfusu içerisinde eridiğini düşünsek dahi, yabancı cihatçılardan oluşan 40 000 azılı katılı ne yapacağız?

Halifeliği yenmek

Bir karşılaştırma yapmamız gerekirse, İkinci Dünya Savaşının sonunda, Wermacht (yani Alman Ordusu) sorunsuz bir şekilde devre dışı bırakılmasına karşın, SS’lerin (Nüremberg Mahkemesi tarafından bir suç örgütü olarak kabul edilen Nazi hareketinin birlikleri) kaderinin ne olacağı sorunun ortaya çıktığını anımsayalım. Sayıları 900 000’e yakındı ve tabi ki onları ne öldürmek, ne de yargılamak söz konusu olabilirdi. Birçoğu kendilerini unutturmak için evlerine geri döndü. Subaylar, ya Sovyet ekonomisini sabote etmek, ya da « özgür dünya » genelinde anti-komünist rejimler kurmak için SSCB’ye karşı mücadelede kullanılmak üzere ABD tarafından yeniden topluca silah altına alındı. Aralarından bazıları barışı reddetmiş ve iki yıl süresince savaşmaya devam etmiş, yani bugün de kullanılan bir deyimle « yalnız kurt » olmayı tercih etmişlerdi.

SS’lerin geri dönüşüm süreci CİA Başkanı Allen Dulles ve kardeşi Dışişleri Bakanı John Foster Dulles tarafından yürütülmüştür. ABD Kongresi bu operasyonun kapsamını ve yol açtığı sonuçları ortaya çıkarana kadar kimse bundan haberdar olmamıştır. CİA’nın ABD’deki faaliyetlerine ilişkin olarak kurulan Church ve Nedzi-Pike Komisyonları ve Cumhurbaşkanlığı Komisyonu 1975 yılından itibaren bu süreçle ilgili somut olguları ortaya koydular. Başkan Jimmy Carter bu programa son vermeye karar verirken, Amiral Stansfield CİA’de tasfiye süreci başlatır.

Uluslararası kamuoyu, ABD’nin otuz yıl boyunca yüz binlerce yurttaşın çalışma yasağına maruz kaldığı ve milyonlarcasının ispiyonlandığı bir kripto-diktatörlük olduğunu unutmadı. Buna karşın Suudi Arabistan, Bolivya, Güney Kore, Guatemala, İran, Filipinler ya da Tayvan gibi çok farklı ülkelerin CİA tarafından geriye dönüştürülmüş SS’lerden destek alan acımasız diktatörlükler tarafından yönetildiklerini tamamen unutmuş görünmektedir [2]. Zihin kontrol programları, uyuşturucu verme deneyimleri ve işkence okulları hep birlikte « Nazi biliminin » uzantısı olarak birbiriyle uyumlu bir bütünlük arz etmesine karşın, bunlar kimi zaman birbirilerinden ayrı olarak ele alınmaktadır.

Dolayısıyla şimdi de, aynı hatayı tekrarlamamak ve çocuklarımızı IŞİD’in cinayetlerinin devamıyla baş başa bırakmamak için cihatçılar sorunun çözümüne kafa yormamızda yarar bulunmaktadır.

Gerçi bugünkü durum İkinci Dünya Savaşı döneminden farklıdır. Bir yandan daha kolay bir ortam vardır çünkü cihatçılar SS’lerden çok daha az sayıdadırlar. Diğer yandan da durum daha karmaşıktır çünkü Adolf Hitler mağlup edilmiş olsa da, aynı şeyi cihatçıların azmettiricileri için söylememiz ne yazık ki mümkün değildir.

 1. Kendi başlarına hareket ederek kaçanları bir kenara bırakalım. Bunlar sadece bir polis sorunu oluşturmaktadır, daha fazlası değil.

 2. Grup halinde olan başkaları, ya eski Halifelik topraklarına yakın yerlerde, ya da geldikleri ülkelerde, çete reisi olabilecekleri yeni topraklar ele geçirmeye kalkışmaktadır. Ama artık küresel bir stratejinin parçası olarak hareket etmiyor görünmektedirler.

Aralarından 200 tanesi, El Kaide denetimindeki İdlib’e geri çekilmiştir. Burada çeşitli isyancı gruplarla çatışma halindedirler.

Bir kısmı Afrika’ya gitmiştir. Mısır-İsrail askeri ittifakına karşı savaştıkları Sina Yarımadası’nda [3]; Trablus Bölgesini elinde bulundurdukları Libya’da ve Çad-Nijer ittifakıyla çarpıştıkları Nijerya’da yer almaktadırlar.

 3. IŞİD’e bağlı cihatçıların önemli bölümü iki gruba bölünmüş durumdadır. ABD (Kürt anarşistleri aracılığıyla) ve Türkiye bunları profesyonel savaşçılar gibi değerlendirmekte ve onlara bir paralı asker geleceği fırsatı sunmaktadırlar.

a) Birinci grup Suriye’de konuşlu bir Sınır Güvenlik Gücü’nün yarısını oluşturmak üzere Brett McGurk ve General Joseph Votel tarafından yeniden görevlendirilmiştir. Bu proje General Jim Mattis tarafından sansürlendiği için bu güç oluşturulmamıştır. Söz konusu cihatçılar ABD askeri üssünün çıkışında yer alan Kaşam’a yerleşmiş durumdadır [4].

Geçtiğimiz hafta Demokratik Birlik Partisi (PYD), yani anarşist Suriyeli Kürtlerin partisi bunları affetti ve Güvenlik Konseyindeki Rus Büyükelçisi Vasili Nebenzia’nın ortaya koyduğu gibi, kendi milisi Halk Savunma Birlikleri (YPG) bünyesine katmaya başladı. Oysa YPG resmi olarak ABD askerleri tarafından silahlandırılıp eğitildiği için bu cihatçılar, Sınır Güvenlik Gücü sıfatını taşımıyor da olsa fiilen Pentagon komutası altına girmiş oluyor.

b) İkinci grup, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bayrağı altında Recep Tayyip Erdoğan tarafından geri dönüştürülmüştür. 2011 yılında Atlantikçi basın tarafından Suriye Arap Ordusundan firar eden askerlerden kurulduğu şeklinde sunulan ÖSO gerçekte Fransa’nın askeri himayesi altındaki Libyalı El Kaide savaşçılarından oluşturulmuştur [5]. İki kez dağıtılan ordu yeniden oluşturulmuştur ve Türk Ordusuyla Afrin’de omuz omuza çarpışmaktadır.

Cihatçılar içerisindeki ABD yanlısı ve Türk yanlısı bölünmesi Türk-ABD ittifakı içerisindeki ayrışmanın bir yansımasıdır.
• Brett McGurk, ABD karşıtı direniş konusundaki oybirliğini bir Sünni-Şii iç savaşına dönüştürmek üzere Irak’ta İslam Emirliğini (daha sonra IŞİD’e dönüşen) tasarlayan ve örgütleyen John Negroponte ve Donald Rumsfeld’in ekibindendi.
• Recep Tayyip Erdoğan, siyasi kariyerinin başlangıcında, İzzet İbrahim el-Duri (Iraklı Nakşibendilerin büyük üstadı) ve Necmettin Erbakan (Türkiye) tarafından kurulan bir Irak-Alman-Türk İslamcı örgütü olan Milli Görüş yöneticilerinden biri iken, Rusya’ya karşı savaşan Çeçen cihatçılarına yönelik silah sevkiyatını yönetiyordu. Uzun süre sonra Başbakan olduğunda, Suriye Arap Cumhuriyetine karşı verdikleri mücadelede cihatçılara yardım etmiş ve kayıtsız olarak IŞİD’e destek olmuştur [6].

Ne olursa olsun cihatçıların bölünmesinin etnik fırsatlara ve kökenlere de bağlı olduğu görülmektedir. Örneğin eski Halep Emiri Abdullah Sufuni’nin Türkiye’nin Irak’a müdahalesi sırasında verilen kayıpların intikamını almak için ABD saflarına katıldığı söyleniyor. Kafkas kökenli cihatçıların ise yüzlerini otuz yıldan beri sıkı ilişkiler içerisinde oldukları Türklere dönmüşlerdir.

 4. Her ne kadar Pentagon Akdeniz’i İran ve Çin’e bağlayan iletişim yolunu kesmek üzere bir devlet kurmaktan vazgeçse de, Amiral Arthur Cebrowski’nin « küreselleşmeyen dünya » toplumlarını ve devletlerini yok etmeyi hedefleyen stratejisini terk etmemiştir [7]. IŞİD savaşçılarının bazıları bu planı sürdürmek için tamamlayıcı özel kuvvetler halinde yeniden silahlandırılmıştır.

Bu bağlamda bazı cihatçılar, Vladimir Putin’in Afganistan özel temsilcisi Zamir Kabulov’un ortaya çıkardığı gibi ABD Ordusu tarafından Hint alt kıtasına, Afganistan’a, Pakistan’a, Hindistan’a, Bangladeş’e ve Myanmar’a (ama Sri Lanka’ya değil) aktarılmıştır.

İran Genelkurmay Başkanı General Muhammed Bageri ABD Hava Kuvvetlerinin IŞİD üyelerinin bir bölümünü Irak ve Suriye’den Afganistan’a naklettiğini doğruladı. İran Cumhurbaşkanı Şeyh Hasan Ruhani, Rus mevkidaşı Vladimir Putin’i arayarak bu istihbaratı teyit etti. Ardından basına bir açıklama yaparak İran’ın, ABD yanlısı IŞİD’çilere karşı Afganistan’a yardım teklifinde bulunduğunu ifşa etti.

Pakistanlı senatör Rahman Malik’e göre Hindistan, söz konusu cihatçılarla Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin Hindu Partisinin milis gücü Raştriya Svayamsevak Sang arasında bir işbirliği örgütleme hazırlığındadır. Ortadan kaldırmak üzere Keşmir bölgesindeki Müslüman isyancıların arasına sızılması düşünülmektedir. Mahatma Gandhi’yi öldüren RSS, çok eskilere dayanan aşırı şiddet kullanımı geleneğine sahiptir. Rahman Malik sadece basit bir senatör değildir. Benazir Butto tarafından karşı casusluk bölümü başkanı olarak atanmış ardından da Pakistan İçişleri Bakanı olmuştur. Yakın zaman içerisinde BM’nin konuyu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşıması ve Narendra Modi’nin yargılanması için bir süreç başlatmıştır.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Ra’ad el-Hüseyin geçtiğimiz hafta Myanmar’daki Rohingyalar krizinin [8] bölgesel bir çatışmaya dönüşebileceğini açıkladı. Eğer böyle olursa çatışma önce, çok sayıda sığınmacının yaşadığı Bangladeş ve Malezya’dan başlayacaktır.

Yüzlerce sayıda başka cihatçı ise Latin Amerika’ya geri döndü. Çoğunlukla Trinidad ve Tobago kökenli olan bu cihatçılar 13 ve 14 Şubat’taki karnaval sırasında bir büyük saldırı düzenleme hazırlığında iken saldırıdan beş gün önce yakalandılar. Bu komandonun görevi, Temmuz 1990 tarihli başarısız askeri darbenin çizgisinde, Karayip Adalarındaki İslamcı geleneği yeniden yaşamaktı. Ardından Venezüella aşırı sağı tarafından ülkede yaratılan karışıklıklardan yararlanarak, ülkeyi Suriye’nin tanık olduğuna benzer bir savaşa sürükleyeceklerdi.

Halifeliğin ideolojisini yenmek

Batılılar İkinci Dünya Savaşı sonunda eski SS’lerin yeniden kullanımı fırsatını kaçırsalar da, buna karşın hemen hemen her yerde temsil ettikleri ideoloji olan Nazizm’in kökünü kurutmayı başardılar. Bu ideoloji ancak Sovyet ekonomisini sabote etmekle görevli stay-behind ağlarında, bugün yeniden ortaya çıkmakta olduğu Baltık ülkeleri ve Ukrayna’da geri dönüştürülen SS’ler aracılığıyla desteklenmektedir.

Birleşmiş Milletler kurulduğunda her şeyden önce Nazilerden arınma ve savaş propagandasıyla mücadele için bir uluslararası eşgüdüm amacı gütmüştür. Tüm üye devletler Nazilerin sembollerini ve yayınlarını yasaklamıştır. Nazi partisi NSDAP kapatılmış ve savaş propagandası sansürlenmiştir. Oysa Rusya Federasyonu ve müttefikleri dışında kimsenin bugün itibariyle siyasal İslam ideolojisiyle ve onu savunan parti olan Müslüman Kardeşler Cemaatiyle mücadele etme kaygısı içerisinde olmadığı izlenmektedir.

Örnek olarak Fransa, ülkedeki Müslümanları temsil etmekle yükümlü bir kuruma sahiptir. Cemaat iki temsilcisinin buraya yerleşmesini ve kurumun başkanlığının bir Cezayirli memurdan alınıp Türk Milli Görüş üyesi birine emanet edilmesini başarmıştır. Eş zamanlı olarak, halen hakkında bir suçtan dolayı soruşturma açılan Müslüman Kardeşler kurucusunun torunu Tarık Ramazan’a karşı küresel çapta bir kampanyayı örgütlemektedir. Bu hamleyle amaç Cemaatin ideolojisiyle doğrudan yüzleşmekten kaçınarak, bu rahatsız edici simgeyi gözlerden uzak kılacak şekilde bu tartışmayı kişiselleştirmektir.

Müslüman Kardeşler Cemaati daha önce de İkinci Dünya Savaşı sonunda, Mısır’da gerçekleştirdiği siyasi cinayetler ve Nazi Almanya’sına sağladığı istihbaratlar gerekçesiyle dağıtılmıştı. Ama ideolojisine karşı hiçbir girişimde bulunulmamıştı. Hatta daha da kötüsü İngiliz MI6’sı, Cemaati kendi çıkarlarına göre yeniden örgütlemek için başlıca liderlerinin hapse atılmasından yararlandı. Muhammed Mursi felaket serüveninden sonra Mısır, Cemaati yeniden yasakladı ama Devlet Başkanı Abdülfettah el-Sissi ülkesinde barışı sağlama kaygısıyla eşinin başörtüsü takmasına izin veriyor (başörtüsünün İslam ile hiçbir ilgisi yoktur ve ancak Bağdat Halifeleri döneminde ortaya çıkmıştır).

Iraklılar ve Suriyeliler IŞİD’in Halifeliğini yıktılar ama savaş henüz yeni başlamıştır. Cihatçıların bir bölümü görevlerini sürdürürken, ideolojileri serbestçe dolaşımdadır. Bir kez daha Batılıların stratejileri için böylesine işe yarayan bir aracı terk etmeleri çok zor olacaktır.

Çeviri
Osman Soysal

[1Imagining a Remapped Middle East”, Robin Wright, The New York Times Sunday Review, September 8, 2013.

[2Inside the League, Scott & Jon Lee Anderson, Dodd Mead & Company, 1986. “Uluslararası suçun enternasyonali, Dünya Anti-Komünistler Birliği”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 12 Mayıs 2004.

[3Secret Alliance : Israel Carries Out Airstrikes in Egypt, With Cairo’s O.K.”, David D. Kirkpatrick, The New York Times, February 3, 2018.

[4ABD’nin Kuzey Suriye’deki sırları, yalanları ve çelişkileri”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, El-Vatan (Suriye) , Voltaire İletişim Ağı , 23 Ocak 2018.

[5« Islamistas libios se desplazan a Siria para "ayudar" a la revolución », Daniel Iriarte, ABC, 17 de diciembre de 2011. « L’Armée syrienne libre est commandée par le gouverneur militaire de Tripoli », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 18 décembre 2011.

[6IŞİD’in ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öyküsü konusunda bakınız Thierry Meyssan’ın Gözlerimizin önünde - 11 Eylül’den Donald Trump’a kitabı. Voltaire İletişim Ağı, 2017.

[7The Pentagon’s New Map, Thomas P. M. Barnett, Putnam Publishing Group, 2004. “ABD’nin dünyaya dair askeri projesi”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 22 Ağustos 2017.

[8Çin’e karşı siyasal İslam”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 3 Ekim 2017.