ABD karşısında bağımsızlıklarını ele almayı ve Avrupalı itirazcıların etkisi altına girmeyi reddeden Fransa önderliğindeki bir grup devlet NATO’ya itaatini pekiştirmeyi tercih etti.

İki hafta arayla her ikisi de Brüksel’de düzenlenen iki zirve, Avrupa’daki durumun statükosunu temsil etmektedir. Avrupa Konseyi’nin 28 Haziran’daki toplantısı, başta en büyük güçlerin olmak üzere ekonomik ve mali oligarşilerin çıkarları üzerinde kurulan Birliğin sadece göçmen sorunuyla sınırlı kalmayan çıkar çatışmaları yüzünden dağılmakta olduğunu teyit etti.

10-11 Temmuz’da İttifak üyesi (Birlikten çıkan İngiltere dahil) 22 AB (toplam 28 devleti arasında) ülkesinin devlet ve hükümet başkanlarının katılacağı Kuzey Atlantik Konseyi, ABD komutası altındaki NATO’yu güçlendirecektir. Başkan Donald Trump böylece, beş gün sonra 16 Temmuz’da Helsinki’de Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin ile gerçekleştireceği iki taraflı zirve öncesi en güçlü kağıtları elinde bulunduracaktır.

ABD Başkanının müzakere masasına koyacakları temel olarak Avrupa’nın durumuna bağlı olacaktır. ABD’nin Avrupa’yı hiçbir zaman kendisiyle eşit bir müttefik olarak görmek istemediği sır değildir. Soğuk Savaş süresince 40 yıldan uzun bir süredir Sovyetler Birliği ile yaşanacak bir nükleer çatışmanın ön cephe hattı olarak Avrupa’yı kendisine bağımlı tutmaktadır. 1991’de Soğuk Savaş sonlanınca ABD Avrupalı müttefiklerinin küresel liderliğini sorgulaması ya da oluşan yeni jeopolitik durum karşısında yetersiz kalan NATO’yu artık gereksiz görmesinden çekiniyorlardı. Maastricht Sözleşmesi tarafından Avrupa Birliği’nin « savunmanın temeli » olarak kabul edilen ve eski Varşova Paktı ülkelerini Brüksel’den çok Washington’a bağlayan Doğu’ya doğru genişlemesi NATO’nun yine ABD komutası altında stratejik yeniden yönlendirilmesi bu yüzdendir.

Soğuk Savaş sonrası savaşlar (Irak, Yugoslavya, Afganistan, yeniden Irak, Libya, Suriye) sırasında başkaları (İtalya dahil) önemli tavizler vermeden istediklerini elde ederken ABD, onlarla nüfuz alanlarını paylaşarak Avrupa’nın önde gelen güçleriyle (İngiltere, Fransa, Almanya) el altından pazarlık yapmıştır.

Washington’un temel hedefi Avrupa Birliği’ni sadece itaat konumunda tutmayı sürdürmek değil ama daha da güçlü gerekçelerle, doğmakta olan « yeni ipek yolu » aracılığıyla Çin’e bağlanarak, Rusya dahil, tüm Avrupa bölgesine hitap eden bir ekonomik sahanın oluşumunu engellemektir. 2014’te (Obama yönetimi boyunca) Avrupa’da patlatılan yeni Soğuk Savaş, Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar ve NATO’nun gerginliği tırmandırması bu yüzdendir.

Önce diplomatik giysiler altında « böl-yönet », yani tahakküm kurmak için böl stratejisi, artık gün ışığına çıkartılmış durumdadır. Nisan ayın Cumhurbaşkanı Macron’la buluşan Trump, AB’ye sunduklarından daha avantajlı ticari koşullar sunarak Fransa’nın Avrupa Birliği’nden çıkması önerisinde bulunmuştur. Paris’te bu konuda ne karar alınmakta olduğunu bilemiyoruz. Ama Fransa’nın AB’nin karar mekanizmalarından bağımsız olarak bir grup AB ülkesiyle birleşik askeri harekatlar yapılmasını öngören bir planı yürürlüğe sokmuş olması anlamlıdır. Anlaşma, Fransa, Almanya, Belçika, Danimarka, Hollanda, İspanya, Portekiz, Estonya ve AB’den çıkması sonrasında dahi Mart 2019’ta buna katılabilecek Birleşik Krallık’ın katılımıyla 25 Haziran’da Lüksemburg’ta imzalanmıştır. Fransız Savunma Bakanı Florence Parly, İtalya’nın « öze değil, ayrıntılarla ilgili bir sorun » nedeniyle henüz anlaşmaya imza atmadığını belirtti.

Söz konusu plan « İttifak silahlı kuvvetlerinin hızlılığını tamamladığı ve pekiştirdiği » NATO tarafından onaylandı. Ve İtalyan Savunma Bakanı Elisabetta Trenta’nın da altını çizdiği gibi, « Avrupa Birliği küresel düzeyde bir güvenlik üreticisi haline gelmelidir, bunun için NATO ile işbirliğini güçlendirmelidir ».

Çeviri
Osman Soysal
Kaynak
Il Manifesto (İtalya)