Bu mülakatın ilk bölümü 18 Ocak 2019 tarihinde « Komploculuk ve analiz » başlığıyla yayınlanmıştı.

Soru / Demi-Lune Yayınları: 2006 İsrail-Lübnan savaşına ilişkin Dehşetengiz Hile 2 kitabınızı yeniden yayınlamak birçok yönden ilginçti. Her şeyden önce ilk kitapta eskizi çıkartılan bir bakış açısını, teo-politiğin çok az bilinen ve etkileyici konusu, yani dinin (özellikle de evanjelist) ABD’nin Ortadoğu siyasetindeki işlevi ve önemini burada geliştirdiğiniz için.

Thierry Meyssan: Siyasi eyleminin gücünü inancından almak ne kadar onurluysa da, siyasi hırslarını bir dini söylemin ardına gizlemek her zaman yıkıcıdır. İran’da doğru olan, ABD’de de doğrudur.

Pentagon, Soğuk Savaş sırasında tüm GI’s’lere, NATO’nun ateist komünizm karşısında Yahudi-Hıristiyanlığı savunduğunu belirten kitapçıklar dağıttı. Bu Gott-mits-uns (« Tanrı bizimle birlikte ») argümanıdır. Zaten Hıristiyanlık Yahudiliğe karşı olduğunu belirtmiş olmasına karşın, hala Yahudi-Hıristiyanlıktan söz etmeye devam ediyoruz.

İsrail’de gizlenmeye gerek duymadan kongreler düzenlediğine göre, teo-politik, bugün itibariyle bir siyasi akımın adıdır. Evrensel barışın hükmünün ancak Kudüs’te bir küresel hükümetin kurulmasıyla meydana geleceği düşüncesi çevresinde, Hıristiyan evanjelist ve Yahudi eşdeğeri siyasi liderleri bir araya getirmektedir. Bu, örneğin Fransa’da Jacques Attali’nin söylemidir.

Soru: Dehşetengiz Hile 2, İsrail’in kuruluşunu aynı şekilde özgün bir tarzda ele almaktadır… Mitleri dinamitlemekten hoşlanıyorsunuz!

Thierry Meyssan: Avrupa’da antisemit bir gelenek mevcuttur. Bunu yayanlar Yahudiler ile Yahudi devletini birbiriyle karıştırmaktadır. İsrail devleti projesinin, Lord Cromwell’den, XVIInci yüzyıldan beri teşvik edilmesine karşın, tarihsel olarak ancak XIXncu yüzyılda, Theodor Herzl’den sonra desteklendiğini ortaya koymak istedim. Hatta « İsrail’in yeniden kurulması », 1878’de İngiliz Başbakanı tarafından Berlin Kongresinin gündemine alınmıştır.

Eğer Yahudiler tarafından tasarlanan bir devlet olduğunu düşünmekte ısrar etmeyi sürdürürsek, İsrail’in bugün üstlendiği rolü anlayabilmemiz mümkün değildir. « Balfur Deklarasyonu » ve « Başkan Wilson’un 14 ilkesi » ile mümkün kılınan bir Birleşik Krallık ve ABD ortak projesidir.

Soru: Aynı şekilde kitap, bir kanıtın gölgesinin esamesiı dahi olmadan, hemen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a isnat edilen, Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesinden de söz etmektedir. Bu, 6 yıl sonra Suriye « Arap Baharı » dolayısıyla maruz kalacağı şeytanlaştırmanın belirtisi gibi bir şeydi. Medyatik yalan ve düzmecelere, olağanüstü siyasi ve yargısal manevralar ekleniyordu…

Thierry Meyssan: Olayları sıcağı sıcağına yerine gecikmeyle anlamak hala çok kolaydır. Daha 2005 yılında Beşar Esad’ın mahkum edilmesi öneriliyordu ve BM genel sekreteri (BM’nin bizzat kendisi değil), sadece bu amaca yönelik sözüm ona bir « Özel Mahkeme » kurdu. Suçluluğuna ilişkin tüm tanıklıkların sahte olduğu ortaya çıktığı için, bu olayı bugün kimse ağzına almamaktadır. Artık onu işkenceyle suçluyorlar; öncekinden daha ciddiye alınmayacak bir suçlamadır bu.

2006 yılında bu kitabı yazdığım sıralarda, bu öykünün son sözünü bilmiyordum. Sonra, bunu buldum. Kanıtlar Refik Hariri’nin klasik bir patlayıcıyla –hala « Özel Mahkeme »nin olmayı sürdüren saçma bir varsayım– öldürülmediğini hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ortaya koymaktadır. Ünlü bir Rus dergisi Odnako’da yaptığım araştırmaları yayınladım. Jerusalem Post beni Vladimir Putin’in maaşlı bir ajanı olmakla suçladı ve « Özel Mahkeme » beni haksız çıkarmak için boş yere on milyonlarca dolar harcadı. Bir araya getirdiğim unsurlar söz konusu silahın Alman tasarımı olduğunu ortaya koydu. Hizbullah, İsrail’in olayda müdahil olduğunu ortaya koyan video görüntüleri yayınladı. Bugün itibariyle söz konusu operasyonun ABD Büyükelçisi Jeffrey Feltman tarafından örgütlendiğine ilişkin herhangi bir kanıt bulunmamaktadır, ama olayların gelişimi bu konuda herhangi bir şüpheye yer bırakmamaktadır. Bu kitabın yeniden basımına bu konu hakkında yazmış olduğum makaleyi eklediniz.

Soru: 2006 yılındaki Lübnan savaşı öncesinde ve hazırlık amacıyla, El-Manar televizyon kanalı aracılığıyla Hizbullah’ın şeytanlaştırılması süreci çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır. Özellikle de Le Monde gazetesinin, propaganda alanında bu türün gerçek ürünleri olan, bu savaşa ilişkin tüm yalanları (Fake News) gibi. Aynı gazetenin kendini Fake News’lere karşı mücadelenin şampiyonu olarak sunmaya cesaret ettiği ve bunu sürekli olarak yaydığı düşünüldüğünde bu çok şaşırtıcıdır…

Thierry Meyssan: Le Monde’un çalışmalarıma karşı yürüttüğü kampanya göz önünde bulundurulduğunda, gazetenin en yalan « manşetlerinden » bazılarını önlem olarak yeniden kullanmaktan kendimi alamadım. Örneğin, Lübnan’da yaşadığı en büyük bozgun olmasına karşın, İsrail’in Bint Jbeil’deki zaferini duyurduğunda. Le Monde, birden bu kitabı kötülemekten vazgeçti.

Soru: Le Monde’un fazlasıyla katkıda bulunduğu « Asrın Fake News »’u, kuşkusuz Ahmedinejad İran’ının İsrail’i haritadan silmek istediği haberidir… Bu öylesine sık tekrarlanan bir palavradır ki Michel Onfray, bugün kendini bulabildiği her fırsatta bunu tekrarlamak zorunda hissetmektedir. Bu konu hakkında, Batılı hükümetlerin İran’daki temsilcilikleri aracılığıyla neden aldatılmış olamayacaklarını açıklıyorsunuz; bunun üzerine İran Cumhurbaşkanı düşüncelerine açıklık getirmeye çaba sarf edebilirdi ama bunu hiçbir zaman yapmadı ki bu da ağır bir siyasi hata, hatta sorumsuzluk olarak değerlendirilebilir.

Thierry Meyssan: Hiç de öyle değil. İran buna bir cevap verdi ve Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın sözlerini kasıtlı olarak çarpıtan haber ajansından düzeltme yayınlamasını talep etti. Ancak bu, NATO’nun Batı kamuoyuna yönelik bir propaganda operasyonu olduğu için bu konuda hiçbir adım atılmadı. Hiçbir medya olanağına erişiminiz kalmamışken ve medyalar taraflı iken, haklı olup olmamanızın hiçbir önemi yoktur.

Belli başlı medya kuruluşları birer birer satın alınmışken ve hepsi aynı tarafı tutarken, daha da az demokrasi söz konusudur ve hiçbir tartışma imkanı yoktur.

Soru: 2002’den önce (yani Dehşetengiz Hile & Pentagate’ten önce), Voltaire İletişim Ağı bünyesinde yürüttüğünüz çalışmalar nedeniyle çok büyük saygı gördüğünüzü hatırlatmamızda yarar olacaktır. « Teröre karşı savaş » ve « medeniyetler çatışması »na muhalefet etmenizle birlikte her şey değişti, birden 1 numaralı halk düşmanı (ve ek olarak da ABD’de istenmeyen kişi) ilan edildiniz. Üstelik Villepin’in BM’de yaptığı (2003) meşhur konuşmadan birkaç yıl sonra Fransa, NATO’yu yeniden entegre ederek ve İmparatorluktan daha emperyalist olarak aynı safa katıldı! Fransa’da artık güvenliğinizin güvence altında olmadığını değerlendirerek, ülke topraklarını terk etmenin daha iyi olacağına karar verdiniz.

Thierry Meyssan: Ne yazık ki Fransa zaman içerisinde konumunu koruyamadı. Öte yandan siyasi rakip olmamıza karşın Cumhurbaşkanı Chirac, seyahatlerim sırasında beni, ABD ve İsrail’e karşı korudu.

Nicolas Sarkozy Cumhurbaşkanı seçilince her şey değişti. ABD ile pazarlık yaptı ve bunun karşılığında, beni bir şekilde ortadan kaldırma taahhüdünde bulundu. Yurdumu terk için sadece birkaç günüm vardı. Çevremdeki hiç kimse Fransa’nın kendi yurttaşını öldürebileceğine inanmak istemiyordu, ben bile buna inanmakta zorlanıyordum. Bunun bir yanlış anlama olduğuna ve işlerin kısa sürede düzeleceğine inanıyordum.

Öte yandan her kötülükte bir hayır vardır. Nereye gideceğimi bilemediğim için, hemen devlet koruması altına alındığım Suriye’ye gittim. Burada sekiz ay yaşadım ve dolayısıyla bu ülkeyi savaştan önce tanıma imkanı buldum.

Büyükelçilik çalışanlarının beni kaçırmak ve ABD birimlerine teslim etmek üzere tuzak kurduğu konusunda, Fransa’nın Lübnan Büyükelçisi Denis Pietton’u bilgilendirmeye gittiğimde hayrete düştü.

Kendi adıma, hiçbir Fransız idari ya da siyasi yetkilisinin, geçtiğimiz on iki yıl içerisinde, bir devlet biriminin yurttaşlarından birine yönelik tutumunu kınamamış olmasını şaşırtıcı bulduğumu söylemem gerekir. Demokrasi can vermiştir, çünkü onun ölmesine göz yumduk.

Soru: 2’si kendiliğinden gelişen halk devrimlerine değil ama İmparatorluğa uygun rejim değişiklikleri amacıyla kanlı istikrarsızlaştırma girişimlerine (4ncü nesil savaşları) sahne olan, ABD’nin hedef tahtasında olan üç ülkeye, sırasıyla Suriye, Lübnan, Libya’ya gitmek, sonra yeniden Suriye’de yaşamak üzere Fransa’yı terk ettiniz. Fiili olarak bu savaşların ayrıcalıklı tanığı, özellikle de kuşatma altındaki Suriye’de en uzun yaşayan Fransızlardan biri oldunuz…

Thierry Meyssan: Bu dönemde, başta Venezüella ve toplamda altı ay kadar kaldığım İran olmak üzere çok seyahat etme imkanı da buldum. Kasım 2011’de Suriye’ye geri dönmekten ve bugüne kadar burada ikamet etmekten gurur duyuyorum.

Soru: Bazıları, sizi «Arap Baharları » patlak verdiğinde bölgede olan biteni hemen anlayamamış olmakla suçluyor; bazıları ise, en çok yardıma ihtiyaç duyduğu kritik bir anda onu uluslararası alanda zayıflatacak şekilde Kaddafi’yi İsrail ile bağlantıya geçmekle suçlamadığınız için sizi affetmiyor…

Basın bilimsel tarzda düşünmüyor: Varsayımlarını hiçbir zaman yeniden sorgulama ihtiyacı duymuyor

Thierry Meyssan: Arap Baharının ilk üç ayı boyunca, o dönem hakim olan propagandanın beni zehirlemesine izin verdim. Bazıları özel bir hükümete güvenlerini koruyorlardı, ama bölgede olan biteni benden daha iyi anladıkları söylenemezdi. Libya’ya davet edildiğimde, uluslararası haber ajansları tarafından yayılan haberlerin tamamen yalan olduğunu yerinde tespit ettim: bütün dünya televizyonları, Trablus’ta benim otelimin de yer aldığı bir mahallenin bombardımanından söz ediyordu. Ama hiçbir şey olmamıştı, iç savaş yaşandığına ilişkin tek bir iz dahi yoktu.

O günden sonra, hakikat ve söylem arasındaki bu farkı analiz etmeye çalıştım. İngilizlerin bu operasyonu 1915’te Arabistanlı Lawrence ile yaptıkları gerçeğini örnek alarak, bunu nasıl tasarladıklarını ortaya koydum. Burada da, tüm unsurlar artık ortada iken, uluslararası basın olayları yaşandıkları sırada yaptığı gibi, yani devrimler gibi sunmakta ısrar etmektedir. Bu çarpıcı bir şeydir: basın bilimsel tarzda düşünmemektedir, o ana ilişkin varsayımlarını hakikat saymakta ve bunları hiçbir şekilde yeniden sorgulamamaktadır.

Muammer Kaddafi’nin İsrail ile olan ilişkileri konusuna gelince, açıklamalarım aynı zamanda hem salakları, hem de antisemitleri şaşkınlığa uğratmıştır. Tüm komşu devletlerle ilişki kurmak –gizli ihtiyaçlar doğrultusunda– Libyalı yetkililerin sorumluluğudur. Bunun İsrail ve Libya dış politikası ile ilgili olarak akla getirebileceklerimizle hiçbir bağlantısı yoktur. Ne yazık bu durum her iki tarafın da söylemini darmadağın etmektedir.

Soru: Yurttaşlarımız, analiz ve görüşlerinizin uluslararası dağıtımın kapsamını ne tasavvur edebilir, ne de ölçebilir. Tamamıyla övgüye değerdir, çünkü gerçek anlamıyla küresel boyuttadır. Voltaire İletişim Ağı’nı uluslararası sorunlara yönelterek (hala önemini koruyan ama başlangıcı itibariyle Fransız olan toplumsal ve siyasal sorunlar karşısında), tamamen güvenilir bir alternatif bilgi kaynağı haline geldiniz. Voltaire İletişim Ağı’nın 18 dilde yayın yaptığını anımsatalım, ki sadece bu dahi baş döndürücüdür.

Thierry Meyssan: Önce gerçekçi olalım: makalelerimiz kimi zaman 18 dilde yayınlanmaktadır, ancak çoğunlukla sadece on dilde diyebiliriz. Sonra, geniş halk kesimlerince anlaşılabilir kalarak, daha çok profesyonellere (diplomatlar, askerler, öğretim üyeleri) yönelme arayışında olduk.

Soru: Ama en çarpıcı olanı, Fransa’nın medyatik ortamından tamamen dışlanmış iken (solcu olduğunu iddia eden mütevazı kolektif radyolar da dahil olmak üzere, yayın yasaklıydınız), belki de dünyanın en çok okunan gazetecilerinden birisiniz. Bu ne yaman çelişkidir!

Thierry Meyssan: Bu gerçekten de çok çelişkili bir durum. Bununla birlikte işler değişti: bundan birkaç yıl önce, dünyanı en büyük gazetelerinde yazıyordum. Artık öyle değil. ABD Dışişleri Bakanlığı, sütunlarında bana yer vermemeleri için, bu medya kuruluşlarının sahipleri ve müdürleri nezdinde girişimde bulundu. Ancak bu dönemde, beni internet üzerinde takip etmeyi sürdüren bu ülkelerde bulunan, alanın profesyonelleri nezdinde saygınlık kazandım. Örneğin her hafta, Rusya’da ve İsrail dahil Rusça konuşulan 17 ülkede en çok basılan Rusça dergi olan Komsomolskaïa Pravda‘da yazıyordum. Sahibinin ABD’de çıkarları bulunduğu için, bu ülkeyle çatışmamayı tercih etti. Bugün internette yayınladığım makaleler, bir zamanlar kağıt üzerinde basılı bulundukları ülkelerin çoğunluğunda hükümete bağlı basın organlarında alıntılanmaktadır.

Soru: Ve aynı zamanda, bir hayalet gibi birçok kişi sizi aklından çıkaramıyor… Bunu, size hiçbir cevap hakkı tanınmadan adınız anıldığında fark ediyoruz, örneğin, Fabrice Arfi’nin, Sarkozy’nin 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının Kaddafi tarafından finanse edilmesine ilişkin yazdığı kitabın çıkışı dolayısıyla, Le Point dergisinin ünlü bilinmeyen-müdürünün makalesinde («Thierry Meyssan’ın rakipleri çıktı. ») olduğu gibi; bu arada bu olayı ilk ifşa edenlerden biri sizdiniz.

Thierry Meyssan: Radyo ya da televizyon kanallarının –genel olarak kamuya ait olanlar– beni karalamak için bir program yapmalarını hala şaşkınlıkla karşılıyorum. Tabi ki, hiçbir zaman analizlerimi tartışmıyorlar ve beni diktatörlerin yazıcısı olarak tanımlamakla yetiniyorlar. Fransa’dan ayrılalı ve yayınlarını bana kapatalı on iki yıl oldu, ama göründüğü kadarıyla onlar için hala bir sorun oluşturuyorum.

Soru: Ya da yine France-Culture, tamamen aptalca balyoz-argüman darbeleriyle (George Bush kameralar önünde, 11 Eylül’ün kendi yönetimi tarafından düzenlendiğini itiraf etmedikçe, sağduyumuzu yitirmemeliyiz tarzında) dinleyicilerinin « komplo teorileri »ne ilişkin «düşüncelerini aydınlatmaya » niyetlendiğinde!

Thierry Meyssan: Başka ülkelerde gördüğüm takdiri düşünerek kendimi avutuyorum. En çok da, halkların eşitliğine hizmet eden çalışmalarım için Patria Grande Üniversitesi’nden (Arjantin) aldığım Kurtarıcılar Ödülü ile onur duyuyorum.

Biz Avrupalılar, halkların hiçbir zaman eşit olmasını kabullenemedik. 1919 yılındaki Versailles Konferansı sırasında, nihai metnin bu düşünceyi vurgulamasına karşı çıktık (radikal cumhuriyetçi Léon Bourgeois hariç). SDN’nin bunu yapmasına karşı çıktık ve sömürgeciliği sürdürmek için bu durumdan yararlandık. Bugün, Suriyelilerin devlet başkanlarını seçmelerini reddetmeyi sürdürüyoruz. Suriye’de « siyasi geçiş » sürecinden söz ediyoruz; ancak yabancıların savaşı ve barış arasında değil, ama Cumhuriyet ve yürürlüğe koymak istediğimiz rejim arasında.

Soru: Yalanlarının, sahte gerçeklerin, propagandalarının, savaşlardan yana tavır alışlarının aşırılığı yüzünden, küreselleşme seçkinleri, medyalar (ama aynı zamanda siyasetçiler de) halkın (hala çok az bir bölümünün farkında olduğu bu aralıksız ve çok biçimli propagandanın fazlasıyla kurbanı olan) gözünde meşruiyet temellerini yitirdiler. Bir halka istemediği bir savaşı kabul ettirmek için gerçekten de çok yalana ihtiyaç vardır… (Zaten, Danièle Ganser’in NATO’nun gayrimeşru savaşları kitabında altını çizdiği gibi, hiçbir zaman « savaş » sözcüğü kullanılmamakta ve daha olumlu bir çağrışım yapan « müdahale » ya da « operasyon » deyimi kullanılmaktadır.

Thierry Meyssan: Danièle Ganser’in çalışması meyvesini vermiştir. Bugün üniversite çevrelerinde artık NATO’nun, 1970 ve 80 yılları arasında Avrupa’da hükümet darbesi ve sahte bayrak altında saldırılar gerçekleştirdiğini inkar etmek mümkün değildir.

Fransız anayasası Parlamentoyu savaş ve barış konusunda tek karar merci haline getirmiştir. Ancak son yıllarda, askeri müdahalelerin savaş olmadığı ve parlamentonun bu konuda sadece bilgilendirilmesi gerektiği görüşü kabul görmektedir. Bu, Afrika Büyük Göllerinde, Kosova’da, Libya’da, Suriye’de ve Sahel Bölgesinde böyle olmuştur. Bu durum, Fransa’nın bir demokrasi olmadığını ortaya koymaktadır. Dış politika ve Savunma politikası yurttaşların değil, ama Cumhurbaşkanının « kendine özel alanı »nın yetkisindedir.

Soru: 2002 yılında, sizi « doğrudan revizyonizm » yapmakla suçladılar; bir süre sonra sadece 11 Eylül için « komplo teorisyeni » deyimi kullanıldı, daha sonra bunu JFK’nin öldürülmesine ve hızlıca da internette dolaşımda olan her türlü soru işaretine; aşıların güvenliğinden « ölümcül zehir » içeren karbon dioksite, politik olarak doğru söyleme her türlü karşı çıkma biçimini yaygınlaştırdılar. Doxa’dan uzaklaşmanın hızlıca delirmeye sürükleyebileceğini zihinlere kazıma girişimi (dokunaklı) olan, « Dünya düzdür teorisi » ile karikatürleştirmeye kadar varan çirkin bir karışımdır bu.

Thierry Meyssan: Jean-Jaurès Vakfının, 20 Fransız’dan en az birinin dünyanın düz olduğuna inandığına ilişkin anket raporuyla yöneticilerimizin paniği ölçülüyor. Bu tür düşünceleri savunan biriyle hiçbir zaman karşılaşmadım, bu bizi aptal olduğumuza inandırmak için yapılan bir anketten ibarettir.

Beni ilk kez « komploculukla » suçladıklarında, bunun ne anlama geldiğini anlamıyordum. Ardından bunun FBİ tarafından siyasi muhalifleri tanımlamak için kullanılan ABD’li kökenli sözcük olduğunu öğrendim: JFK’nin, tek başına bir adam değil ama birçok kişi tarafından , yani hukuksal olarak komplo ile öldürüldüğüne inanan insanlar için kullanılmış. Fransızcada var olmayan bir yabancı sözcüğün kullanılması, bize bu kampanyanın kaynağını işaret etmektedir.

Soru: Voltaire İletişim Ağı’nı, « Fake News »lar ile « komplo teorileri » arasındaki mücadeleyle ilgili olan her şeye yeterince ilgi göstermemekle suçlayabiliriz. Çünkü Macron tarafından Ocak 2018’de duyurulan ve yakınlarda Senato tarafından ikinci kez reddedilen « Fake News »lara ilişkin yasa tasarısından önce milli eğitim, eğitim programlarında olduğu kadar « manipüle ediyorsun » sitesiyle internette de, « komplo teorileri »ne karşı bir eylem planı oluşturmak için Hollande’ın başkanlığında seferber olmuştu. Tabi ki internet üzerinde tamamen saçma ve çılgınca, hatta iğrenç teori ve haberlerin dolaşımda olduğunu inkar etmek değil, ama çılgın düşünceler ve meşru sorgulamaları bir tutma eğilimini reddetmek söz konusudur. Öte yandan, bu girişimlerin alternatif ve/veya yabancı internet sitelerini küçümsemek ve gittikçe artan güvenilirliklerini ortadan kaldırma eğiliminde oldukları gün gibi ortadadır; bu açıdan, her ne kadar sadece bu 2 çok farklı medyayla ilgili olmasa da, bunları pek ala Russia Today, ya da Voltaire İletişim Ağı karşıtı yasalar olarak adlandırabiliriz...

Thierry Meyssan: Tabi internette dolaşımda olan çok sayıda aptalca teori bulunmaktadır, ama bir o kadarı da sübvanse edilen basında dolaşımdadır. 2006’da Le Monde’da ifşa ettiğim ve Dehşetengiz Hile 2’de yayınlanan örnekler bunun kanıtıdır.

Söylediklerinizin aksine, Voltaire İletişim Ağı, Fake News retoriği üzerinde çok çalıştı, ama Avrupa’ya egemen olmasından önce. Haberleri zaman içerisinde yorumlamakla değil, ama henüz haber olarak kabul edilmeyenleri incelemek ve bunların ne sonuç doğuracağını öngörmekle ilgileniyoruz. Çoğu zaman daha henüz kamuoyu gündemine gelmemiş konuları bir ya da iki yıl öncesinden ele alıyoruz. Örneğin sitemizde 2016 tarihinde NATO’nun haberlerin çarpıtılması anlamında gelecekte uygulayacağı plana ilişkin bir analiz bulabilirsiniz. Öyle de olsa, eğer Anayasa Konseyi müdahale etmeseydi, bu temayı ele alırdık. Konsey yasayı sansürlemedi, ama büyük ölçüde uygulanamaz hale getirdi.

Soru: Bir bakıma, Pandora’nın kutusunu açan 1990 Gayssot Revizyonizm Yasası değil mi, yani resmi tarihsel gerçeklerin tesis edilmesi?

Thierry Meyssan: Açıkça söylemem gerekirse, böyle olduğuna inanmıyorum. Zaten elimizde mahkemece cezalandırılmış resmi gerçekler var. Nürnberg mahkemesinin hakimi ve hukukçu olarak galip güçlerin mahkemesi lafını esirgemeden eleştiren Casamayor’un yazdıklarını yeniden okumalıyız. Gayssot Yasası’nın atıfta bulunduğu Nürnberg Mahkemesi nihai kararı, yargılamalar sırasında tartışılmamasına rağmen, kazananların dahil etmek istediği tuhaf bölümler içermektedir. Adaletin işlevi mağlup olan siyasetleri mahkum etmek değil, şüphelileri adil bir şekilde yargılamaktır,

Sorun belirli bir metinde değil, sözlerimize karşı çıkılmasını kabul etmememizdedir.

(devam edecek…)

Çeviri
Osman Soysal