Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Milli Güvenlik Konseyi sözcüsü, 13 Haziranda, kırmızı çizginin çoktan aşılmış olduğunu bildirmişti. Kamuoyuna şöyle bir açıklama yapıldı: “Fransızların ve Belçikalıların bölgede elde ettikleri veriler, Beşar Esad yönetimince Suriye’de, kendi halkına karşı kimyasal silah kullanıldığını göstermektedir”. Bu açıklamaya dayanılarak, kısa sürede, NATO’nun İzmir’deki yeni Müttefik Kuvvetler Komutanlığı hemen aktif hale getirildi. Sanki yakında, savaş olacakmış gibiydi.

Bir aylık bir süre geçtikten sonra, Batının bu konuda kararlığı kalmamış gebe görünüyor. Atlantik ötesi basın kuruluşları da, Suriye’de faaliyet gösteren silahlı muhalif güçlerinin, geniş halk kitlelerinin nefretini kazanan fanatik kişilerden meydana geldiğini keşfettiler. Oysa Özgür Suriye Ordusu ve El Nusra Cephesi, savaş meydanında, Şam kuvvetlerine karşı mücadele etmeleri yerine, birbirlerine karşı acımasız bir savaş verme gayreti içindeler.

Peki, geçen bu zaman zarfında, Suriye Özgürlük savaşını, bir toplumsal büyük kargaşaya dönüştüren ne tür olaylar yaşanmıştır? Doğrusu, bir ayda, mevcut olan sorunların hiç birinde değişiklik olmamıştır: Suriye Ordusu da, hiçbir zaman, “isyancılara” karşı herhangi bir kimyasal silah kullanmamıştır: Bu “isyancı” gruplar da radikal/fanatik değildir. Tam aksine, geçen yılın Kasım ayında yazmış olduğum ABD planı sessizce uygulamaya konulmuştur. Günümüzde varılması istenen aşama ise; Suriye’deki silahlı muhalif güçlerin terk edilmesidir.

Tabii bütün bu faaliyetler, Anglo-Sakson emperyalizminin nefes darlığı çektiğinin teyidi anlamına da gelmektedir. Washington’da, karar verme noktasında yapılan bir uygulama, sahada icraata geçilmesi sırasında çok ağır gerçekleşiyor. Bu süreç, Batı medya kuruluşlarının, alınan bu kararların uygulamaya konulduğu ana kadar olan zamandaki körlüğünü ortaya koyuyor. Batı medyasındaki bu körlük; dünyada gelişen olayları olduğu gibi mercek altına alıp, analiz etme becerisini göstermeme, kamuoyunu yanlı olarak bilgilendirmeye devam etme ve “siyasal iletişimin” güvenli olduğuna dair itimat telkin etme şeklinde seyretmektedir.

Daha önce bu konuda yazdıklarım, hâkim medya kuruluşları tarafından, “komplo teorisi” olarak değerlendirilmişken, , şimdilerde 10 ay sonra ise, aynı yazılar, aynı medya organları elinde adeta birer delil haline gelmekte. Eric Schmitt, New York Times gazetesinde, gayet mütevazı bir şekilde, “ABD’nin planları, kamuya açıklanmayacak ve özel görüşmelerde konuşulmayacak kadar sınırlı sayıda olmuştur” diye yazdı.

Buna karşılık David Ignatus, The Washington Post gazetesinde, kısaca şöyle diyor: “Suriyeli isyancılar, Washington tarafından bölgeye yerleştirilmiştir.” Suriyeli isyancılar tanksavar silahları almayı beklerken, kendilerine 120 milimetrelik havan topu verilmiştir. Uçak sözü verilmişken, onun yerine kalaşnikof silahları verilmiştir. Belirli sayıda silah gönderilmiştir. Anlaşılan, gönderilen silahlar Beşar Esad rejimini devirmek için değil, adeta kökleri kuruyuncaya kadar, birbirlerini öldürmeleri için veriliyor.

ABD Başkan yardımcısı Joe Biden ve CIA direktörü John Brennan, herhangi bir şüphe duyulmasının önüne geçmek için, çatışmanın seyrini tayin edebilecek silahların Suriye’ye gönderilmemesi kararını almak üzere, kapalı kapılar ardında Kongre toplama çağrısı yapmışlardır. Buna karşılık, Londra’da, Avam Kamarasında yasayı ihlal edici adımlar atılmıştır. Ve Paris’te ise, Alain Marsaud et Jacques Myrad, başka nedenlerden dolayı, Suriyeli “isyancılara” silah gönderilmemsi kararını almak üzere, Millet Meclisini toplamaya çalıştılar.

Daha geçen Aralık ayında, sahada, kendileri açısında, iyi işler kotardığından dolayı, El Nusra Cephesinin ABD tarafından terörist örgütler listesine almasından yakınan Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, şimdi herhangi bir vicdan azabı duymaksızın, El Nusra Cephesinin uluslararası terörist örgütler listesine alınması için talepte bulunmuştur. İçişleri Bakanı Manuel Walls, France 2 kanalında şöyle bir açıklama yapmıştır: “Suriye’de, eski müttefik İslamcılarla aynı cephede savaşan Fransızlar, Fransa’ya döndüklerinde gözaltına alınıp, mahkemeye sevk edileceklerdir.”

Bir yıldan beri konuşulan Cenevre Konferansı II, şimdilerde artık odak noktası haline gelmiş bulunuyor. Konferansın daha önce toplanmamsının önündeki esas engel, Katar tarafından desteklenen, daha önce Beşar Esad’ın kelesini isteyen ulusal koalisyonu ile İran ve Suudi Arabistan’ı masada istemeyen Fransa-İngiltere koalisyonundan kaynaklanıyordu.

İran’da, İslam Cumhuriyeti dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, reformcu ve ılımlı kanadın desteklediği aday, pragmatik Şeyh Hasan Ruhani’yi iktidara getirmek için, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve Genel Kurmay Başkanı Meshey’i oyunun dışına attı. Hasan Ruhani, Ağustos ayının sonunda, yeni Cumhurbaşkanı sıfatıyla koltuğuna oturduğunda, müzakerelere katılacaktır. Anglo-Saksonlar da, kendi cephelerinde, NATO ile Müslüman Kardeşler Teşkilatı arasındaki ittifakı gizleme görevi gören, doğalgaz zengini mikro-devlet Katar Emirliğini oyundan çıkarmışlardır. Batılı devletler, bir yandan, kendi basın yayın kuruluşlarında Suriye’deki uluslararası “isyancı” grupları eleştirirken, diğer yandan, bu tür organizasyonların yönetimini Suudi Arabistan’a emanet etmişlerdir.

Yapay bir sürpriz: ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’ın ısrarı üzerine, Filistin Otorite Makamları, Filistin topraklarında kolonizasyon faaliyetlerine devam edilse bile, İsrail ile tekrar görüşmelere başlamayı kabul etmesidir

Mısır’da ve Tunus’ta beklenmedik bu tersine süreç haricinde, İkinci Dünya savaşında Fransa ve İngilterenin Ortadoğu’yu aralarında paylaştıkları gizli anlaşmaların adı olup, genişletilmiş “yeni bir Sykes-Picot Anlaşması” olan Cenevre Konferansı II’nin toplanması için, önümüzdeki üç aylık süre dikkate alındığında, önemli herhangi bir engel olmayacaktır. Bu konferans sırasında, büyük güçler ABD ve Rusya, Ortadoğu coğrafyasını, (Sünni) bir yönetim olan Suudi Arabistan ve (Şii) bir ülke olan İran’ın başını çekeceği taşeronluk yönetim alanlarına bölmek suretiyle, bu kez Fransa’nın aleyhine olacak şekilde, Kuzey Afrika ve Levant/Doğu Akdeniz Bölgesini kendi aralarında taksim edecekler.

Katar Emirliğinin Suriye’den elini çekmesine ve “isyancı” gruplara destek vermekten vazgeçmesine zorlandığı bu süreçten sonra, Washington artık bölgesel yönetim etki alanını sadık müttefiki Suudi Arabistan’a bırakacaktır. Bu süreçte Fransa’nın konumuna gelirsek sonuç şu: Geride kalan iki yıl boyunca bir hiç uğruna ellerini kirletmekten başka bir şey yapmadı... Böylesi bir tutum da, herhalde emperyalizmin iğrenç yasası olsa gerek.

Çeviri
Nizamettin Karabenk