Türkiye’nin politik yaşamı, 27 Mart tarihindeki anonim YouTube yayımlarından sonra düzensizlik çerçevesinde batmaya başladı. Hem de ulusal güvenlik toplantısında, Suriye’ye karşı açık savaş çığırtkanlığının sahte-bayrak operasyonu ile planlandığı iki ses kaydıyla [1].

Bu yasadışı dinlemeler, ilk defa yayımlanmış olmuyor. 24 Şubat tarihinde yayımlanan bir kaset kaydında Başbakan kendi oğluna, polisin evi basmadan 30 milyon avro nakit parayı saklamasını öğütlüyor [2]. Erdoğan’ın tüm yalanlamalarına rağmen bu olay onun dindar ve yasalara saygılı bir insan imajını yıpratmış oldu.

Gerçekten de, 2013 sonlarında yargı ve polisin rüşvetçi devlet görevlilerine karşı başlattığı büyük operasyondan sonra artık hiçbir şey normal bir şekilde yürümüyor. Başbakan, olayların merkezinde eski müttefiği ama şimdilerde ezeli rakibi olan vaiz Fethullah Gülen’in tertiplediği bir komplo görüyor [3]. Onun yandaşı olmakla suçladığı binlerce devlet görevlisini işten çıkarmakla ona yanıt vermiş oldu.

Batı basını bu olayları her ne kadar zimmete para geçirme şeklinde işlediyse de, Türkler Erdoğan’ın gerçek politikasını öğrenmiş oldular. Kendisi, Türkiye’nin bütçesinden Suriye’deki El-Kaide’yi finanse etmiş, Birleşmiş Milletler tarafından dünya çapında aranan mezhepçi bir bankacıyı kabul etme lüksünü göstermiştir [4]. Cuma gününe ilişkin ses kayıtları Dışişleri Bakanı ve onun yardımcısı, ikinci Genelkurmay Başkanı ile Milli İstihbarat Şefini kapsıyor. Bu dört adam Türkiye işgalini haklı çıkaracak, Suriye ajanları tarafından „Da‘ş“ (yani İŞİD /Irak ve Şam İslam Devleti) üzerine yıkılacak üstü örtülü bir operasyon hakkında tartışıyorlar.

Ses kayıtlarının yayımlanmasından hemen sonra paniğe kapılan hükümet, YouTube erişimini engelledi. Hükümet, bu komplo henüz ortaya çıkmadan önce bu olasılığa televizyon’da değinen muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit ederek, Fethullah Gülen’e yakın bir aydın olan Aytaç’ı aynı sebepten dolayı tutukladı. Erdoğan’ın otoriter reaksiyonu, durumun kontrolünü elinden kaybettiği izlenimini veriyor.

Her ne ise, bu ifşa durumu Türkiye’nin Suriye’ye her türlü müdahale etme girişimini gittikçe aza indirgemiş oluyor. Savaşın başlangıcından bu yana Ankara, cihatçılara silahlar için lojistik destek, NATO istihbaratı ve kendi topraklarındaki askeri kamplarda insani koruma sunmuş, bunların finansmanını Suriye’nin fabrikaları’ndaki makine aletleri ile Halep’teki arkeolojik hazineleri yağmalayarak sağlamıştır. İki güvenilir tanığa göre Ankara Ağustos 2013’te Ğuta’daki kimyasal saldırıları organize etmişti [5]. Son olarak Türk ordusu, bir hafta önce yüzlerce cihatçının Keseb’e sızmasını sağladı [6]. Bunlar Suriye’nin hava kuvvetleri tarafından bombalandığında, Türkiye bir Suriye uçağını vurmak suretiyle yardımlarına yetişti [7].

Türkiye’nin katkısı o kadar uzun sürdü ki, bunun inkâr edilebilmesi artık mümkün değil. Ankara sadece bir politik muhalefeti değil, aynı zamanda terörizm uygulayan islamcı paralı askerleri de destekliyor.

Türkler, görevine ilk başladığında Müslüman Kardeşler’den ayrıldığını garantileyen, Washington’un desteğiyle kolayca iyi ekonomik sonuçlar elde eden, ancak gerçek yüzü sonradan açığa çıkan bir Başbakan’ı daha ne kadar süreyle desteklemeye devam edecekler? Erdoğan, NATO’nun Libya saldırganlığından sonra artık bir Müslüman-Kardeş olmuştur. NATO ve Kardeşlerin yardımıyla önce Libya devleti, daha sonra Suriye devletinin yıkılmasını desteklemiş, böylelikle ekonomik büyümenin durmasına neden olmuştur. Bu değişime otoriter bir sürüklenme eşlik etmiş, Türkiye’nin ifade özgürlüğü, muhalif ve gazetecilerin tutuklanmasında dünyanın en kötü ülkeleri arasına girmesini sağlamıştır.

Başbakan‘ın NATO’yu destekleyen biri olarak Batı’dan korkacağı birşey olmasa bile, kendi rakiplerini bir arada aynı baskıya maruz bırakmadan önce iki kere düşünmesi gerekirdi. Kendi halkı dışında ordu ile de mücadele etmek zorunda kalacak. Haksız yere tutuklanan generaller şimdi yargı tarafından teker teker tahliye ediliyorlar.

30 Mart Pazar günkü yerel seçimlerde halk sözünü söyledi: Türkiye, AKP ve Başbakan‘ı red etmedi ama, bir tarafta İslamcılar diğer tarafta da laikler olmak üzere, geri dönülmesi imkansız karşıt iki derin kutuba bölünmüş oldu. Birinci kesimi oluşturanların üstünlüğü Erdoğan’a, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine güvenle bakmasını sağlarken, ülkesi hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağı gibi, bölgesel model rolünü de üstlenemeyecek.

Neticede Müslüman Kardeşler ne burada, ne de başka bir yerde -%45’lik göreli bir oy üstünlüğü olsa da- kendi dünya görüşlerini topluma dayatamayacaklardır. Seçim sonuçları henüz açıklanmıştı ki Erdoğan, parti merkezinde intikam dolu bir konuşma yapmış, kendine saldırmış olan "hainleri" tehdit etmişti.

Çeviri
Ayhan Aslan

[1Suriye’ye karşı açık savaşa girmek için Türk komplosu“, Voltaire Websitesi, 30 Mart 2014.

[230 million dollars and Erdogan’s voice”, Voltaire Network, 26 February 2014.

[3Erdoğan attacks Gülen publicly”, Translation Alizée Ville, Voltaire Network, 28 November 2013.

[4Erdoğan gizlice El-Kaideli Bankacı kabul etmiş“, Voltaire Websitesi, 13 Ocak 2014 ve „NATO’nun ebedi yedek gücü El-Kaide“ yazan Thierry Meyssan, El-Vatan (Suriye), Voltaire Websitesi, 9 Ocak 2014.

[5Ghouta chemical weapons came from Turkish Army”, Translation Alizée Ville, Voltaire Network, 17 September 2013.

[6Turkey helps foreign mercenaries slip into Syria”, Voltaire Network, 22 March 2014.

[7Turkish army downs Syrian combat aircraft”, Voltaire Network, 23 March 2014.