İkinci yedek Başbakan, Devlet Bakanı, Savunma Bakanı, Kraliyet Mahkemesi Genel Sekreteri, Ekonomik ve Kalkınma İşleri Konseyi Başkanı, 30 yaşındaki vekil veliaht Prens Muhammet Bin Salman El Suud.

Bir yıl içinde, Arabistan’ın yeni kralı, hanedanlık kurucusunun 25nci kuşaktan oğlu Salman, Prens Bender bin Sultan ve eski Kral Abdullah’ın aşiretleri olmak üzere ailenin diğer kolları karşısında kişisel otoritesini sağlamlaştırmayı başardı. Öte yandan, kaybedenlerin ellerinden alınan iktidarı geri almak üzere herhangi bir girişimde bulunmamaları karşılığında Washington’un hangi sözleri verdiğini henüz bilmiyoruz. Ne olursa olsun, İngiliz basınında yayınlanan imzasız mektuplar, bunların hırslarından tamamen vazgeçmediklerini düşünmemize yol açıyor. Kardeşleri tarafından Prens Muhammet bin Nayef’i veliaht olarak ilan etmeye zorlanan Kral Salman, bin Nayef’i hızla tecrit etti ve yetkilerini, kolay hiddetlenmesi ve hoyratlığı, artık toplanmayan Aile Konseyince hoş görülmeyen kendi oğlu, Prens Muhammet bin Salman lehine sınırlandırdı. De facto olarak, siyasal partilerin yasaklandığı ve bugüne kadar hiç parlamento seçmemiş olan bir ülkeyi, muhalefet olmaksızın, artık o ve babası kendi başlarına yönetmektedirler.

Böylece Prens Muhammet bin Salman’ın Ekonomi ve Kalkınma İşleri Konseyi başkanlığına getirildiğini ve Ben Laden Group’a yeni bir yönetim dayattığını ve Aramco’yu ele geçirdiğine tanık olduk. Onun için her seferinde, Krallığın büyük şirketlerinden kuzenlerini uzaklaştırmak ve yerlerine kendi sadık adamlarını yerleştirmek söz konusuydu.

Şeyh El Nimr, Suudi Arabistan’daki Şiilerin yaşamını şu şekilde tanımlıyordu: « Dünyaya geldiğiniz andan itibaren, korku, yıldırma, zulüm ve suiistimalle karşı karşıyasınız. Yoğun bir yıldırma ortamında dünyaya geliyoruz. Duvarlardan bile çekinir hale getirildik. Bu ülkede muhatap edildiğimiz yıldırma ve adaletsizlikle tanışmamış olanımız var mı? Ben 55 yaşındayım, yani bir yarım yüzyıldan fazla yaşadım. Doğduğum günden bugüne dek, kendimi bu ülkede hiç güvende hissetmedim. Her zaman sizi suçlayacak bir şey buluyorlar. Her zaman tehdit altındasınız. Devletin Emniyet Genel Müdürü bunu benim önümde itiraf etti. Bana tutuklanacağım zaman “hepiniz Şii’siniz, hepinizin öldürülmesi gerekli” dedi. İşte onların bakış açıları bu. »

İç politika anlamında rejim, Sünni ya da Vahabbi halkın ancak yarısının desteğine sahip ve halkın diğer yarısına yönelik ayrımcılık yapıyor. Prens Muhammet bin Salman, kendisine meydan okumayı göze aldığı için, babasına Şeyh Nimr Bekir el-Nimr’in kafasının keserek infaz etmesini önerdi. Bir başka deyimle Devlet, tek suçu « zorbalık gayrı meşrudur » sloganını haykırmak ve bunu yinelemek olan muhalefet liderini ölüme mahkum etmiş ve infaz etmiştir. Bu muhalefet liderinin bir Şii şeyhi olması, dini eğitim göremeyen ve kamu görevlerinde bulunma yasağına tabi olan Sünni olmayanlara yönelik Apartheid gerçeğini güçlendirmektedir. Halkın üçte birini oluşturan Müslüman olmayanlara gelince, kendi dini ibadetlerini yerine getirmeleri yasaktır ve Suudi Arabistan vatandaşlığına geçme umutları da yoktur.

Lübnan ve Suudi Arabistan çift vatandaşı Saad Hariri. Gelecek Hareketi (El Mustakbel) lideri. Resmi olarak Refik Hariri’nin, gayri resmi olarak Suudi Kraliyet Ailesinden bir Prensin oğlu.

Uluslararası alanda Prens Muhammet ve Babası Kral Salman, kraliyetteki bedevi aşiretlerini temel alan bir politika yürütmektedirler. Aynı zamanda hem Afganistan’daki Talibanların hem de Lübnan’daki Gelecek Hareketinin mali olarak destekleniyor olmasını, Bahreyn’de gerçekleşen Devrime karşı Suudi baskısını, Suriye ve Irak’ta cihatçılara verilen desteği, Yemen’in işgalini ancak bu şekilde açıklayabiliriz. Yine Suudiler, sadece on iki imamcı Şiilere karşı değil ama öncelikle aydınlanmış Sünnilere ve ardından da diğer tüm dinlere (İsmaililer, Zeydiler, Aleviler, Nusayriler, Dürziler, Sihler, Katolikler, Ortodokslar, Sabetaycılar, Yezidiler, Zerdüştler, Hindular v.b. gibi) karşı, uyguladıkları Devlet vahabbiliğine en yakın gördükleri Sünnileri desteklemeye devam ediyor. Özellikle de, her koşulda, büyük Sünni Suudi kabilelerden gelen liderleri desteklemektedirler.

Bu arada, Şeyh El Nimr’in infazının, Riyad çevresinde 34 Devlet tarafından terörizme karşı oluşturulan geniş koalisyonun kuruluşunun ilan edilmesinden hemen sonra gerçekleştirildiğini not etmekte yarar var. İnfaz edilen şeyhin daima şiddet kullanımının karşısında olduğunu ve « terörizm » (hakikaten) suçlamasıyla ölüme mahkum edildiğini dikkate alırsak, bu Koalisyonun gerçekte diğer mezhep ve dinlere karşı bir Sünni ittifakı olduğunu daha iyi kavrarız.

Prens Muhammet Yemen’de, Hutilerle eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in ordusunun ittifakı tarafından iktidardan uzaklaştırılan, Cumhurbaşkanı Abd Rabbo Mansur Hadi’nin sözüm ona yardımına koşmak, ama gerçekte petrol sahalarına el koymak ve bunları İsrail ile birlikte işletmek için savaş başlatmayı tercih etti. Öngörebileceğimiz gibi savaş bekledikleri gibi gitmiyor ve isyancılar, Suudi Arabistan topraklarında baskınlar gerçekleştirmekte ve ordunun teçhizatını bırakıp kaçmaktadır.

Suudi Arabistan, her türlü ideolojik tartışmayı reddeden, muhalefetin her türüne karşı hoşgörüsüz yaklaşan, sadece aşiret kulluğunu kabul eden, bir otokrat ve oğlu tarafından yönetilen ve tek bir insanın mülkiyetinde olan tek dünya Devletidir. Uzun süre modern dünyaya uyum göstermesi gereken geçmişin kalıntıları olarak değerlendirilen bu durum zamanla şiddetlendi ve anakronik Krallığın bizzat kimliği haline dönüştü.

Suudi şirketinin çöküşü petrol fiyatlarının düşüşüyle tetiklenebilir. Yaşam tarzını değiştirmekten aciz olan Krallık, mali analistlere göre en geç iki yıl içerisinde iflas edecek şekilde, ne pahasına olursa olsun borçlanmaktadır. Aramco’nun kısmen özelleştirilmesi bu acı sonu belki biraz geciktirebilirse de bu, ekonomik özerkliğin kaybedilmesi pahasına olacaktır.

Şeyh el-Nimr’in infazı bardağı taşıran son damla olmuştur. Arabistan’daki çöküş artık önlenemez, çünkü burada yaşayanlar için hiçbir umut ışığı kalmamıştır. Ülke bu şekilde, Ortadoğu’da daha önce tanık olduğumuz çatışmalardakinden çok daha ölümcül bir aşiret isyanları ve toplumsal devrimler karmaşasına sürüklenecektir.

Yaklaşan bu trajik sona karşı çıkma niyetinde olmayan Krallığın ABD’li koruyucuları, aksine sabırsızlıkla beklemektedirler. Sanki onu daha çok hataya sevk etmek üzere sürekli olarak Prens Muhammet’in « bilgeliğini » övmektedirler. Daha 2001 Eylül’ünde, Genel Kurmay Başkanları Komitesi, bölgeyi yeniden dizayn eden ve ülkenin beş ayrı devlete bölünmesini öngören bir « Genişletilmiş Ortadoğu » haritası üzerinde çalışıyordu. Bu arada daha 2002 Temmuz’nda Washington, Defense Policy Board’ın ünlü toplantısı sırasında, Suudilerden nasıl kurtulacağını tartışıyordu. Artık bu bir an meselesidir

Aklımızda tutalım:
 Amerika Birleşik Devletleri, Kral Abdullah’tan sonra kimin geleceği sorununu çözmeyi başardı ama bugün Arabistan’ı kasten hataya sürüklemektedir. Amaçları ülkeyi beş ayrı parçaya bölmektir.
 Vahabbilik bir Devlet dinidir ama Suudiler hem içeride, hem de dışarıda Sünni aşiretlere dayanmaktadırlar ve diğer halk kesimlerine karşı Apartheid uygulamaktadırlar.
 Kral Salman (80 yaşında), yönetimi çocuklarından biri olan Prens Muhammet’e (30 yaşında) bıraktı. Prens Muhammet ülkedeki büyük şirketleri ele geçirmiş, Yemen’e savaş ilan etmiş ve muhalefet lideri Şeyh El Nimr’i infaz ettirmiştir.

Çeviri
Osman Soysal