Donald Trump ve General Michael T.Flynn

Uluslararası basın bizi Donald Trump’ın seçmenlerinin seçkinler karşısında bir yoksul beyaz isyanını dile getirdiklerini inandırmaya çalışıyor. Aslında, Hillary Clinton’un seçmenlerinin açıkça reddettiği söylemini uzatarak yinelemekten başka bir şey yapmıyor. Uluslararası basın bugünkü kamplaşmanın, seçim kampanyası boyunca ele aldığı temalarla hiçbir ilgisinin olmadığını düşünmeyi reddediyor.

Oysa iki büyük parti arasında değil ama bizzat bu partilerin içerisinde yeni bir kırılma noktasının ortaya çıktığına hepimiz tanık olduk. Birçok cumhuriyetçi lider Clinton’u ve bazı demokrat liderler ise Trump’ı destekledi. Hatta Bernie Sanders kendisine yardımcı olma önerisinde dahi bulundu. Aynı şekilde, toplumsal aidiyetlerine (kadınlar, İspanya kökenliler, siyahlar, Müslümanlar, eşcinseller v.b.) göre oyların analizinin artık anlamı kalmadı. Her ne kadar bize Trump’a oy vermenin, azınlıklara karşı nefrete oy vermek anlamına geldiği sürekli yinelense de, azınlıkların en az üçte biri ona verdi.

Bazı gazeteciler, kabul edilmesi karşısında aynı şekilde şaşkınlığa düşmeleri ve bunu nasıl olduğunu açıklamayı başaramamalarına rağmen, Brexit’in evveliyatına dayanmayı deniyorlar. Yurtdışında yaşanan önceki örnekler üzerinden analiz edersek, en azından Hindistan’da Narendra Modi’nin ve Filipinlerde (eski bir Amerikan kolonisi) Rodriguo Dutertre’nin sürpriz şekilde seçimleri kazanmalarını hesaba katmalıyız.

Propagandaya karşın, İngilizler Avrupalılara, Hintliler Müslümanlara ve Filipinliler Çinlilere karşı oy vermediler. Aksine her üç halk da, kendi kültürünü korumanın ve barış içerisinde yaşamanın yollarını arıyor. 2002 yılında Gujarat’ta yaşanan Müslüman karşıtı çatışmaların sorumlusu olmasına rağmen, Narendra Modi, iki ülke arasındaki sorunların sömürgeci büyük devletler tarafından örgütlendiğine ve düzenlendiğine ikna olduğu için, Pakistan’a el uzattı. Aynı şekilde Rodriguo Dutertre de « düşman » Çin’le yakınlaşarak şaşkınlığa neden olmadı mı?

Bundan birkaç hafta önce yine bu sütunlarda [1] ABD’deki bölünmeyi ne etnik aidiyetlerin, ne de toplumsal sınıfların değil ama püriten ideolojinin belirlediğini anlatıyordum. Eğer bu açıklama doğruysa, bu ideolojinin taraftarlarının Trump yönetimine karşı bir varoluş mücadelesine tanık olmamız gerekir. Yeni Başkanın atacağı her adım sistematik olarak sabote edilecektir. Daha şimdiden seçim sonuçlarına karşı yer yer gerçekleştirilen gösteriler, kaybedenlerin demokrasinin kurallarına uymayacaklarını gösteriyor.

Trump yönetiminden nasıl yarar sağlayabileceğimiz üzerine düşünmektense, ona ülkesini kendi emperyalizminden kurtarması, tek kutuplu dünyaya ve « Wolfowitz Doktrinine » son vermesi yolunda nasıl yardımcı olabileceğimizi; çatışma için yapılan işbirliğini nasıl ikame edeceğimizi kendi kendimize sormalıyız.

ABD basınında Trump yönetimi içerisinde Bush yönetiminden hangi şahsiyetlerin görev alabileceğinin spekülasyonu yapılırken, tek güvenebileceği Trump Organisation’un ticari kadrolarının oynayacağı siyasi rolü önceden kestirmeye çalışmalıyız.

Trump’ın seçim kampanyası sırasında, dış politika ve savunma alanlarındaki başlıca danışmanı olan Demokrat General Michael T. Flynn’ı desteklemeliyiz. Cenevre 1 Konferansından Irak’ın IŞİD tarafından fethine kadar, ABD emperyalizminin devam etmesi için cihatçıların ve terörizmin kullanımı konusunda Başkan Obama, Dışişleri Bakanı Clinton, General David Petreaus ve General John Allen ve Jeffrey Feltman’la sürekli olarak mücadele eden askeri istihbaratın komutanıdır. Ulusal Güvenlik Danışmanı, CİA Başkanı ya da Savunma Bakanı da olsa, Levant bölgesinde barışın en mükemmel müttefiki olacaktır.

Çeviri
Osman Soysal
Kaynak
El-Vatan (Suriye)

[1ABD’de reform mu olacak yoksa parçalanacak mı?”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 26 Ekim 2016.