Katar ile ilgili ortaya çıkan diplomatik kriz, bölgedeki diğer çatışmaların rafa kaldırılmasına yol açtı ve bazı sorunların çözümüne yönelik girişimleri maskeledi. Perdenin ne zaman kalkacağını kimse bilmiyor ama sonuçta derinden dönüşmüş bir bölgenin ortaya çıkacağı kesin gibi.

1- Filistin sorunu

Filistinlerin çoğunluğunun evinden kovulması (Nakba, 15 Mayıs 1948) ve Arap halklarının bu etnik temizliği kabul etmemesinden beri, durumu sadece Camp David anlaşması sonucundaki İsrail-Mısır özel barışı ve Oslo Mutabakatları sonrasında iki Devletli çözüm taahhüdü mevcut durumu kısmen değiştirebildi.

Öte yandan İran ve ABD arasındaki gizli müzakereler ortaya çıkınca, bu kez Suudi Arabistan ve İsrail müzakere etmeye karar verdi. 17 ay süren gizli buluşmalar sonrasında iki kutsal caminin hizmetkarı ve Yahudi Devleti arasında bir anlaşmaya varıldı [1]. Anlaşma Tsahal’ın Yemen savaşına katılması [2] ve taktik atom bombalarının nakli [3] ile somutlaştı.

Bu anlaşma aynı zamanda toplumun Selefi özelliği kaybedilmeden kurumlarının laikleşmesi yoluyla Suudi Arabistan’da evrim yapılmasını da öngörüyordu. Aynı şekilde Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığını (ki Eylül ayında bunun için referanduma gidecek) ve Rubülhali Çölündeki (Suudi Arabistan ve Yemen arasında yer alan ve bugünkü savaşa neden olan) ve Ogaden’deki (ki bu hafta Cibuti sınırındaki Katar birliklerinin geri çekilmesi öngörülüyor) gaz sahalarının işletilmesini de içeriyordu.

Sonuç olarak Mısır, bir yıl önce taahhüt ettiği gibi Tiran ve Sanafir Adalarını Suudi Arabistan’a bırakmaya karar verdi. Böylelikle Riyad de facto olarak, özellikle bu toprakların statüsünü belirleyen Camp David anlaşmasını kabul etmiş oldu. İsrail bu konuda Suudilerden güvenceler aldığını teyit etti.

Mısır’ın kararının Suudilerin baskısıyla değil (Riyad petrol tedariklerini, ardından da 12 milyarlık bir krediyi boş yere bloke etti) ama Körfez’deki kriz nedeniyle alındığının altını çizelim. Suudiler, zaten Devlet Başkanı el-Sissi’nin kimi Cemaat üyelerinin kendilerine karşı darbe hazırlığı içerisinde olduğunu ortaya koyan belgeleri iletmesinden beri kararlaştırdığı üzere Müslüman Kardeşler ile ilişkilerini resmen kesti. Başlangıçta Suudi Arabistan iyi ve kötü Müslüman Kardeşler’i birbirinden ayırabileceğine inandı. Daha önce de Katar’ı darbecileri desteklemekle suçlamış ama işler o zaman barışçıl bir şekilde gelişmişti. Bundan böyle artık Riyad tüm Cemaati yenmek istiyor, bu da onu Suriye’deki konumunu gözden geçirmeye yöneltiyor.

1840 Londra Sözleşmesinden beri Mısır’a ait olan adaların devri hamlesi, Suudi Arabistan’a 39 yıl sonra Camp David Mısır-İsrail anlaşmasını zımnen kabul etme imkanı vermesinden başka bir anlam içermiyor.

Öte yandan Tahran, Filistin davasıyla dayanışma adına ve aynı siyasal İslam anlayışını paylaştığı için, Hamas’ın siyasi yönetimine kapılarını açtı.

Bundan sonraki aşama, The Times’in 17 Haziran’da ortaya koyduğu gibi (bazı İsrail şirketlerine Suudi Arabistan’da faaliyet izni verildiği ve El-Al Havayolu şirketinin Suudi hava sahasını kullanabileceği belirtiliyor) [4], Riyad ve Tel Aviv arasındaki özel ticari ilişkilerin kurulması, ardından da Prens Abdullah’ın barış girişiminin (Arap Birliği, 2002) tanınması ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması (Prens Velid bin Talal’in İsrail Büyükelçisi olması bekleniyor) olacaktır [5].

Bu proje Filistin’e (Filistin Devletinin tanınması ve mültecilere tazminat ödenmesi), Lübnan’a (Şeba çiftliklerinden geri çekilmesi) ve Suriye’ye (cihatçılara verilen desteğin kesilmesi ve Golan Tepelerinden geri çekilmesi) barışın gelmesini sağlayabilir.

Golan sorunu özellikle sıkıntılı olacaktır çünkü Netanyahu yönetimi –biraz da kışkırtıcı bir şekilde- bu toprakların ilhak edildiğini açıklarken, ABD ve Rusya tahliyeyi gözlemlemekle görevli Birleşmiş Milletler Gücünün (FNUOD) bölgeden kovulmasına ve yerine El Kaide’nin ikame edilmesine sert tepki gösterdi [6]. Öte yandan Suriye savaşı süresince, Washington ya da Moskova’nın Tel Aviv’den Golan’ın statu quo’sunu değiştirmeme taahhüdünü almış olması da muhtemeldir.

Bu topyekun çözüm projesi işadamları Donald Trump ve Jared Kushner’in çözüm yöntemini yansıtmaktadır: zorunlu olarak siyasi değişimi dayatacak bir ekonomik durumun oluşturulması. Proje büyük olasılıkla Müslüman Kardeşler’in (Hamas) ve İran, Katar ve Türkiye’nin oluşturduğu siyasal İslam üçgeninin muhalefetiyle karşılaşacaktır.

2- Irak-Suriye anlaşmazlığı

Bölgedeki aktörlerin tümü bugün Irak ve Suriye’nin tek bir savaş alanını oluşturduğunu kabul etme konusunda hemfikirdirler. Bununla birlikte Bush Jr. yönetiminin yalanlarına (Saddam Hüseyin’e isnat edilen kitlesel imha silahları iddiasının temelsiz olduğunu kabul etmelerine rağmen) ve « Arap Baharları » romantik masalına (bu hareketin hiçbir zaman özgürlük getirme kaygısı taşımadığını ama aksine siyasal İslam’ın dayatılması anlamına geldiğini kabul etmelerine rağmen) kanan Batılılar, bu iki ülkeyi ayrı değerlendirmekte ısrar etmektedirler.

Savaşın nasıl başladığıyla ilgili olarak okuyucularımızı Gözlerimizin önünde kitabıma yönlendiriyorum [6]. Katar krizinin başlangıcından beri savaş Irak ve Suriye’de
 (1) IŞİD’e karşı mücadele (Musul ve Rakka) ve
 (2) Türkiye’ye karşı mücadele (Başika ve el-Bab) ile sınırlanıyor [7].

Bölgedeki herkesin bildiği gibi, Pekin’de iki ipek yolu projesinin taşıyıcısı Devlet Başkanı Xi Jinping’in iktidara gelmesinden beri, Washington, Irak ve Suriye’de birleşik bir « Sünnistan » kurulmasını teşvik etti. Bunu gerçekleştirmek için, Beyrut-Şam-Bağdat-Tahran-Pekin iletişim eksenini kesmek amacıyla IŞİD’i finanse etti, silahlandırdı ve eğitti.

Trump yönetimi dört aydan beri bu politikayı nasıl değiştirebileceğini ve bugünkü karşı karşıya geliş yerine Pekin ile bir ortaklığa nasıl gidilebileceğini araştırmakta ve müzakere etmektedir [8].

Sahada çelişkili olaylar birbirini izlerken, Irak ve Suriye Orduları, Katar krizinin başlangıcından beri kısa zamanda büyük ilerleme kaydettiler. Sınır topraklarını IŞİD’ten kurtardılar ve bugün birbiriyle bağlantılarını (yani ipek yolunu yeniden oluşturma) kurma noktasındadırlar. İki ordu arasında ABD Ordusu tarafından gayrimeşru olarak işgal edilen sadece iki yüz metrelik bir toprak parçası kaldı [9].

Suriye’nin güneyindeki çatışmalara gelince, mucizevi bir şekilde son erdiler. Dera’da Şam tarafından tek taraflı bir ateşkes ilan edildi. İşin gerçeği Moskova ve Washington, Suriye’nin sınırlarında İran ve hatta Lübnan Hizbullah’ının değil sadece Rus askerlerinin konuşlanmasına izin vereceği konusunda Tel Aviv’e güvence verdiler.

Kısacası eğer Pentagon Beyaz Saray’ın emirlerine uyarsa çatışmanın büyük oranda sona ermesi gerekir. Geriye sadece, Avrupa Birliğinin sonunda razı olduğu Kıbrıs’taki Türk işgali örneği, Irak ve Suriye’deki Türk işgali kalıyor. Irak ve Suriye’nin düşmanları olan ABD ve Suudi Arabistan yeniden bu ülkenin müttefiki haline gelecektir.

3- Yemen anlaşmazlığı

Yemenliler mevcut gelişmelerden yararlanabilir. Suudi Arabistan’ın Rubülhali Çölü’ndeki petrol sahalarının ortak işletilmesine sıcak bakacak bir hükümeti işbaşına getirmek ve Prens Muhammed bin Salman’ın şahsi zaferi için savaşa girdiği açıktır. İran’ın Hutsilere ve eski Devlet Başkanı Salih’e yaptığı yardım Arap ülkelerinin ve « uluslararası kamuoyunun » işledikleri suçları görmezden gelmesine yol açıyor.

Herkesin safını seçmesi gerekiyordu ve hemen herkes Katar’a ve Türk ve İranlı müttefiklerine karşı Suudi Arabistan’ın yanında yer almayı tercih etti. Filistin, Irak ve Suriye’de olumlu olanın, Yemen’de olumsuz olduğu görülüyor.

Sonuç

5 Haziran’dan ve Riyad ve Doha arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesinden beri, kamuoyu önünde bunu sadece Almanya dile getirmiş olsa da ülkelerin dışişleri olası bir savaşa hazırlanmaktadırlar. Bu durum Suudi Arabistan’ın değil de Katar’ın NATO’da gözlemci ülke statüsünde olduğu dikkate alındığında daha çarpıcı bir hal almaktadır [10].

Doha’da, ABD Büyükelçisi Dana Shell Smith’ten, milli takım teknik direktörü Jorge Fossati’ye kadar istifalar birbirini izlemektedir. Sadece Riyad saflarında yer alan ABD değil ama Körfezle özel bir bağı olmayan çok sayıda şirket savaş tehlikesi karşısında aynı şeyi yaparak Emirlik ile ticari ilişkilerini kestiler. Bu durum, örneğin Çin’in en büyük denizyolları şirketi COSCO için de geçerlidir.

Ne olursa olsun, meşru tarihsel taleplerine karşın, aynı gerekçelerle zamanında Kuveyt’in Irak tarafından ilhak edilmesine karşı çıktığı için Suudi Arabistan’ın Katar’ı ilhak etmesi olanaksız görünüyor. İngilizlerin sömürgelerinden vazgeçmesinden beri dünyaya yeni bir kural hakim oldu: yeni bağımsız devletlerin daima çözülemez sorunlarla baş başa kalması amacıyla Londra tarafından tasarlanan sınırlara kimsenin dokunmaya hakkı yoktur. Londra bu şekilde de facto olarak kendisine bağımlı kılmayı sürdürmektedir. Zaten 43 000 Pakistanlı ve Türk askerinin yakın zamanda Katar’ı savunmak üzere gelecek olması, ülkenin konumunu güçlendirecektir.

Çeviri
Murat Özdemir

[1İsrail ve Suudi Arabistan’ın gizli projeleri”, yazan Thierry Meyssan, Medyasafak.net (Türkiye) , Voltaire İletişim Ağı , 22 Haziran 2015.

[2« La Force « arabe » de Défense commune », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 20 avril 2015.

[3Nükleerleşen Ortadoğu!”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 7 Mart 2016.

[4Saudi trade talks with Israel are historic first”, Michael Binyon & Gregg Carlstrom, The Times, June 17th, 2017.

[5Özel haber: Suudi Arabistan İsrail’de bir büyükelçilik inşa ediyor”, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 29 Mayıs 2016.

[6Olay-kitap «Gözlerimizin önünde» Türkçe yayınlandı”, Tercüme Murat Özdemir, Voltaire İletişim Ağı , 15 Nisan 2017.

[7« Invasion militaire turque de l’Irak », par Ibrahim Al-Jaafari, Réseau Voltaire, 19 octobre 2016.

[8Trump: Savaşa karşı ticaret”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 14 Şubat 2017.

[9ABD ipek yolunun yeniden açılmasını engelleyebilecek mi?”, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 19 Haziran 2017.

[10İsrail ve emirler NATO’da”, yazan Manlio Dinucci, Tercüme Osman Soysal, Il Manifesto (İtalya) , Voltaire İletişim Ağı , 16 Mayıs 2016.