© Mohamed Sabra

ABD Başkanının İran ile ilgili konuşmasından önce Dışişleri Bakanlığında Hizbullah’ın Tahran hesabına tüm dünyaya terörizmi ihraç etmekle suçlandığı bir basın toplantısı düzenlendi [1]. Eylem söylemle birleştirilerek, Hizbullah’ın iki komutanını yakalayanlar için bir ödül öngörüldü. Ama –ne şaşırtıcı!- ne bu örgütün cihatçılar karşısında kazandığı zaferlere, ne de Rehber Ali Hamaney’in Lübnan direnişine yakın zamanda armağan ettiği 800 milyon dolar’a ilişkin tek bir söz dahi edilmedi [2].

Ardından sözü devralan Başkan Trump, İmam Ruhullah Humeyni’nin mirası Devrim Muhafızlarına ve Rehbere tüm gücüyle hakaret yağdırmaktan geri kalmadı [3].

Çok uzun zamandır bunlarla ilgili olarak aklanmış olmalarına karşın her türlü eski suçlamayı tekrarladı ve onları El Kaide’nin yeniden ortaya çıkışına neden olmakla suçlamanın temellerini attı.

Daha konuşması sona ermeden, İran’ın petrol yatırımlarının durduracağını satın alan piyasada petrolün varil fiyatı 85 sent yükselişte idi. İzleyen saatlerde, Batı devletlerinin tamamı ve Rusya, Donald Trump’ın saldırganlığını üzüntüyle karşılarken, İsrail ve Suudi Arabistan onu alkışlıyorlardı.

Oysa Başkan Trump ve Dışişleri Bakanlığı tarafından alındığı duyurulan kararlar yukarıda saydığımız ödül ve 5+1 mutabakatının Kongre’de onaylanmamasıdır [4]; bu son karar uluslararası ilişkilerden değil ama sadece ABD’nin iç siyasetine dayanmaktadır. 14 Temmuz 2015 tarihli mutabakat Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde kabul edildi ve ancak onun tarafından bozulabilir. Tabi ki tüm diplomatlar bu çok taraflı mutabakatın gerisinde, ABD ve İran, genişletilmiş Ortadoğu’daki üstlendikleri rolleri belirleyen karşılıklı bir protokole vardığını biliyorlar. Bu satırları yazdığım anda kimse Başkan Trump’ın bu protokolü yeniden tartışmaya açıp açmadığını bilmiyor. Bundan dolayı Dışişleri Bakanlığının duyurularına ve 13 Ekim tarihli konuşmaya gösterilen tüm tepkiler bir tiyatrodan ibarettir.

ABD ve İran’ın egemen sınıfları karşılıklı ilişkileri konusuna her zaman tutkuyla yaklaşmışlardır. Daha 1979 Devrimi sırasında, Carter yönetimi içerisinde öylesine derin bir ayrılık vardır ki, Dışişleri Bakanı Cyrus Vance ve Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzeziński birbirileriyle çatışırlar ve eğer başkan onları dinlemezse her biri istifa tehdidinde bulunur. Nihayetinde, Tahran büyükelçiliğindeki ajanların yakalanmasını « rehin » alma olarak niteleyen ve onları kurtarmaya çalışırken başarısız kalarak gülünç duruma düşen ikincisi birinciyi mağlup eder [5]. Bu olaydan sonra, Washington ve Tahran arasındaki ilişkiler, Brzeziński’nin gerçek ile hiçbir ilgisi olmayan ama medyatik olan yalanlarının bir tekrarı halini alır.

İran’ın bakış açısıyla Birleşik Krallık ve ABD, ülkelerini sömürgeleştiren ve sömüren bir yırtıcı hayvan ve yalancıdırlar. Daha henüz isyan etmemiş olan devletleri ezmeye devam etmektedirler. Bu nedenle İranlılar onları ortak dille « Küçük Şeytan » ve « Büyük Şeytan » lakabıyla tanımlamaktadırlar. Ayetullah Ali Hamaney’e göre, onurlu her insanın bunların sapkın hareketleriyle mücadele etmelidir. Ancak öte yandan Anglosaksonlarda her şey o kadar kötü de değildir ve onlarla iş yapılmaması için hiçbir neden yoktur.

Bush Jr. yönetimi boyunca, Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Tahran’a saldırmak için sürekli olarak Londra ve Tel Aviv ile komplolar düzenler. Kızı Liz Cheney ve eski bir gizli operasyon kurdu Elliott Abrams ile İran ve Suriye’de Siyaset ve Politika Grubu (« Iran Syria Policy and Operations Group ») adlı çok gizli oluşumu kurar. Önce bu ülkeye atom bombası atmayı, ardından da Gürcistan’da kiralanan havaalanlarından itibaren düzenlenecek bir İsrail hava saldırısını desteklemeyi öngörür. Bu arada bunun tamamen tersi olur: İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve ABD Genelkurmay Başkanı Amiral Mike Mullen, 2 Mart 2008’de Bağdat’ta gizlice görüşürler. ABD, Afgan Talibanlarını ve Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’i devirerek, İran’ın düşmanlarını onun yerine ortadan kaldırır ve bölgesel nüfuz alanına katkı sağlarlar.

Obama yönetimi boyunca, Beyaz Saray 2009’da renkli devrimi örgütleyerek Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ı devirme girişiminde bulunur. Başarısızlığından ders alarak, eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani çevresinde bir araya gelen muhaliflerle ilişkiye geçer. 1983-86 döneminde, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi İran-Kontra Operasyonunu düzenler. O dönem Albay Oliver North ve ölümsüz Elliott Abrams, onları Hocatülislam Rafsancani ile ilişkiye sokan milletvekili Şeyh Hasan Ruhani’den destek alırlar. Dolayısıyla da Obama yönetimi Mart 2013’te Umman’da onlarla müzakere etmeye başlar. Ve yapılan hokkabazlık sayesinde, Ahmedinejad’ın, Şeyh Ruhani’nin beş ay sonra kazanacağı Cumhurbaşkanlığı seçimine aday olması engellenir. Ruhani iktidara gelir gelmez, Umman görüşmeleri sırasında tasarladığı 5+1 mutabakatını resmi olarak müzakere etmeye başlar.

Trump’a gelince, seçim kampanyası boyunca sürekli olarak İran karşıtı sert bir söylem izlemeyi sürdürür. Bu ilk Güvenlik Danışmanı General Michaël Flynn’in de savunduğu bir tavırdır. Oysa BaşKan Beyaz Saray’a gelişinden itibaren tüm İran karşıtı danışmanlarını birer birer eler (halen CIA Başkanlığı görevini sürdüren Mike Pompeo dışında). Buna karşın başlıca üç danışmanı İran yanlısıdır (Özel Kalem Müdürü General John Kelly, Savunma Bakanı General James Mattis ve Dışişleri Bakanı Rex Tillerson).

Öte yandan Dışişleri Bakanının atanması sırasında, Obama yanlısı basının bu mevkiye kesin olarak Elliot Abrams’ın –yine o- getirileceğini duyurmasını gözlemlemek ilginçtir. Başkan onunla uzun süren bir görüşme yapar, Şeyh Ruhani ile olan ilişkileri üzerine sorular sorar, ardından kapıya kadar ona eşlik eder ve bu göreve Tillerson’u atar.

Başkan Trump’ın bir baş hareketiyle İran-ABD mutabakatını ortadan kaldırması ve –daha da kötüsü- Devrim Muhafızlarını hedef alması tamamen olasıdır, ama bir kez daha İsrailli ve Suudi müttefiklerini rahatlatmak için komedi oynuyor olması daha da olasıdır. Donald Trump’ın profesyonel bir politikacı olmadığı ama bir emlak girişimcisi olduğunu ve onun gibi hareket ettiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Abartılı görüşleriyle panik yaratarak ve bunların rakiplerinde ve ortaklarında yarattığı tepkileri gözlemleyerek profesyonelce başarılı oldu.

Bu iki varsayım arasında hangisinin geçerli olacağını görmek için Devrim Muhafızlarına karşı uygulanacak yaptırımları beklemeliyiz. Bunların ciddi olup olmadıklarını ya da sadece Donald Trump’ın iş görme tarzından ve ABD’nin İran karşısındaki geleneksel maskaralığından mı kaynaklandığını ancak o zaman görebileceğiz.

Çeviri
Osman Soysal
Kaynak
El-Vatan (Suriye)

[1Nathan Sales on US Efforts to Counter Hizballah”, yazan Nathan Sales; “It’s Time to Mobilize a Global Response to the Terrorist Group Lebanese Hizballah”, yazan Tom Bossert, Voltaire İletişim Ağı, 10 Ekim 2017.

[2İslam Devriminin Yüce Rehberi 2016’da dünyada 1 milyardan fazla para dağıttı”, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 18 Eylül 2017.

[3Remarks by Donald Trump on Iran Strategy”, Voltaire Network, 13 October 2017.

[4President Donald J. Trump’s New Strategy on Iran” Beyaz Saray’ın basın açıklaması, Voltaire İletişim Ağı, 13 Ekim 2017.

[5Tahran’daki ABD Büyükelçiliğinde hiçbir zaman rehineler olmadı, söz konusu olan ajanların elçilikte suçüstü yakalanmasıdır. Zaten kartal çığlıklarına karşın Washington hiçbir zaman bu olay için tazminat talebinde bulunmadı.