11 Haziran 1957 gecesi, Alger Fakültesi’nde Matematik Asistanı, Cezayir Komünist Partisi (PCA) militanı Maurice Audin, askerler tarafından evinde gözaltına alınır. Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FLN) savaşı başlatmasından sonra, bağımsızlık mücadelesini destekleyen PCA kapatılır ve yöneticileri için arama kararı çıkarılır. Maurice Audin bunlara gizli olarak yardım edenler arasındadır.

O dönem Alger’de bu koşullar altında gözaltına alınanların her zaman evlerine geri dönmediğini herkes bilmektedir. Bazıları serbest bırakılır, bazıları hapse atılır, yine bazıları adalete teslim edilir, ama geleceğin Cezayir başkentinde o yıl içlerinden bazılarının izini kaybeden çok sayıda aile bulunmaktadır. Anlaşmazlık boyunca tüm tarafların üzüntü duyduğu bu « kayıpların » sayısı bir süre sonra binlere ulaşır.

Günlerce evinde hapis tutulan ve üç çocuğuyla birlikte tek başına kalan Josette Audin, fırsat bulur bulmaz eşinin nerede gözaltında tutulduğunu öğrenebilmek için çırpınır. Bunun üzerine askeri komutanlık on yıllar boyunca resmi yorum olarak kalmayı sürdürecek bilgiyi verir: kocası firar etmiştir. Bilgi arayışında olan ailelere genel olarak yanıt verilmektedir. Kaçırılma ve yasalara aykırı bir şekilde alıkoyma yönünde verdiği şikayet, diğerleri gibi sessizlik içerisinde ya da soruşturmayı engelleyen sahte anahtar tanıkların yalanlarıyla sonuçsuz kalır. 1962’de, Cezayir Savaşı sonunda çıkartılan ve her türlü yasal takibata son veren af kararnameleri gerekçe gösterilere soruşturma nihai olarak kapatılır.

Maurice Audin bir daha hiç ortaya çıkmadı ve kayboluşuyla ilgili gerçek koşullar hala belirsizliğini koruyor. Resmi rapor ve tutanaklarda yer alan firar söylemi, güvenilir olamayacak kadar çok çelişki ve gerçekdışı olgular içermektedir. Açıkça ölümünü gizlemeye yönelik bir mizansen söz konusudur. Buna karşın Josette Audin’in şikayeti ertesindeki soruşturma sırasında ya da tanıklardan elde edilen bilgiler Maurice’in kesinlikle işkence gördüğünü göstermektedir.

Maurice Audin’in ölümüne ilişkin birçok varsayım ortaya atıldı. Tarihçi Pierre Vidal-Naquet, bir tanık ifadesinden hareketle, cinayeti Maurice Audin’i sorgulamala görevli istihbarat subayının bizzat işlediğini savundu. Paul Aussaresses ve başkaları, emirleri altında bir komando grubunun genç matematikçiyi infaz ettiğini belirtti. İşkence altında ölmüş olması da olasıdır.

Gerçek tam olarak ne olursa olsun onun kaybolması, birbirini izleyen hükümetlerin gelişimine izin verdiği bir sistemle olanaklı kılınmıştır: o dönem, rakibe karşı daha etkin bir mücadele yürütme hedefiyle güvenlik güçlerine her türlü « şüpheliyi » gözaltına alma, tutuklama ve sorgulama izni veren « gözaltı-tutuklama » sistemi.

Bu sistem yasal bir temel üzerinde kurumsallaşmıştır: Özel yetkiler. Parlamento tarafından 1956 yılında onaylanan bu yasa, Cezayir’de yeniden düzeni getirmek üzere hükümete tam yetki vermektedir. Yasa, önce Alger’de ardından da 1957’de tüm Cezayir’de valilik kararıyla yürürlüğe sokulan, polisin erkinin orduya delege edilmesine izin veren bir kararnamenin kabul edilmesine olanak vermiştir.

Bu sistem, Audin olayının gün ışığına çıkmasına izin verdiği kimi zaman işkence gibi korkunç bahtsız eylemlerin kaynağı olmuştur. Gerçi işkence yasa karşısında suç olmayı sürdürdü ama cezasız kaldığı için gelişme imkanı buldu. Cezasız kalıyordu çünkü 1954’te ayaklanmayı başlatan FLN’ye ama aynı zamanda onun müttefiki gibi görünenlere, bağımsızlık militanlarına ve taraftarlarına karşı bir silah olarak tasarlanmıştı. Bu silah gayrimeşru olmasına karşın bu savaş sırasında meşru kabul ediliyordu.

İşkenceye başvurmayı önlemekte ve cezalandırmakta başarısız olan birbirini izleyen hükümetler, güvenlik güçlerinin ele geçirdiği erkek ve kadınların hayatta kalmasını tehlikeye soktu. Oysa, son kertede insan haklarının korunması ve öncelikle de onların egemenliği altında tutuklu olan erkek ve kadınların fiziksel bütünlüğü onların sorumluluğundadır.

Bu geçmişin herkes tarafından bilinmesi, cesaret ve bilinçle izlenmesi önemlidir.

Cezayir’de olduğu kadar Fransa’da da, yaşamlarını aldığı, kaderlerini altüst ettiklerinin acılarının dindirilmesi ve sükunetleri de önemlidir. Yaşanan olayların tanınması çektikleri acıları dindirmeyecektir. Her birinde bir tamir edilemeyen kalacaktır ama bir tanıma simgesel olarak da olsa geçmişin ağırlığı altında hala ezilmeye devam edenlerin yükünü hafifletmelidir. Her halükarda bunun bugün düşünülmesi ve şekillendirilmesi bu ruhla yapılmıştır.

Aynı şey, sivil ya da asker işkenceyi onaylamamış, bu yola girişmemiş ya da buna boyun eğmemiş ve dün olduğu gibi bugün de işkenceyi kurumsallaştıran ve uygulayanlarla bir tutulmayı reddeden tüm Fransızları onuru için de geçerlidir.

Fransa için yaşamlarını yitirmiş tüm askerlerin ve daha da genel olarak bu anlaşmazlıkta yaşamlarını yitirmiş herkesin onuru için de bu geçerlidir.

Nihayet, diğerlerinde olduğu gibi bu alanda da, Fransız Cumhuriyetine düşen bir hakikat görevi vardır, çünkü uzlaşma sadece hakikatle mümkündür ve hakikat uygulanmadan özgürlük, eşitlik kardeşlik olmaz.

Sonuç olarak Cumhuriyet, bu anlaşmazlık boyunca şu ya da bu tarafın işlediği suçları ve vahşilikleri ne küçümseyebilir ne de affedebilir. Fransa kimi zaman kötü kapatılmış yara izlerini hala taşımaktadır.

Aynı şekilde hafıza çalışması bu açıklamayla da son bulmuyor. Bu tanımanın amacı özellikle Fransız ve Cezayirli, sivil ya da asker Cezayir Savaşındaki tüm kayıplara yönelik tarihsel çalışmaları teşvik etmeyi amaçlamaktadır.

Elverişli kaynakların belirlenmesinden sonra bakanlık kararnamesiyle çerçevesi belirlenen bir genel istisna, bu konuyla ilgili tüm devlet arşivlerinin serbestçe derinlemesine incelenmesine olanak verecektir.

Son olarak, bu konuda teslim edebileceği belge ya da tanıklıklara sahip olanları, bu tarihsel hakikat çabasına katılmak için ulusal arşivlere yönelmeye çağırıyorum.

Bu hakikat çalışmasının derinleştirilmesi, geçmişimizin daha iyi anlaşılmasına, tarihimizdeki yaraların daha da aydınlanmasına ve Fransız ve Cezayir hafızalarının ve halklarının yeni bir uzlaşma iradesine kapıyı açmalıdır.

Çeviri
Osman Soysal