Bu makale Gözlerimizin Önünde kitabından alıntılanmıştır.
Bakınız İçindekiler.

Gizli Müslüman Kardeşler cemaatinin kurucusu Hasan el-Benna. Mısır’da genelde Yahudi cemaatine ait bir meslek olan, saatçi olmaları dışında ailesi hakkında çok az bilgiye sahibiz.

Müslüman Kardeşler’in yaşadığı « Arap Baharı »

1951 yılında, Anglosakson gizli servisleri, aynı adlı eski örgütten hareketle bir gizli siyasi cemaat kurdular: Müslüman Kardeşler. Gizli servisler bu cemaati önce kendilerine direnen şahsiyetleri öldürmek, ardından 1979’dan itibaren de Sovyetlere karşı paralı asker olarak kullanırlar. 90’lı yılların başında, bu cemaati NATO’nun bünyesine sokmuşlar ve 2010’lu yıllarda Arap ülkelerinde iktidara taşımayı denemişlerdir. Müslüman Kardeşler ve Nakşibendi tarikatı Suudi kraliyet ailesinden yılda en az 80 milyar dolar tutarında mali destek almaktadır ki bu da onu dünyadaki en önemli ordulardan biri haline getirmektedir. IŞİD’inkiler de dahil olmak üzere cihatçı liderlerin tamamı bu askeri düzeneğin parçasıdırlar.

1- Mısırlı Müslüman Kardeşler

Birinci Dünya Savaşı sırasında dört imparatorluk ortadan kalkar: Cermen Reich’i, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Kutsal Rus Çarlığı ve Babıali Osmanlı. Galip devletler tümüyle ölçüsüzdürler ve mağluplara şartlarını dayatırlar. Böylece Avrupa’da Versailles Anlaşması, çatışmanın tek sorumlusu gördüğü Almanya için kabul edilemez şartlar koyar. Doğu’da, Osmanlı Halifeliğinin parçalanması süreci sorunlu olmaktadır: San Remo Konferansında (1920), Sykes-Picot (1916) gizli mutabakatlarına uygun olarak Fransa’nın, Suriye’yi (o dönemde bugünkü Lübnan’ı da içine alan) sömürge haline getirmesinin önü açılırken, Birleşik Krallığın Filistin’de Yahudi yurdunu oluşturmasına izin verilmiştir. Öte yandan Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğundan geriye kalan topraklarda aynı zamanda hem savaşı kaybeden Sultan’a, hem de ülkesini ele geçiren Batılılara karşı ayaklanır. Sevr Konferansında (1920), Kürdistan da dahil çeşitli yeni devletler yaratabilmek için Halifelik küçük parçalara bölünür. Trakya ve Anadolu’nun Türk-Moğol halkı ayağa kalkar ve Mustafa Kemal’i iktidara taşır. Sonuç olarak Lozan Konferansıyla (1923) bugünkü sınırlar çizilir, Kürdistan’dan vazgeçilir ve bir buçuk milyondan fazla kişinin ölümüne neden olacak şekilde devasa nüfus nakilleri düzenlenir.

Ama Almanya’da Adolf Hitler nasıl ülkesinin kaderine teslim olmadıysa, Ortadoğu’da da aynı şekilde bir adam bölgenin yeniden paylaşılmasına karşı çıkar. Mısır’da bir öğretmen, Batılıların yendiği Halifeliği yeniden tesis etmek için bir hareket kurar. Bu adamın ismi Hasan el Benna ve örgütün adı ise Müslüman Kardeşler’dir (1928).

Halife, ilke olarak herkesin itaat etmesi gereken Peygamberin halefidir; dolayısıyla bu çok arzulanan bir sıfattır. Tarih boyunca birçok büyük Halife soyu birbirini izlemiştir: Emeviler, Abbasiler, Fatimiler ve Osmanlılar. Geleceğin Halifesi bu sıfatı ele geçirecek olan, kendini Müslüman dünyasının hakimi olarak gören Cemaatin « Ruhani Lideri » olmalıdır.

Gizli cemaat çok hızlı yayılır. İslamcı kurumları yeniden tesis etmek için sistemin içerisinde çalışmayı tercih eder. Cemaate girmeye hak kazananlar Kuran’a ve kılıç ya da tabancaya el basarak kurucuya bağlılık yemini etmelidir. Her ne kadar bunu dini terimlerle ifade etse de Cemaatin amacı tamamen siyasidir. Ne Hasan el Benna, ne de halefleri hiçbir zaman İslam’dan bir din olarak söz etmeyecek ya da bir Müslüman tinselliğini dile getirmeyeceklerdir. Onlara göre İslam sadece bir dogma, Tanrıya itaat ve iktidar uygulamasıdır. Doğal olarak Cemaati destekleyen Mısırlılar onu bu şekilde algılamazlar.

Hasan el Benna’ya göre, bir hükümetin meşruluğu, Batılı hükümetleri değerlendirirken yapıldığı gibi temsil gücüyle değil ama « İslami yaşam tarzını » yani XIXncu yüzyıl Osmanlı Mısır’ının yaşam tarzını savunma yeteneğiyle ölçülür. Kardeşler, İslam’ın bir tarihinin olmasını ve Müslüman yaşam tarzlarının bölgelere ve dönemlere göre büyük ölçüde çeşitlilik göstermesini asla tasavvur edemeyecektir. Yine aynı şekilde Peygamberin içinde yaşadığı bedevi toplumunda devrim yaptığını ve Kuran’da tanımlanan yaşam tarzının bu insanlar için belirlenmiş bir aşamadan başka bir şey olmadığını da asla tasavvur edemeyecektir. Dolayısıyla onlara göre Kuran’ın cezai kuralları –Şeriat- verili bir durumla uyuşmamakta ama iktidarın destek alabileceği değişmez yasaları belirlemektedir.

Müslüman yaşam tarzının çoğunlukla kılıçla yayılmış olması, Cemaat için güç kullanımını meşru kılmaktadır. Kardeşler, İslam’ın aynı zamanda örnek alınarak yayılmayı başardığını asla kabul etmeyeceklerdir. Ancak bu yaklaşım, el Benna ve Kardeşler’in seçimlere katılmasına –ve kaybetmesine- engel oluşturmaz.

Müslüman Kardeşler’in doktrini, « siyasal İslam’ın » ideolojisidir, Fransızca buna « İslamcılık » diyoruz, herkesi çok öfkelendirecek bir sözcüktür bu.

Hasan el Benna 1936’da, Başbakan Mustafa Nahhas Paşa’ya mektup yazar ve aşağıdaki taleplerde bulunur:
 « Yasamada reform ve bütün mahkemelerin Şeriat altında birleştirilmesi;
 Orduda askere almanın cihat bayrağı altında gönüllülük esasıyla yapılması;
 İslam’ın şartı olan tevhide uygun olarak, Müslüman ülkelerin birbirine bağlanması ve Halifeliğin canlandırılmasının hazırlanması ».

İkinci Dünya Savaşı süresince, Cemaat tarafsızlığını ilan eder. Gerçekte ise Reich’in istihbarat servisine dönüşür. Ancak ABD’nin savaşa girmesiyle birlikte, savaşın kaderi tersine dönecek gibi olunca, iki taraflı oynar ve ilk işvereni hakkında onlara bilgi sağlamak üzere kendini İngilizler tarafından finanse ettirir. Böylelikle Cemaat tamamen ilkeden uzak olduğunu ve katıksız politik oportünizmini açıkça ortaya koyar.

24 Şubat 1945’te Kardeşler şanslarını dener ve Mısır Başbakanını meclis oturumunda öldürürler. Ardından Müslüman Kardeşler’e karşı baskı ve yeni Başbakan’ın 28 Aralık 1948’de vurulması ve ona misilleme olarak 12 Şubat 1949’da Hasan el Benna’nın öldürülmesine kadar varan bir dizi siyasi cinayetle birlikte şiddettin tırmandığına tanık olunur. Kısa süre sonra, sıkıyönetim mahkemesi Kardeşler’in birçoğu için hapis cezası verir ve kurumlarını kapatır.

Bu gizli örgüt özünde, hırslarını Kuran’ın ardına gizleyen ve iktidarı ele geçirme hevesinde olan bir katil sürüsünden başka bir şey değildi. Tarihi burada son bulmalıydı. Ama hiç de öyle olmadı.

2- Anglosaksonlar tarafından yeniden kurulan Cemaat ve İsrail ile özel barış

Cemaatin insanları seferber etme ve onları katile dönüştürme yeteneği ancak büyük güçlerin ilgisini çekebilirdi.

İnkar etmesine karşın Seyyid Kutub masondu. 23 Nisan 1943’te, el-Tac el-Mısri (« Mısır’ın tacı ») dergisinde « Neden mason oldum » başlıklı bir makale yayınlamıştır.

Dağılmasının üzerinden iki buçuk yıl geçtikten sonra, Anglosaksonlar « Müslüman Kardeşler » adını yeniden kullanarak yeni bir örgüt kurarlar. Tarihi liderlerin hapiste olmasından yararlanılarak eski yargıç Hasan el Hodeybi örgütün Büyük Mürşidi (Rehberi) seçilir. Genel kanaatin tersine, eski ve yeni cemaat arasında hiçbir tarihsel devamlılık söz konusu değildir. Hasan el Benna’nın eski gizli cemiyetin « Gizli Aygıt » adlı birimini, kendisiyle bağlantılı olduğunu iddia ettiği saldırılara girişmesi için görevlendirdiği ortaya çıkar. Bu örgüt içerisindeki örgüt öylesine iyi gizlenmiştir ki Cemaatin tasfiyesinden etkilenmemiş ve bundan böyle halefinin emrine girmiştir. Örgütün Mürşidi bu yapıyı inkar etmeye karar verir ve hedeflerine ancak barışçıl yöntemlerle ulaşma niyetinde olduğunu açıklar. Eski gizli cemiyeti yeniden oluşturmak isteyen Anglosaksonlarla sadece kitleler nezdinde saygınlığını geri kazanmak isteyen Mürşit arasında o dönemde tam olarak neler yaşandığını ortaya koymak zordur. Her durumda, Gizli Aygıt faaliyetini sürdürür ve Mürşidin otoritesi, oluşum içerisinde gerçek bir savaş ilan eden Cemaatin diğer sorumlularına geçer. CIA bunların başına, MI6 ile bir anlaşmaya varmadan önce Mürşidin mahkum ettiği Cihat teorisyeni Seyyid Kutub’u [1] getirir.

Her yabancı kol birbirinden bağımsız olduğu için ve örgüt içerisindeki gizli birimler, her zaman ne Büyük Mürşit, ne de Mahalli Mürşit’e değil ama bazen doğrudan CIA ve MI6’ya bağlı olduklarından, bunların yapı içerisinde kendi aralarındaki ast-üst ilişkilerini tam olarak belirlemek imkansızdır.

İkinci Dünya Savaşını izleyen dönemde, İngilizler dünyayı Sovyetlerin etki alanının dışında tutmak için dünyayı örgütlemeye çalışırlar. Winston Churchill, Eylül 1946’da Zürih’te Avrupa Birleşik Devletleri düşüncesini ileri sürer. Aynı ilkeden hareketle Arap Birliğini oluşturur. Soğuk Savaşın başlangıcından itibaren, Amerika Birleşik Devletleri, kendi adına bu harekete çıkarlarına uygun olarak yol arkadaşlığı yapmakla yükümlü American Committee on United Europe ve American Friends of the Middle East [2] adlı dernekleri kurar. CIA, Arap Dünyasında, önce Şam’da General Hüsnü Zaim lehine (Mart 1949), ardından da Hür Subaylar ile birlikte Kahire’de (Temmuz 1952) olmak üzere iki askeri darbe düzenler. Komünistlere düşman olduğu varsayılan milliyetçilerin desteklenmesi söz konusudur. Washington bu ruh haliyle, anti-komünist mücadeleyi yönetmek için yanlarında yüzlerce eski Gestapo yetkilisiyle birlikte, Mısır’a SS Generali Otto Skorzeny ve İran’a Nazi General Fazlollah Zahedi’yi getirtir.

Skorzeny ne yazık ki Mısır Polisini bir şiddet geleneği içerisinde yapılandırır. 1963’te, Nasır’a karşı CIA ve MOSSAD’ı tercih edecektir. Zahedi’ye gelince, dönemin en cani polis teşkilatı SAVAK’ı kuracaktır.

Hasan el Benna hedefini belirlemiştir –dini kullanarak iktidarı ele geçirmek-, Kutub ise kullanılacak yöntemi saptar: cihat. Müritler Kuran’ın üstünlüğünü bir kez kabul ettikten sonra, bunları ordu şeklinde örgütlemek ve savaşa göndermek için ondan yararlanmak mümkündür. Kutub, İslamcı olanla « karanlık » olanı birbirinden ayıran manişeist bir teori geliştirir. Bu kafa karıştırma yöntemi, CIA ve MI6’ya milliyetçi Arap hükümetlerin kontrol edilmesi için müritlerin kullanılması ve ardından da Sovyetler Birliğindeki Müslüman bölgelerinin istikrarsızlaştırılması imkanı vermektedir. Cemaat « “Gayemiz Allah. Önderimiz Resulullah. Anayasamız Kuran. Yolumuz cihat. En büyük arzumuz Allah yolunda şehit olmaktır » sloganı altında bitmek tükenmek bilmeyen bir terörist deposu haline gelir.

Kutub’un düşüncesi akılcı ama mantıklı değildir. Hiçbir zaman için tartışmaya yer bırakmayan değişmez bir Allah/Peygamber/Kuran/Cihat/Şehit retoriğini göz önüne sermektedir. Kendi mantığını insan aklının üstünde görmektedir.

Gizli cemaat heyetinin Başkan Eisenhower tarafından Beyaz Saray’da kabulü (23 Eylül 1953).

CIA, Princeton Üniversitesi’nde « Sovyetler Birliğindeki Müslümanların durumu » konulu bir bilimsel toplantı düzenler. Toplantı, Müslüman Kardeşler’in silahlı kolunun liderlerinden biri olan Sait Ramazan’ın yönetimindeki bir heyeti ABD’de ağırlamak için fırsat olur. CIA’nın takipten sorumlu subayı raporunda Ramazan’ın bir aşırı dinciden daha çok faşiste benzediğini not eder; Müslüman Kardeşler’in çok özel siyasi niteliğinin altını çizme tarzıdır bu. Bilimsel toplantı, 23 Eylül 1953 tarihinde, Devlet Başkanı Eisenhower tarafından Beyaz Saray’da verilen bir resepsiyonla son bulur. Washington ve cihatçılık arasındaki ittifak sağlanmıştır.

(Soldan sağa) Hasan el-Benna kızını Sait Ramazan ile evlendirerek onu halefi yapar. Çiftin Hani (Cenevre İslam Merkezi Müdürü) ve Tarık Ramazan (Oxford Üniversitesi Çağdaş İslami Araştırmalar Kürsüsünde profesör olacaktır) adlı iki çocuğu olur.

Cemaati komünistlere karşı yeniden yaratan CIA, onu önce milliyetçilere yardım etmek için kullanır. O dönem istihbarat servisi Ortadoğu’da orta sınıftan gelen anti-Siyonistler tarafından temsil edilmektedir. Yerlerine İsrail’e yakın büyük üniversitelerden mezun olmuş Anglosakson ve püriten kökenli üs düzey memurlar getirilmesi için ayakları kaydırılır. Washington milliyetçilerle anlaşmazlığa düşer ve CIA Cemaati onlara karşı tavır almaya zorlar.

Sait Ramazan ve Abdül Ala Mahdudi, İngiliz Mİ6’sı tarafından kurulan bir istasyon olan Radio Pakistan’da haftalık bir program sunarlar.

Sait Ramazan, 1948 yılında İsrail’e karşı yürütülen kısa savaşta Cemaatin bazı savaşçılarına komutanlık yapmış, ardından da Pakistan’da paramiliter örgüt Cemaat-i İslami’nın kuruluşunda Seyyid Ebul Ala Mevdudi’ye yardım etmiştir. O dönemlerde, yeni bir ülke, yani Pakistan’ı kurmaları için Hindistan’daki Müslümanlar için bir İslami kimliğin üretilmesi söz konusudur. Cemaat-i İslami zaten Pakistan anayasasını yazacaktır. Ramazan, Hasan el Benna’nın kızıyla evlenir ve yeni « Müslüman Kardeşler »’in silahlı kolunun lideri haline gelir.

Mısır’da Kardeşler, General Muhammed Necip’in –Seyyid Kutub onların irtibat subayıydı- Hür Subaylar askeri darbesine katıldıktan sonra, liderlerinden birini, Necip ile anlaşmazlığa düşen Cemal Abdülnasır’ı ortadan kaldırmakla görevlendirilirler. 26 Ekim 1954’te sadece başarısız olmakla kalmazlar, ama Nasır iktidarı ele geçirir, Cemaat’e baskı uygular ve Necip’i zorunlu ikamete mahkum eder. Seyyid Kutub birkaç yıl sonra asılarak idam edilir.

Mısır’da yasaklanan Kardeşler, Vahhabbi devletlere (Suudi Arabistan, Katar ve Şarca Emirliği) ve Avrupa’ya (Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık, ardından da tarafsız İsviçre) geri çekilir. Her yerde Arap milliyetçileri ve Sovyetler Birliği arasında doğmakta olan ittifaka karşı mücadele eden Batılı ajanlar gibi karşılanırlar. Sait Ramazan, 1958’de bir Ürdün diplomatik pasaportu alır ve Kafkasya ve Orta Asya’nın (aynı zamanda Pakistan-Afganistan ve Sovyetik Fergana vadisinin istikrarsızlaştırılması sürecini yönettiği Cenevre’ye yerleşir. Münih’te bir cami yaptırma derneğinin kontrolünü ele geçirir, bu da ona hemen hemen Batı Avrupa’daki tüm Müslümanları gözetimi altına alma imkanı verir. American Committee for the Liberation the Peoples of Russia (AmComLib), yani CIA’nın yardımıyla, Cemaatin görüşlerini yaymak için ABD Kongresi tarafından doğrudan finanse edilen bir radyo istasyonu olan Radio Liberty/Radio Free Europe’u kurar [3].

Süveyş Kanalının alınması ve Nasır’ın çarpıcı bir şekilde yüzünü Sovyetlere çevirmesi üzerine Washington Arap Milliyetçilerine karşı Müslüman Kardeşler’i sınırsız bir şekilde desteklemeye karar verir. Miles Copeland adlı bir üst düzey CIA yetkilisi, Cemaat içerisinde, Arap Dünyasında ABD’li rahip Billy Graham’ınkine eşdeğer bir rolü oynayabilecek bir şahsiyeti seçmekle –nafile- görevlendirilir. Bu yetkinlikte bir vaizi, Mısırlı Yusuf el Karadavi’yi bulabilmek için 80’li yılları beklemek gerekecektir.

1961 yılında, Kardeşler bir başka gizli cemaatle, Nakşibendi tarikatıyla bağlantı kurar. Tasavvuf ve siyasi girişimi birbirine karıştıran bir tür Müslüman masonluğu söz konusudur. Hintli teorisyenlerinden biri olan Ebu el Hasan Ali en Nedvi, Kardeşler’in dergisinde bir makale yayınlar. Tarikat birçok ülkede eskiden beri mevcuttur. Irak’ta, Büyük Üstat geleceğin Başkan Yardımcısı İzzet İbrahim el-Duri’den başkası değildir. 1982 yılında Müslüman Kardeşler’in Suriye’deki darbe girişimini, ardından Batılıların uçuşa yasak bölge kararından sonra ülkesine yeni bir kimlik vermek için Devlet Başkanı Saddam Hüseyin tarafından örgütlenen « imana geri dönüş kampanyasını » destekleyecektir. Tarikat Türkiye’de daha karmaşık bir rol oynayacaktır. Sorumluları arasında Fethullah Gülen (Hizmet Hareketi kurucusu), Turgut Özal (1989-93) ve Adalet Partisi yetkilisi (1961) ve Milli Görüş’ün (1969) kurucusu Başbakan Necmettin Erbakan (1996-97) yer almaktadır. Afganistan’da eski Devlet Başkanı Sibghatullah Müceddidi, tarikatın Büyük Üstadı olur. Rusya’da tarikat, Osmanlı İmparatorluğunun yardımıyla, Kırım’ı, Özbekistan’ı, Çeçenistan’ı ve Dağıstan’ı XIXncu yüzyılda Çarlığa karşı ayaklandırmıştı. SSCB’nin çöküşüne kadar, tarikatın bu kolundan pek ses çıkmayacaktır; aynı şekilde Çin’in Sincan bölgesinde de. İslamcıların ilke olarak gizemciliğe ve tarikatlara karşı olmaları nedeniyle Kardeşler ve Nakşibendiler arasındaki yakınlık konusunda çok araştırma yapılmamıştır.

Dünya İslam Birliği’nin Suudi Arabistan’daki merkezi. 2015 yılında bu kurumun bütçesi Suudi Savunma Bakanlığı bütçesine denkti. Dünyadaki bir numaralı silah ithalatçısı olan Suudi Arabistan’ın satın aldığı silahlar, Birlik tarafından Müslüman Kardeşler’e ve Nakşibendilere ait örgütlere dağıtılır.

CIA 1962 yılında Suudi Arabistan’ı Dünya İslam Birliği’ni kurması ve aynı zamanda milliyetçi ve komünistlere karşı Cemaati ve Nakşibendi Tarikatını finanse etmesi konusunda teşvik eder [4]. Bu örgüt önce Aramco (Arabian-American Oil Company) tarafından finanse edilir. Örgütün yirmi kurucusu arasında, daha önce de adını andığımız üç İslamcı teorisyen de bulunmaktadır: Mısırlı Sait Ramazan, Pakistanlı Seyyid Ebul Ala Mevdudi ve Hintli Ebu el Hasan Ali en Nedvi.

Petrol ticareti sayesinde birden büyük miktarda nakit paraya sahip olan Arabistan, Kardeşler’in dünya çapındaki hamisi haline gelir. Monarşi, hemen hemen kimsenin okuma yazma bilmediği bir ülkede onlara, okul ve üniversite eğitim sistemini emanet eder. Kardeşler’in ev sahibine uyum sağlaması gerekecektir. Gerçekten de Krala bağlılıkları bunların Büyük Mürşide sadakat göstermelerini engeller. Ne olursa olsun, Seyyid’in kardeşi Muhammet Kutub’un çevresinde iki eğilim halinde örgütlenirler: bir tarafta Suudi Kardeşler, diğer tarafta ise « Sururiciler ». Suudi olan Sururiciler, Cemaatin siyasi ideolojisi ile Vahhabbi teolojisi arasında bir sentez yapmayı denemekteydiler. Kraliyet Ailesinin de mensubu olduğu bu mezhep, bedevi düşüncesinden gelen, İkonoklast ve tarihsel olmayan bir İslam yorumudur. Riyad petro-dolarlara sahip oluncaya kadar, kendisini kafir olarak gören geleneksel Müslüman okullarını lanetliyordu.

Gerçekte Kardeşler’in ve Vahhabbilerin siyasetleri arasında hiçbir ortak nokta olmamasına rağmen birbirileriyle uyumludurlar. Suud Ailesini Vahhabbi vaizlere bağlayan anlaşma ancak Cemaat ile birlikte var olabilir: İlahi hukuka bağlı bir monarşi fikri Kardeşler’in iktidar açlığıyla uyuşmuyor. Dolayısıyla Arabistan’da siyasete girmemeleri koşuluyla Suudların Kardeşler’i bütün dünyada desteklemesi kararlaştırılmıştır.

Vahhabbilerin Kardeşler’e verdiği destek, Arabistan ve diğer iki Vahhabbi devlet Katar ve Şarca Emirliği arasında ek bir rekabeti tetikler.

1962 ila 1970 yılları arasında Müslüman Kardeşler Kuzey Yemen iç savaşına katılırlar ve Mısır ve SSCB’nin Arap milliyetçileri karşısında Suudi Arabistan ve Birleşik Krallık yanlısı bir monarşi kurmayı denerler. Bu çatışma, izleyen yarım yüzyıl sırasında olacaklar konusunda fikir verecektir.

1970 yılında Cemal Abdülnasır Filistinli fraksiyonlarla Ürdün Kralı Hüseyin arasında, « Kara Eylül »’e son veren bir uzlaşma sağlamayı başarır. Anlaşmanın Arap Birliğinde onaylandığı akşam, resmi olarak bir kalp krizi sonucunda ama çok daha muhtemel olarak bir cinayet sonucunda yaşamını yitirir. Nasır’ın, biri solcu –halkın çok sevdiği-, biri ılımlı –çok tanınmış- ve ABD ve Suudi Arabistan’ın talebiyle biri muhafazakar, yani Enver Sedat olmak üzere üç başkan yardımcısı bulunmaktaydı. Baskılarla karşılaşan solcu başkan yardımcısı bu göreve layık olamayacağını açıklar. Ilımlı başkan yardımcısı siyaseti bırakmayı tercih eder. Nasırcılar Sedat’ı aday olarak belirlerler. Bu birçok ülkenin yaşamak zorunda kaldığı bir dramdır: Başkan, seçmen kitlesini genişletmek için rakipleri arasından bir başkan yardımcısı seçer, ama başkan öldüğünde, seçilen başkan yardımcısı onun yerine geçer ve tüm mirasını yok eder.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Reich’e hizmet eden ve Führer’e büyük hayranlık duyan Sedat, Cemaatla Hür Subaylar arasında irtibat memuru gibi çalışan ve Seyyid Kutub’un canciğer dostu olan bir ultra-muhafazakardır. İktidara gelir gelmez, Nasır tarafından hapse atılan Kardeşler üyelerini serbest bırakır. « İnançlı Cumhurbaşkanı », toplumun İslamileştirilmesi konusunda Cemaatin müttefikidir (« Tashih İnkılabı »), ama bundan siyasal çıkar elde ettiği andan itibaren onun rakibidir. Bu muğlak ilişki, Cemaatten ayrılan fraksiyonlar değil ama ona itaat eden dış birimler olan üç silahlı grubun ortaya çıkmasıyla sergilenir: İslami Kurtuluş Partisi (Hizb-ut Tahrir), İslami Cihat (Şeyh Ömer Abdurrahman’ın) ve Tekfir ve Hicret (Et-tekfir ve’l Hicre). Bunların tümü de Seyyid Kutub’un emirlerini uyduklarını açıklarlar. Gizli servisler tarafından silahlandırılan İslami Cihat, Hıristiyan Kıptilere karşı saldırılara girişir. Durumu yatıştırmakta başarısız olan « inançlı Cumhurbaşkanı » Kıptileri isyana teşvikle suçlar ve Patriklerini ve sekiz piskoposlarını hapse atar. Sonuç olarak Sedat, Cemaat yönetimine müdahale eder ve tutuklattığı Büyük Mürşit’e karşı İslami Cihat’tan yana tavır alır [5].

ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in talimatıyla Suriye’yi Mısır ile birlikte İsrail’e saldırmak ve Filistinlilere haklarını geri vermek için ikna eder. 6 Ekim 1973’te, İsrailliler Yom Kippur bayramını kutlarken, her iki ordu İbrani devletini kıskaca alır. Mısır Ordusu Süveyş Kanalını aşarken, Suriye Ordusu Golan Tepesinden saldırır. Öte yandan Sedat hava savunma şemsiyesinin ancak bir bölümünü harekete geçirir ve ordusunu kanalın 15 km batısında durdururken, İsrailliler tuzağa düşen ve kendilerine karşı düzenlenen komploya isyan eden Suriyelilerin üzerine çullanırlar. Sedat ancak İsrailli yedekler seferber edildikten ve Suriye Ordusu kuşatıldıktan sonra ordusuna yeniden ilerliyormuş gibi yapmasını, ardından da ateşkes pazarlığı yapmak üzere durmasını emreder. Mısır’ın ihanetini gözlemleyen ve Nasır’ın ölümüyle zaten bir müttefikini kaybetmiş bulunan Sovyetler, ABD’yi tehdit eder ve çatışmaların hemen durdurulmasını şart koşar.

Seyyid Kutub ile birlikte « Özgür Subaylar » ve cemaat arasında eski irtibat subayı olan « İnançlı Cumhurbaşkanı » Enver Sedat’ın Mısır Parlamentosu tarafından « Altıncı Halife » olarak ilan edilmesi bekleniyordu. Yukarıda, Adolf Hitler hayranı Sedat, Knesset’te ortakları Golda Meïr ve Şimon Peres ile birlikte görülüyor.

Dört yıl sonra Cumhurbaşkanı Sedat –CIA’nın planını sürdürerek- Kudüs’e gider ve İsrail ile, Filistinlilerin aleyhine bir özel barış anlaşması imzalamaya karar verir. Bundan böyle, Kardeşler ile İsrail arasındaki ittifak daha da güçlenecektir.
Bütün Arap halkları bu ihaneti kınar ve Mısır, merkezi başkent Tunus’a taşınan Arap Birliği’nden çıkarılır.

Müslüman Kardeşler’in « Gizli Aygıtının » sorumlusu Eyvan el-Zehaviri (halen El-Kaide’nin lideri) Cumhurbaşkanı Sedat’a yönelik suikastı örgütler (6 Ekim 1981).

Washington, 1981’de yeni bir sayfa açma kararı verir. İslami Cihat’a artık işlerine yaramayan Sedat’ı öldürme görevi verilir. Parlamentonun kendisini « Altıncı Halife » olarak ilan etmeye hazırlandığı bir dönemde, bir askeri resmigeçit töreni sırasında düzenlenen suikastla öldürülür. Resmi tribündeki 7 kişi ölür ve 28 kişi yaralanır, ama Cumhurbaşkanının yanında oturan, Başkan Yardımcısı General Mübarek saldırıdan yara almadan kurtulur. Mübarek resmi tribünde çelik yelek giymiş olan tek kişidir. « İnançlı Cumhurbaşkanının » yerini alır ve Arap Birliği artık yeniden Kahire’ye taşınabilecektir.

(Sürecek…)

Çeviri
Murat Özdemir

Bu kitap Türkçe olarak bilgisayar versiyonunda bulunmaktadır.

[1Seyyid Kutub masondu”, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 29 Mayıs 2018.

[2America’s Great Game: The CIA’s Secret Arabists and the Shaping of the Modern Middle East, Hugh Wilford, Basic Books (2013).

[3A Mosque in Munich: Nazis, the CIA, and the Rise of the Muslim Brotherhood in the West, Ian Johnson, Houghton Mifflin Harcourt (2010).

[4Dr. Saoud et Mr. Djihad. La diplomatie religieuse de l’Arabie saoudite, Pierre Conesa, préface d’Hubert Védrine, Robert Laffont (2016). English version: The Saudi Terror Machine: The Truth About Radical Islam and Saudi Arabia Revealed, Skyhorse (2018).

[5Histoire secrète des Frères musulmans, Chérif Amir, préface d’Alain Chouet, Ellipses (2015).