Şaka gibi ama ne yazık ki artık birinci derecede dikkate alınması gereken bir Püriten sloganı haline gelmiştir: « Siyahiler nesli tükenmekte olan bir türdür » (Black Men are endangered species).

Anglosakson Püritenler

İngiltere Kilisesi’nden yaklaşık dört yüz mümin, fanatik olarak kabul edildikleri ülkelerinden kaçtı. Kalvinist geleneğe ya da daha doğrusu Hıristiyanlığın Püriten yorumuna göre yaşamaları için uygun gördükleri Leiden’e (Hollanda) sığındılar. Muhtemelen Kral I. James’in isteği üzerine, Amerika’ya İspanyol İmparatorluğu ile savaşmak üzere iki grup gönderdiler. Bunlarda birincisi ileride ABD’ye dönüşecek olan koloniyi kurdu, ikincisi ise Orta Amerika’da kayboldu.

Püritenler daha sonra Lord Cromwell ile birlikte İngiltere’de iktidara geldi. Papalık yanlısı kral I. Charles’ın başını kestiler, eşitlikçi bir cumhuriyet (Commonwealth) kurdular ve Katolikleri katlederek İrlanda’yı sömürgeleştirdiler. Bu kanlı deneyim kısa sürdü ve uzun zamandır İngilizlerin nezdinde kamu yararı (Res Publica) fikrinin gözden düşmesine neden oldu.

35 « Pilgrim Ata » (Pilgrim fathers) Leiden’den ayrıldı ve İngiltere’ye uğradı; daha sonra Mayflower gemisiyle okyanusu aştı. Dinlerine özgürce ibadet edebilmek için 1620’de Kuzey Amerika’ya vardılar. Gezileri sırasında, örnek bir toplum kurma yemini ettikleri bir ahit imzaladılar (Kalvinist inancın ve ibadetin katı bir şekilde izlenmesi, yoğun topluluk hayatı, katıksız toplumsal ve ahlaki disiplin). Plymouth Kolonisi’ni yaratarak, « Firavun » dan (I. James) kaçtıktan ve « Kızıldeniz »i (Atlantik) aştıktan sonra « Yeni Kudüs »ü inşa etme umuduna kapıldılar. Bir yıl sonra, her yıl Thanksgiving adı altında kutlayacakları destanları için Tanrı’ya şükrettiler [1]. Başkentlerini 60 kilometre kuzeyde Boston’da kurdular. Toplumları, kadınları başlarını örtmeye zorluyor, halk önünde itiraf ve bedensel cezalar uygulanıyordu.

Çok etkili Pilgrim’s Society’nin logosu: Hacı Atanın bir yanında Britanya aslanı ve öbür yanında ABD kartalı yer alıyor.

Bu olaylar sadece her Amerikalının bilmesi gereken efsaneler değildirler, Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi sistemini de şekillendirmektedirler. 45 başkandan sekizi (Bush’lar da dahil) 35 « Pilgrim Ata »nın doğrudan torunlarıdır. On milyonlarca göçmenin gelişine ve kurumsal görünüme rağmen, ideolojileri Donald Trump’ın seçimine kadar dört yüzyıl boyunca iktidarda kaldı. Çok kapalı bir kulüp olan Pilgrim’s Society, İngiliz hükümdarının yetkisi altında İngiliz ve Amerikan üst düzey kişiliklerini bir araya getirmektedir. Londra ve Washington arasında « Özel İlişki »yi tesis etti ve özellikle Başkan Obama’ya çok sayıda sekreter ve danışman sağladı.

Bu yıl Mayflower’in 400. yıldönümü için planlanan birçok tören, eski İngiliz Ulusal Güvenlik Danışmanının Pilgrim’s Society’sinde vereceği konferans da dahil olmak üzere koronavirüs salgınıyla mücadele nedeniyle iptal edildi. Kötü niyetliler, Donald Trump’ın kaybetmesi durumunda salgının ABD başkanlık seçimlerinden bir gün sonra sona ereceğini ve şenliklerin gerçekleşebileceğini söylemektedirler.

Tarihsel olarak ABD’de Hıristiyanlar arasında birbirine karşıt iki kültür vardır: bir yanda Kalvinistler veya Püritenler, diğer yanda ise Katolikler, Anglikanlar ve Lüterciler. Sekiz yüz ABD Kilisesi arasında bazı « mezhepler » kararlı bir şekilde bir taraftan yana olsa da, bunların çoğu Püritenizmin tanımlanmış bir teolojik yapısı olmadığı için bu iki akımla kesişmektedir.

Bağımsızlık Savaşı 1773 yılında Boston Thea Party (Boston Çayı İsyanı) ile başladı. İlk aktörü, 35 « Pilgrim Ata »dan birinin bir diğer doğrudan soyundan gelen ve ABD’nin ikinci başkanı olan avukat John Adams’dı. Bağımsızlık çağrısı siyasi gazeteci Thomas Paine tarafından hiçbir şeye inanmasa da dini gerekçelerle başlatıldı.

Bir şekilde, Bağımsızlık Savaşı Amerika’da Lord Cromwell’in İngiliz İç Savaşı’nı (« Büyük İsyan ») uzatmıştır. Bu çatışma bir üçüncü Amerikan İç Savaşı ile yeniden ortaya çıkacaktır ve hatırlayalım, bunun kölelik ile hiçbir ilişki yoktur (her iki taraf da savaşın başında köleliği uyguladı ve her iki taraf da savaş sırasında ordularında eski kölelere yer verebilmek için köleliği kaldırdı).

Püritenler Cromwell Cumhuriyeti ile İngiltere’de kaybettiler, ancak ABD’de daha sonra iki kez kazandılar. Cumhuriyetçi Richard Nixon’un (35 « Pilgrim ata »dan birinin erkek kardeşinin soyundan gelen) seçim danışmanı olan tarihçi Kevin Phillips, bu çatışmayı yüzyıllara göre uzun süredir araştırmıştır [2]. Bu verilere dayanarak, 1968 başkanlık seçimleri sırasında ayrılıkçı Demokrat George Wallace karşısında « Hukuk ve Düzen » stratejisini geliştirdi; bu strateji, 2020 seçimlerinde Donald Trump tarafından da aynen benimsendi.

Bütün bunları görünümlerin aldatıcı olduğunu söylemek için anlattım. Bölünme çizgileri dünyanın geri kalanının düşündüğü yerde değildir.

 Püritenler her zaman mutlak eşitliği savundular, ama sadece Hıristiyanlar arasında. Uzun zamandır Yahudilerin kamu hizmetlerine erişimini yasakladılar ve sevdiklerini iddia ettikleri Kızılderilileri katlettiler. Amerikan İç Savaşı sırasında, köleliğe karşı verilen sahte bir savaş efsanesini doğuracak şekilde, eşitlikçiliklerini siyahilere (sonuna kadar Apartheid’i savunan Güney Afrika’daki Püritenlerden farklı olarak) yaydılar. Bugün, insanlığın eşit ve mümkünse ayrı ırklar arasında bölündüğü fikrini savunmaktadırlar. Irklararası evlilikler olarak adlandırdıkları şeylere karşı hala isteksizdirler.

 Püritenler, yalanı değerler ölçeğinin en alt sırasına yerleştirmektedirler. Onlar için bir hile yöntemi dahi olamaz, ama her zaman hırsızlık ve cinayetten çok daha ağır olan en kötü suçtur. 17. yüzyılda, bir papaza yalan söyleyene kırbaç cezası veriyorlardı. Bugün de yine nedeni ne olursa olsun bir federal kamu görevlisine yalan söylemeyi cezalandıran yasalar mevcuttur.

ABD Evanjelizmi

Zamanla ve özellikle de 19. yüzyılda, Amerikan Hıristiyanlığı içerisinde bir başka düşünce akımı ortaya çıktı: Evanjelizm. Bunlar, hakkında çok az şey bildikleri ilk Hıristiyanlığa yaklaşmaya çalışan her mezhepten Hıristiyanlardır. Bu nedenle kutsal metinlere güvenirler. Püritenler gibi, Protestanlar da köktendincidir, yani kutsal metinleri ilahi bir söz olarak kabul ederler ve metinlerin bağlamsallaştırılmasını reddederek onları yorumlarlar. Ama çok daha pragmatiktirler. Her şey hakkında bir ilkesel yaklaşımları vardır, ancak bir sorunla karşı karşıya kaldıklarında toplumlarının kurallarına göre değil, vicdanlarına göre hareket etmektedirler.

Evanjelistlerin evrim teorisine yönelik gülünç inançlarıyla dalga geçmek çok kolaydır, ancak bunun çok fazla önemi yoktur ve gerekli olduğunda bu inancı kolayca terk ederler. Püritenlerin farklı, eşit ama ayrı ırklara bölünmüş bir insanlık vizyonunu kınamak çok daha anlamlıdır, ama ne yazık ki buna nadiren rastlamaktayız. Oysa bu, günlük yaşamda ağır sonuçlar doğurmaktadır.

Püritenler, çapkın başkan Bill Clinton’un federal kurumlarda herhangi bir dini inancın ifadesini kararnameyle yasakladığı 1997 yılına kadar Amerikan politikasının ustaları olmayı sürdürdüler. Bunu dinin yönetimden özel sektöre geçiş süreci izledi. Tüm büyük şirketler iş yerlerinde dua gruplarını kabul ettiler. Bu değişiklik, Püritenlerin aleyhine olmak üzere Evanjelistlerin kamuoyuna çıkması için elverişli bir ortam sundu.

Beyaz Saray önlerinde yaşanan çatışmalar sırasında, Başkan Trump, eline aldığı İncil ile Püriten fanatizmi karşısında tüm Hıristiyanların dini inançlarının savunucusu olarak kendini sunmak üzere piskoposluğa bağlı Saint-John kilisesini ziyaret etti.

Püriten fanatizminin geri dönüşü

Püritenler ve toplumun geri kalanı arasındaki çatışma bugün köktenci ve dini bir hal kazanmaktadır. Biri idealist, toplulukları içerisinde eşitlikçi ve fanatik, diğeri ise bazen daha abartılı, eşitsizlikleri kabul eden ancak gerçekçi olan iki zihniyeti karşı karşıya getirmektedir.

Püriten Hillary Clinton, başkanlık seçimindeki başarısızlığından sonra Metodist papaz olmaktan çekindi [3]. Çok günah işledi (Vince Foster’la ilişkisi), Tanrı tarafından cezalandırıldı (kocasının Monica Lewinsky’yle ilişkisi), tövbe etti (Pentagon Ailesi içerisinde [4]) ve kurtarıldı. Tanrı tarafından seçildiğinden ve Hıristiyan olmayan haklara yönelik şiddetinden gurur duyduğundan emindir. « Amerika’nın düşmanlarına » karşı tüm savaşları desteklemekte ve Mesih’in geri dönüşünü görmeyi ummaktadır.

Aksine, Donald Trump teolojiye hiç ilgi göstermez, İncil hakkında ancak üstünkörü bir bilgiye ve çok güçlü olmayan bir inanca sahiptir. Diğerleri kadar günah işlemekle birlikte kamuoyu önündeki hataları için tövbe etmekten daha çok başardıkları hakkında övünmeyi tercih etmektedir. Kendisinden şüphe etmekte ve duyduğu aşağılık hissini aşırı bencillikle telafi etmektedir. Düşmanlarıyla rekabet etmeyi çok sevmekte, ama onları yok etmeyi istememektedir. Ne olursa olsun, her zaman ve her yerde savaş yapmak yerine ülkelerini yeniden büyük yapma arzusunu somutlaştırmaktadır (« Make America Great Again! ») ki bu da onu her zaman ve her yerde savaş yapmak yerine, Püritenler karşısında Evanjelistlerin şampiyonu yapmaktadır. Hıristiyanlara dünyayı dönüştürmek yerine kendilerini reforme etme fırsatı sunmaktadır.

2016 seçim kampanyası sırasında « ABD’de reform mu olacak, yoksa ülke parçalanacak mı? » [5] sorusunu sormuştum. Benim gözümde, Hillary Clinton bir iç savaşa ve ülkenin SSCB’nin sonu benzeri bir dağılma yaşamasına neden olacak iken, sadece Donald Trump ABD’nin bir Ulus olarak varlığını sürdürmesi imkanı sunacaktır. George Flyod’un ölümünden bu yana yaşananlar, yanılmadığımı ortaya koymaktadır.

Hillary Clinton, 2016 seçim kampanyası sırasında.

Hillary Clinton ve Demokrat Parti taraftarları ideolojilerini dayatmaktadırlar. Püriten atalarının Salem cadılarını yaktıkları gibi yalanlara karşı savaşmakta ve heykelleri yok etmektedirler. Kendi toplumlarına ilişkin, toplumsal anlaşmazlıkları inkar eden ve eşitsizlikleri sadece sözde farklı insan ırklarının varlığıyla yorumlayan saçma bir okuma geliştirmektedirler. Yerel polisi silahsızlandırmakta ve önde gelen « beyaz » kişilikleri görünmeyen bir ayrıcalıktan ötürü kamuoyu önünde özür dilemeye zorlamaktadırlar.

Rusya dosyasında, eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’e yönelik soruşturmaların durdurulması ve Donald Trump’ın eski danışmanı Roger Stone’a yönelik başkanlık affı Püritenlerin öfkeli protestolarına yol açtı. Oysa bu iki adam da kimseye zarar vermemekle birlikte, onu Beyaz Saray’dan uzak tutmak için FBİ’ye yalan söylemeye cüret etmiştiler.

Minneapolis belediye başkanı (George Flyod’un şehri), « ırkçı » belediye polisini tasfiye etmeyi reddettiği için kamuoyu önünde küçük düşürüldü. Bu arada Seattle belediye meclisi kısa zaman önce belediye polisinin bütçesini yarıya indirdi. Bu, özel rezidanslarda yaşayan üst sosyal sınıfları rahatsız etmemektedir, ancak güvenlik görevlisine verecek yeterli parası olmayanları güvenlikten mahrum etmektedir.

Associated Press, sonra New Yok Times, Los Angeles Times ve yakında neredeyse tüm ABD medyası, bir « ırkı » [6] tanımladığında Siyah (Black) sözcüğünü büyük harfle yazmaya karar verdi, ancak aynı uygulamayı Beyaz (white) için yapmadı. Gerçekten de Beyaz’ı büyük harfle (White) yazmak beyaz üstünlükçülerin ayırt edici bir işaretidir [7].

Pentagon, « ırkçı » olmakla suçlanan Güneyli şahsiyetlerin isimlerini taşıyan askeri üslerini yeniden adlandırmayı öngördü; daha sonra ordudaki (US Army) tüm sivil ve askeri personeline özellikle kendine göre yalan olduğunu düşündüğü insan ırkının tek ve biricik olduğu ifadesini « aşırı sağ » olarak mahkum etti. Bu girişimler Trump yanlısı GI’s’lar arasında güçlü bir tepki yaratarak başarısız olsa da, çok tehlikeli bir tırmanışa işaret etmektedirler [8].

Alınan bu çok sayıda karar ortak aklın kaybolduğunu ortaya koymaktadır.

Çeviri
Osman Soysal

[1This Land Is Their Land: The Wampanoag Indians, Plymouth Colony, and the Troubled History of Thanksgiving, David J. Silverman, Bloomsbury Publishing (2019).

[2The Cousins’ Wars: Religion, Politics and the Triumph of Anglo-America, Kevin Phillips, Basic Books (1999).

[3Hillary Wants to Preach”, Emma Green, The Atlantic, August 6, 2017.

[4The Family: The Secret Fundamentalism at the Heart of American Power, Jeff Sharlet, Harper Perennial (2009).

[5ABD’de reform mu olacak yoksa parçalanacak mı?”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 26 Ekim 2016.

[6Irkçılık ve ırkçılık karşıtlığı aldatmacası”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 16 Haziran 2020.

[7Uppercasing ‘Black’, Dean Baquet and Phil Corbett, The New York Times, June 30, 2020.

[8US Army Trump’a karşı”, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 12 Temmuz 2020.