İsrail-Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki anlaşma, Orta Doğu hakkındaki söylemleri alt üst etmekte ve bir İsrail-Arap barışını mümkün kılmaktadır. İsrail’in Arap topraklarını küçük parçalar halinde acımasızca kemirmesine engel olmakta ve İsrail ile Arap dünyasının lideri arasında diplomatik ilişkiler tesis etmektedir. Korku, şiddet ve nefretin açık adaletsizliklere yol açtığı bir durumu önyargısız incelemek istersek, Başkan Trump’ın girişiminin 27 yıldır gerilen bir çatışmayı çözdüğünü kolayca tespit edebiliriz. Trump, derhal Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi.
Orta Doğu’daki durum, 1993 yılında İzak Rabin ve Yaser Arafat arasında imzalanan Oslo Anlaşmalarından bu yana kilitlendi. Bu anlaşma, Filistin Yönetimi’ne bazı ayrıcalıklar tanıyan Gazze-Eriha Anlaşması ve İsrail ve Ürdün arasında barışı sağlayan Vadi Araba Anlaşması ile tamamlandı.
O zamanlar İsrail hükümeti Filistinlilerden kalıcı olarak ayrılmayı amaçlıyordu. Bunun için bağımsız bir ordu ve maliye de dahil olmak üzere çeşitli egemenlik özelliklerinden yoksun, sahte bir Filistin devleti yaratmaya hazırdı. İşçi Parti’li İzak Rabin daha önce İsrail’in apartheid rejimine danışmanlık yaptığı Güney Afrika’da Bantustanlar deneyiminde bulunmuştu. Guatemala’da, General Efraín Ríos Montt’un komutası altında bir Maya kabilesiyle bir başka deney de yapıldı.
Yaser Arafat, Madrid Konferansı sürecini baltalamak için Oslo Anlaşmasını kabul etti (1991). George W. Bush ve Mihail Gorbaçov, Arap liderlerin desteğiyle Arafat’ı uluslararası arenadan çıkararak İsrail’e barışı dayatmaya çalıştı.
Tüm bunlara rağmen, birçok yorumcu hala Oslo Anlaşmalarının barışı getirebileceğinin ifade edebilmektedir.
Ne olursa olsun, 27 yıl sonra, Filistin halkının acılarını sınırlandıracak hiçbir olumlu gelişme yaşanmadı, ancak İsrail Devleti kendi içinden yavaş yavaş dönüştü. Bugün bu ülke, dünyada aynı anda iki Başbakana sahip olan hükümeti tarafından da onaylandığı üzere, iki düşman kampa bölünmüş durumdadır. Bir yandan ilk Başbakan Binyamin Netanhyahu’nun arkasında İngiliz sömürgeciliğinin destekçileri, diğer yandan da ikinci Başbakan Benny Gantz’ın arkasında, ülkenin ve komşularıyla ilişkilerinin normalleşmesinin destekçileri [1]. Bu iki başlı sistem, söz konusu iki projenin uyumsuzluğunu yansıtmaktadır. Her bir kamp rakibini felç etmektedir. Hükmü kalmamış bir dönemin kuyruklu yıldızı olarak, Nil kıyılarından Fırat nehrine kadar Büyük İsrail’i fethetme sömürgeci projesine pek zaman kalmayacaktır.
ABD, 11 Eylül 2001 saldırılarından bu yana, ordusunu artık mal ve hizmet üretimine değil, ama finans mühendisliği üzerine kurulu yeni bir kapitalizm biçiminin ihtiyaçlarına uyarlamayı amaçlayan Rumsfeld/Cebrowski stratejisini uygulamaya koydu. Bunun için, dost ya da düşmanı olup olmadığına bakmadan, « genişletilmiş Ortadoğu »nun genelindeki devlet yapılarını yok etmeyi hedefleyen « bitmeyen savaş »ı başlattılar. Yirmi yıl içerisinde bölge, nüfusu için lanetlenmiş bir hale dönüştü. Afganistan, ardından Irak, Libya, Suriye, Yemen, birkaç hafta sürmesi gerektiği şeklinde sunulan, ancak beklentisiz olarak sonsuza kadar süren savaşların sahnesi oldular.
Donald Trump, başkan seçilirken « bitmeyen savaşları » sona erdirme ve ABD askerlerini evlerine geri döndürme sözünü vermişti. Bu ruh haliyle, özel danışmanına ve yine de damadı olan Jared Kushner’a tam yetki verdi. Başkan Trump’ın ülkesinde Siyonist Hıristiyanlar tarafından desteklenmesi ve Jared Kushner’ın Ortodoks bir Yahudi olması, birçok yorumcunun onları İsrail dostu olarak göstermesine neden oldu. Her ne kadar bu izlenimi vererek seçimde karlı olabilseler de, Ortadoğu’ya kesinlikle bu şekilde yaklaşmamaktadırlar. Başkan Andrew Jackson (1829-37) modeline göre savaş yerine ticari ilişkileri ikame ederek İsraillilerin değil Amerikan halkının çıkarlarını savunmayı amaçlamaktadırlar. Teklif ettiği anlaşmayı sadece Çerokiler imzalamış olsa da Jackson bir general olarak savaştığı Kızılderililerin ortadan kaybolmasını önlemeyi başardı. Çerokiler, bugün üzücü bir şekilde anımsadığımız « Gözyaşı Yolu » serüvenine karşın, en büyük Kızılderili kabilesi haline gelmişlerdir.
Jared Kushner üç yıl boyunca bölgeyi gezdi. Korku ve nefretin bölgeye nasıl hakim olduğunu bizzat gördü. İsrail, 75 yıldır kendisiyle ilgili tüm Birleşmiş Milletler kararlarını ihlal etmekte ısrar etmekte ve Arap topraklarını yavaş ve acımasızca kemirmeye devam etmektedir. Müzakereci tek bir sonuca vardı: 1947’deki Filistin’in paylaşılması planından beri, Baba Bush ve Gorbaçov dışında kimsenin uygulamak istemediği uluslararası hukuk güçsüz kalmaktadır. Uluslararası toplumun eylemsizliğinin bir sonucu olarak, uluslararası hukuk bugün uygulanacak olsa, adaletsizliği daha da arttıracaktır.
Kushner, Filistin halkının Ürdün çevresindeki birleşmesi ya da Gazze’nin Mısır’a bağlanması gibi birçok varsayım [2] üzerinde çalıştı. Haziran 2019’da, Bahreyn’deki bir konferansta, Filistin topraklarının ekonomik olarak kalkınmasına yönelik önerilerde bulundu (« yüzyılın anlaşması»). Herhangi bir şeyi müzakere etmek yerine, her bir tarafın barıştan kazancının ne olacağının belirlenmesi söz konusuydu. Nihayet 13 Eylül 2020’de Washington’da, Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail arasında gizli bir anlaşmanın imzalanmasını sağlamayı başardı. Bu anlaşma iki gün sonra, 15 Eylül’de yumuşatılmış bir sürümle resmileştirildi [3].
Her zaman olduğu gibi, işin en önemli bölümü hep gizli kalmaktadır: İsrail, ilhak planlarından (Donald Trump’ın « yüzyılın anlaşması » projesinde « armağan ettiği » iddia edilen bölgeler de dahil olmak üzere) yazılı olarak vazgeçmeye ve Dubai Ports World’ün (« DP World » olarak bilinen) Çinlilerin daha yeni kovulduğu Hayfa limanını devralmasına izin vermeye zorlandı.
Bu anlaşma, İsrail’in ikinci Başbakanı Benny Gantz’ın fikirleriyle uyumludur, ancak birinci Başbakan Binyamin Netanyahu’nun kampı için bir felaket anlamına gelmektedir.
Anlaşmaların gizli bölümünü bizzat okumadığım için, 1967’den beri işgal altında olan Suriye’nin Golan Tepeleri’nin ve 1982’den beri işgal altında olan Lübnan’a ait Şebaa Çiftlikleri’nin ilhakından vazgeçildiğine açıkça işaret ediyor mu tam olarak bilmiyorum. Aynı şekilde, Beyrut limanı için bir tazminat öngörülüp öngörülmediğini de bilmiyorum, çünkü muhtemel olarak limanın yeniden inşasının hem İsrail’e, hem de BAE’nin Hayfa’daki yatırımlarına zarar vereceği açıktır. Öte yandan Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aun, daha önce kamuoyu önünde Beyrut limanının bulunduğu yere yönelik bir gayrimenkul inşaatı projesinden söz etmiştir.
Tüm taraflar için kabul edilebilir kılınmak üzere, bu anlaşma Musevilik ve İslam’ın ortak atasından hareketle « Abraham Mutabakatı » olarak adlandırıldı. Mutabakatın babalığı, Benny Gantz’ın fazlasıyla memnun edecek şekilde, yine de en sert rakibi Binyamin Netanyahu’nun « uzanmış eli »ne atfedildi. Son olarak, Bahreyn de buna dahil edildi.
Bu son nokta, Washington’un Suudi Arabistan’ın yerini alması için Birleşik Arap Emirlikleri’ne verdiği yeni bölgesel rolü ortaya koymayı hedeflemektedir. Daha önce açıkladığımız gibi, Arap dünyasında ABD çıkarlarını temsil eden artık Riyad değil, Abu Dabi’dir [4]. Diğer Arap ülkeleri Bahreyn örneğini izlemeye davet edilmektedir.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Birleşik Arap Emirlikleri’nin « ihanetine » karşı çok da sert sözler sarf etmemiştir. Bu sözler aynı zamanda hem hala barışa düşman olanlar (İran’ın Ayetullahları), hem de Oslo Anlaşmasına ve iki devletli çözüme bağlı kalanlar tarafından kabullenildi. Nitekim Abraham Mutabakatı, İsrail ile Arapların yeni lideri Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki diplomatik ilişkileri resmileştirerek, Oslo Anlaşması sayfasını çevirdi. İkiyüzlülüğün övünç madalyası, uluslararası hukuku kuramda savunmakta ısrar eden ve uygulamada ihlal eden Avrupa Birliği’ne gitmektedir.
Başkan Trump yeniden seçilirse ve Jared Kushner görevine devam ederse, İsrail-Birleşik Arap Emirlikleri anlaşması, Berlin Duvarı’nın devrilmesinin Doğu Almanların Batı’daki akrabalarıyla konuşma hakkını geri kazanmalarına yol açması gibi, İsrailliler ve Arapların birbirleriyle konuşma hakkını geri kazandıkları an olarak hatırlanacaktır. Aksine, Joe Biden seçilirse, İsrail’in Arap topraklarını küçük parçalara bölerek kemirmesi süreci ve « bitmeyen savaş » tüm bölgede yeniden başlatılacaktır.
Aralarında hiçbir zaman savaş yaşanmadığı için, İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki ilişkilerin barış anlaşması olmadan uzun zaman önce istikrara kavuştuğunu söyleyebiliriz. Birleşik Arap Emirlikleri on yıla yakın bir süredir Yahudi devletinden gizlice silah satın almaktadır [5]. Zamanla bu ticaret, özellikle telefon dinleme ve internet gözetimi alanında daha da yoğunlaşmıştır. Buna ek olarak, belirsiz bir BM organı görüntüsü altında bir İsrail büyükelçiliği zaten Birleşik Arap Emirlikleri’nde faaliyet gösteriyordu. Yine de « Abraham Mutabakatı » baskın İsrail-Arap söylemine meydan okumakta ve bölge genelindeki iç ilişkileri derinden sarsmaktadır.
[1] “İsrail’in dekolonizasyon süreci başladı”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 26 Mayıs 2020.
[2] “Jared Kushner Ortadoğu’yu yeniden düzene sokuyor”, “Jared Kushner ve Filistinlilerin « Mutluluk Hakkı »”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 21 Aralık 2017 & 26 Haziran 2018.
[3] “Abraham Accords Peace Agreement”, “President Donald J. Trump is Promoting Peace and Stability in the Middle East”, USA (White House) , Voltaire Network, 15 September 2020.
[4] “NATO-ME’nin ilk savaşı bölgesel düzeni alt üst ediyor”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 24 Mart 2020.
[5] Algeria, Egypt, the UAE, Morocco and Pakistan allegedly bought weapons from Israel”, Voltaire Network, 13 June 2013.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter