ABD’li seçmenlerin % 69,3’ü Başkan Biden’ın Afganistan’daki askeri operasyonları yürütme şeklini onaylamıyor.
Kamuoyu Araştırması: Trafalgar Group

Kabil’in düşüşü korkunç kaçış ve umutsuzluk sahnelerine neden oluyor. Kaçakların çoğunlukla Batılı büyükelçiliklerin barışçıl çevirmenleri değil, ABD’nin elleri kana bulanmış kontrgerilla işbirlikçileri olduğu gerçeğini bir yana bırakalım. Gördüğümüz şey, « Amerika »nın gücüne olan inancımızı yitirmemize neden olması gereken tam bir fiyaskodur.

 Amerikalıların % 51’i Başkan Joe Biden’ın dış politikasını onaylamıyor.
 %60’ı özellikle Afganistan’a yönelik politikasını onaylamıyor
 %63’ü ise bu savaşı yürütülmeye değer olmadığını söylüyor [1].
Irak’ta savaşan Amerikalıların neredeyse tamamı büyük şaşkınlık içerisindedir.

Yine de en kötüsü, Washington’un Afgan ordusunun teorik olarak kendisinden üç kat daha az sayıda ve çok daha az donanımlı olan Taliban’a karşı koyamayacağını çok iyi bildiği açıktır. West Point CTC’si, bu öngörülebilir felaketi duyurmak için Ocak ayında bir çalışma yayınladı [2]. Dolayısıyla sorun, Taliban’ın kazanıp kazanmayacağını değil, Başkan Biden’ın onların kazanmasına ne zaman izin vereceğini bilmekti.

Yıllarca uzayıp giden ve Başkan Biden tarafından bir anda sonuçlandırılan ABD-Taliban müzakereleri, iktidarın gönüllü olarak Taliban’a teslim edilmesi olarak yorumlanmalıdır. O zaman, Taliban’ı Kabil’den kovmak ve sonra onları geri getirmek için, yüz binlerce ölümün, harcanan astronomik tutarların ve birbirini izleyen dört başkanın çabalarının Washington’a gerekli olup olmadığını ve Başkan Biden’ın neden kaybeden rolünü üstlenmeye karar verdiğini sorgulayabiliriz.

Aynı yanlış anlama, Baker-Hamilton Komisyonu ABD’nin Irak’tan çekilmesine yol açtığında ve ardından dönemin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld tereddüt etmeden mağlup rolünü üstlendiğinde ortaya çıktı. Bu yanlış anlama bundan üç ay önce Rumsfeld öldüğünde hala devam ediyordu.

Siyasetçileri dinlemeyi bırakmanın ve askerleri okumanın zamanı geldi. Siyasi yetkililer bize yalnızca duymayı kabul edebileceğimiz şeyleri söylerler. Her zaman iyilerin tarafındayız ve ancak Demokrasi için canımızı feda ederiz. Askerler ise bizi baştan çıkarmaya değil, onlardan ne beklediğimizi anlamaya çalışır. Bu yüzden yanılsamalarımızı pohpohlamak için değil, gerçeği cilalamadan ifşa etmek için yazarlar.

Pek çok kez açıkladığım gibi [3], ABD Kara Kuvvetleri, 11 Eylül 2001 saldırılarını izleyen günlerde, Albay Ralph Peters’ın ABD’nin artık savaşları kazanmasına gerek olmadığını, ancak dünyanın belli bölgelerinde ve özellikle de « genişletilmiş Orta Doğu »da istikrarsızlığı örgütlemesi gerektiğini belirten bir makale yayınladı. Devletlerin etnik çizgilere göre yeniden düzenlemek, dolayısıyla birbiriyle kaynaşmış halkları ayırmak gerektiğini ve bunun ancak etnik temizlik ve insanlığa karşı işlenen diğer suçlarla yapılabileceğini anlatıyordu. Sunumunu, Pentagon’un yetkilerini her zaman kirli işleri yapmaları için paralı askerlere devredebileceğini ifade ederek sonlandırıyordu [4].11 Eylül heyecanı içerisinde, hiç kimse iğrenç suçların hazırlanması gerektiğini açıkça iddia eden bu makaleyi fark etmedi.

Beş yıl sonra, Ralph Peters, 2001 yılında genelkurmay başkanlığının üzerinde çalıştığı haritayı yayınladı [5]. Bunun üzerine Genişletilmiş Orta Doğu’nun tüm genelkurmaylarını bir panik sardı: ABD’nin müttefikleri dahil hiç kimse koruma altında değildi. Bunu çeşitli ittifak değişiklikleri izledi. Ancak nelerin olup bittiğini kavrayabilmek için 2011’i ve Libya’ya (o zamanlar ABD’nin bir müttefiki olan) yönelik saldırıyı beklemek gerekti.

O zamandan beri, Usame bin Ladin’in kaçmasına kadar sürmesi gerek Afganistan’daki savaşın 20 yıldır sürdüğünü; Başkan Saddam Hüseyin’in düşüşüne kadar sürmesi gereken Irak savaşının 17 yıl sürdüğünü; Muammer Kaddafi Rehberi’nin düşüşüne kadar sürmesi gereken Libya savaşının 10 yıl sürdüğünü; Devlet Başkanı Beşar Esad’ın düşüşüne kadar sürmesi gereken Suriye savaşının ise 10 yıl sürdüğüne tanık olduk. Ayrıca El Kaide’nin (tarihsel olarak CİA’in eseri olan) ve IŞİD’in (tarihsel olarak Büyükelçi John Negroponte’nin eseri) Albay Ralph Peters tarafından açıklanan doğrultuda İnsanlığa karşı suçlar işlediğini gördük. Ve bu terör örgütlerinin İngiliz ve ABD’lilrt tarafından finanse edildiğini, silahlandırıldığını ve eğitildiğini biliyoruz.

Evet, Başkan George W. Bush’un ilan ettiği « sonsuz savaş », « terörizme karşı savaşmayı » değil, terörizmi bütün bir bölgeyi « istikrarsızlaştırmaya » alet etmeyi amaçlıyor. Albay Peters’ın 2001’deki makalesinin başlığı buydu: « İstikrar: Amerika’nın Düşmanı ».

Bunu ortaya koyduktan sonra, Kabil’in düşüşünü bu yeni stratejinin ışığında yeniden yorumlamalıyız. 2002-2003 yıllarında, Amiral Arthur Cebrowski iki yıl süresince bunu anlatmak için ABD’deki tüm askeri akademilere gitti. Bugün görevde olan ABD generallerinin hepsiyle görüştü. Bu strateji, kitabı tercüme edilmemiş de olsa [6], Cebrowski’nin yardımcısı Thomas Barnett tarafından halkın anlayacağı şekle getirildi.

Kabil’in düşüşü, Taliban’ın istikrarlı bir rejim kuramaması koşuluyla bu stratejinin temel hedefini karşılamaktadır ve müttefikler olmadan bunu başaramazlar. ABD kontrgerilla işbirlikçilerinin kaçışı, eğer kendilerini barışçıl çevirmenler olarak kabul ettirmeyi başarabilirlerse, onlara ev sahipliği yapacak olan ülkelerde terörü yayılmasına neden olacaktır. Bu daha şimdiden Başkan Vladimir Putin’in uyarıda bulunduğu konudur. Afgan ordusuna bağışlanan askeri malzemenin Taliban’ın eline geçmesi, onların komşularına saldırmalarına olanak sağlayacaktır. IŞİD’in aksine, Taliban bugün itibariyle neredeyse tüm nüfusunun biyometrik verilerini içeren bir bilgi bankasına ve 200’den fazla savaş uçağı filosuna sahip bir Hava Kuvvetlerine sahiptir. Bu nedenle Orta Asya’daki savaş, genişletilmiş Orta Doğu’daki savaştan çok daha korkunç olacaktır.

Amerika Birleşik Devletleri’ni geliştiren göçmenler şantajcıydı. Pentagon stratejistleri için bir model olarak hizmet ettiler.

Son ve diğerlerinden daha önemsiz olmayan bir konu daha var. Bazı yorumcular, Washington’un Afganistan’ı Rusya ve Çin için sorun yaratmak için terk ettiğine inanıyor. Bu hiç de Rumsfeld/Cebrowski stratejisiyle uyuşmuyor. Cebrowski’ye göre bu büyük güçlerle savaşmamalı, tam tersine onları müşteriye dönüştürmeliyiz. Afganistan, Irak, Libya, Suriye ve daha birçoklarını sömürmeleri için onlara yardım edilmelidir, ancak yalnızca ABD ordusunun koruması altında olması kaydıyla.

Washington’un artık Roma İmparatorluğu’na rakip olarak hareket etmediğini, bir haraççı olarak düşündüğünü artık kabul etmeliyiz. Görkemini göstermek için hiçbir yerde Zafer Takı inşa etmiyor ve hatta başkanı Joe Biden’ın Afganistan’da yenilmesini bile kabul ediyor. Gölgede dünyaya hükmetmeye ve mümkün olduğu kadar çok sermaye biriktirmeye çalışıyor.

Bir kıyamet senaryosu mu hayal ettiğimi düşünüyorsunuz? Öyleyse bana ortaya koyduğum tespitin neresinin yanlış olduğunu söyleyin!

Çeviri
Osman Soysal

[1«Afghanistan war unpopular amid chaotic pullout», AP-NORC poll, by Josh Boak, Hannah Fingerhut & Ben Fox, August 19, 2021. «Nationwide Issues Survey», Convention of States Action-Trafalgar Group, August 2021.

[2«Afghanistan’s Security Forces Versus the Taliban: A Net Assessment», Jonathan Schroden, CTC Sentinel, January 2021 (Vol 14, #1).

[3Özellikle L’Effroyable imposture II, yazan Thierry Meyssan, 1er éd Alphée (2006), 2ème éd Demi-Lune (2020) kitabı içerisinde « Comment redessiner le Moyen-Orient ? » bölümüne bakınız.

[4“Stability. America’s ennemy”, Ralph Peters, Parameters, #31-4, Winter 2001.

[5“Blood borders. How a better Middle East would look”, Ralph Peters, Armed Forces Journal, June 1, 2006.

[6The Pentagon’s New Map : War and Peace in the Twenty-first Century, Thomas P. M. Barnett, Paw Prints (2004).