Venezüella’daki devlet başkanlığı seçimi, « Karayipler Havzası »nın yok edilmesi sürecinin hazırlanmasında yeni bir aşamanın başlatılmasının fırsatı olarak görülüyordu. En azından SouthCom’un beklentisi bu yöndeydi [1].

Venezüella’nın yaşadığı krize ilişkin birçok okuma mevcuttur. Batılı ülkeler için kriz Devlet Başkanı Maduro’nun ve sosyalist hayallerinin kötü yönetiminin meyvesidir. Panama, Kolombiya, Brezilya ve Guyana’daki askeri hazırlıkları gözlemleyen ordu için ise aksine ABD’nin komutası altında ülkeye karşı yürütülen korkunç savaşın –şimdilik sadece ekonomik alanda yürütülen– sonucudur. Hala Gayrisafi Milli Hasıla her yıl % 15 oranında düşmekte ve enflasyon yeni zirveler kaydetmektedir (yıl başından beri % 18 000). Maduro yönetimi her ne kadar yiyecek dağıtarak açlığın önüne geçmeyi başarabilse de, şimdilik cehenneme doğru gidişi durdurmayı başaramamaktadır.

Hiçbir geçerli neden olmadan, Lima Grubuna üye 14 devlet daha başından seçimlerin meşru olmayacağını ilan etmişti [2]. 2014 yılında Suriye’de olduğu gibi, bunlardan biri Venezüella Büyükelçiliği’ne konsolosluklarında seçim sandıkları kurmayı engelleyerek kasten Konsolosluk ilişkilerine dair Viyana Sözleşmesini ihlal etmiştir. Bu kez bu adımı atan Fransa ve Almanya (bu gruba dahil olmayan) değil ama Kanada (Lima Grubu üyesi) olmuştur [3].

Suriye’de olduğu gibi ABD yanlısı muhalefet seçimlerin boykot edilmesi çağrısında bulundu. Daha da kötüsü kırsalda ve varoşlarda yaşayan seçmenlerin seçim sandıklarına erişimini engellemek için ulaşım grevleri örgütledi.

Bu durumda seçime katılım oranının çok düşük olması kaçınılmazdı. Üstelik sürmekte olan mahrumiyetler nedeniyle bir buçuk milyon Venezüellalı ülkeyi terk etti ve yurtdışındaki büyükelçiliklere yeniden kayıt olma imkanını bulamadı.

Oysa yirmi milyon seçmenin % 46’sı sandık başına gidebildi ve bunların % 67’si Chavist aday Nicolás Maduro’ya destek verdi.

Seçime ilişkin yapılan değerlendirmeler, yoksul seçmenlerin bulunduğu yerleşimlerde seçime katılım oranının daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.

Aynı araştırmalar hemen hemen sandık başına hiç gitmeyen gençlerden daha çok 40 yaşın üzerindeki seçmenlerin sandık başına gittiğini göstermektedir. Yani gençler siyasete karşı ilgisizliklerini ortaya koyarken ya da ABD yanlısı muhalefetin talimatlarını yerine getirirken, Bolivarcı Devrim öncesi Venezüella’sına tanık olanlar oylarını kullanmakta ısrarcı oldular.

Israrcı olmak da gerekiyordu, sadece sandık başına gitmek için değil ama ekonominin topyekun iflasına karşın Nicolás Maduro’yu desteklemek için de! En kötü durumda olanlar, aylık maaşları bir kilo et almaya dahi yetmeyenler, oran olarak sandık başına en çok gidenler arasındaydı. Bu da ABD’nin umduğunun aksine, Venezüellalıların Maduro yönetimini ekonomik felaketin sorumlusu olarak görmedikleri anlamına gelir. Onlar ülkeyi ABD emperyalizminin boyunduruğundan kurtarmak için Hugo Chávez tarafından başlatılan mücadeleyi sürdürmektedirler.

Bu tuhaflık 18 yıl süren Bolivarcı Devrim süresince gelişen ulusalcı duygunun bir sonucudur. Bu duygu ülkeye yönelik her türlü yabancı askeri müdahaleyi zorlaştırmaktadır.

Öte yandan, seçim günü sabah saatlerinde Henri Falcón (Lara eyaleti eski valisi) gibi ciddi bir adayın kazanamayacağını bildiği seçimlere hile karıştığını ve sandık başına gidilmeyi bile hak etmediğini açıklaması, iki milyona yakın seçmenin sandığa gidip ona oy vermesine engel olmadı. Seçmenlerin tutumu aynı zamanda hem ülkelerini savunma, hem de yürütülen saldırı karşısında siyasilerin tamamını uzlaşmaya çağırma iradesinden başka bir şekilde yorumlanamaz.

Artan umutsuzluğun bir işareti olarak, bir milyona yakın seçmen ülkeyi ancak bir kolektif tövbenin ve ilahı müdahalenin kurtarabileceğini düşünen Evanjelik Papaz Javier Bertucci’ye oy verdi.

Daha henüz seçim sonuçları dahi açıklanmadan, Washington « Venezüella ile ilgili bazı ek harekatları yasaklayan başkanlık kararnamesinin » [4] ilanını ve G7’nin [5] « seçim sürecini reddetmek » için bir bildiri hazırladığını [6] açıkladı.

Seçim sonuçları gerçeği karşısında herkes sessizliğe gömüldü. Bölgedeki devletlerin ve toplumların yok edilmesi planı ne şekilde sürdürülecek? Suriye’de olduğu gibi ciddi bir direnişle karşılaşma riski varken Venezüella’ya karşı saldırıya girişmek tehlikeli değil mi? Kısacası oraya hemen mi gidilmeliydi yoksa saldırmadan önce Venezüellalıları daha da yoksullaştırmak ve biraz daha bölmek mi gerekiyor?

Bunun dışında, diplomatik geleneğin tersine Rusya’nın Lima Grubu’nun açıklamalarına önceden tepki göstermesi ve ülkenin içişlerine müdahale anlamına geldiğine işaret etmiş olması [7], Moskova’nın bu entrikayı yutmadığını gösteriyor. NATO’nun müdahalesi halinde Rusya yine buna müdahil olacak mıdır?

SouthCom’un karar verebilmesi için henüz vakit çok erkendir. Bu değerlendirme dönemi boyunca Pentagon’un seçime hemen hemen hiç katılmamış olan Venezüella gençliği üzerinde « çalışması » gerekecektir. Aynı zamanda özellikle Nikaragua gibi « Karayipler Havzası »ndaki diğer devletler üzerinde baskısını arttırması da beklenebilir.

Çeviri
Osman Soysal

[1« Plan to overthrow the Venezuelan Dictatorship – “Masterstroke” », Admiral Kurt W. Tidd, Voltaire Network, February 23, 2018. “ABD’nin Venezüella’ya yönelik « usta hamlesi »”, yazan Stella Calloni, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 22 Mayıs 2018.

[3Kanada topraklarında yaşayan Venezüellalıların kendi devlet başkanlarını seçmelerini yasakladı”, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 22 Mayıs 2018.

[4Executive Order Prohibiting Certain Additional Transactions with Respect to Venezuela”, yazan Donald Trump, Voltaire İletişim Ağı, 21 Mayıs 2018.

[5G7’yi oluşturan ülkeler: ABD, Japonya, Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, İtalya ve Kanada.

[6« Déclaration des dirigeants du G7 concernant le Venezuela », Voltaire İletişim Ağı, 23 Mayıs 2018.

[7Comment by the Russian Foreign Ministry on developments in Venezuela”, Voltaire İletişim Ağı, 16 Mayıs 2018.