Heykeltıraş Auguste Bartholdi, mimar Eugène Viollet-le-Duc ve mühendis Gustave Eiffel tarafından yapılan dünyayı aydınlatan Özgürlük Heykeli, Fransız halkı tarafından bağımsızlıklarının yüzüncü yılında Amerikan halkına armağan edildi. Ancak Fransızlar ve Amerikalılar kesinlikle aynı Özgürlük anlayışına sahip değildirler.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden, 9 ve 10 Aralık 2021’de demokrasi için sanal bir zirve düzenledi [1]

. Amacının sadece demokrasileri geliştirmek değil, aynı zamanda ve her şeyden önce dünyayı ikiye bölmek olduğu kimsenin gözünden kaçmadı: bir yanda desteklenmesi gereken « demokrasiler », diğer yanda mücadele edilmesi gereken « otoriter rejimler ». Hedef tahtasına ilk konulan Rusya ve Çin, Washington’un ikiyüzlülüğünü hemen sorguladı ve demokrasi felsefesini teşhir etti [2].

Biz kendi payımıza, Rusya ve Çin’in eleştirilerini özetlemek değil, Batılı bir bakış açısıyla, ABD’nin « demokrasinin feneri » veya İncil’deki terimlerle « tepenin üzerinde parlayan ışık » olduğu iddiasının güvenilirliğini incelemek istiyoruz. Rusya’nın demokrasi anlayışı, Kıta Avrupasındaki diğer devletlerinkiyle tamamen aynıdır. Çin’inki ise çok farklıdır. Burada bunu ele almayacağız.

Amacımız, NATO propagandasına rağmen, Amerika Birleşik Devletleri ile Kıta Avrupası arasında « ortak değerler » olmadığını göstermektir. Avrupa Birliği’nin seçkinleri artık kültürel olarak Avrupalı değil, büyük ölçüde « Amerikalılaştırılmış » olsalar da, birbirinden temelden farklı iki kültür söz konusudur.

Amerika Birleşik Devletleri, tüm devletler için değil, yalnızca itaatkar müttefikleri için bir Demokrasi Zirvesi’ne ev sahipliği yaptı.

Usule ilişkin notlar

Her şeyden önce, bu zirvenin amacı « mevcut demokrasileri iyileştirmek » olsaydı, Beyaz Saray’dan değil, Birleşmiş Milletler’den yönetilirdi. Açıkça demokrasi olmayan ama olmaya çalışanlar da dahil olmak üzere tüm uluslar buna katılabilirdi.

İkinci olarak, eğer Birleşik Devletler « demokrasinin feneri » olsaydı, bu zirveye iyi ve kötü notlar vererek başkanlık etmez, ancak diğer konuklarla mutlak bir eşitlik içinde katılırdı.

Tam tersine, bu zirve düzenlenme usulü ile « Amerikan istisnacılığını » [3], yani Amerika Birleşik Devletleri’nin « başka hiçbir yerde benzeri olmayan », « dünyayı aydınlatmak üzere Tanrı tarafından kutsanmış » ayrı bir güç olduğuna dair dini inancı ortaya koymaktadır.

Büyük yanılgılar

Amerikan Savaşı (1776) sırasında Kongre Dış İlişkiler Sekreteri olan Thomas Paine tarafından, Edmund Burke’ün Fransız Devrimi’ne yönelik saldırılarına bir yanıt olarak yazılan İnsan Hakları.

Zirvenin başlangıcından itibaren Başkan Biden hiçbir ülkenin gerçekten demokratik olmadığını, bunun herkesin ulaşmaya çalıştığı bir ideal olduğunu kabul etti. Uygulamada, muhtemelen yeni bir neslin gelişi nedeniyle herkesin gerilemelerle (6 Ocak 2021’de Capitol Hill’e yapılan saldırı gibi) karşılaşabileceğini ve bu nedenle, bu « demokratik gerilemelerin » etkisini azaltmak ve bu işe yüreklerimizi koymamamız gerektiğini söyledi. Bununla birlikte, bu güzel söylev, her şeyden önce bir fikir birliği izlenimi vermeye ve tartışmayı netleştirmekten kaçınmaya imkan vermektedir.

Herkes, Başkan Abraham Lincoln’ün mükemmel bir demokrasi tanımı yaptığı konusunda hemfikirdir: « Halkın, halk tarafından, halk için yönetimi ». Oysa Lincoln hiçbir zaman « halk egemenliğini » tanımak istemedi. Lincoln’un siyasi eylemi, önce gümrük vergilerini belirleme (ki bu İç Savaşın gerekçesiydi) ayrıcalığını sadece Federal Başkana verilmesini teşvik etmekten, ardından da köleliği kaldırmaktan (bu da savaşı kazanmasını sağlamıştır) ibaretti. Bu nedenle bugün Amerikan kültüründe « demokrasi » sözcüğü sadece « siyasi eşitlik » anlamına gelmektedir. Aynı şekilde, « medeni haklar » ifadesi kesinlikle « yurttaşların hakları » değil, bu haklara erişimde ırk ayrımcılığının olmaması anlamına gelmektedir. Ek olarak, bugün bu ifade tüm azınlıklara karşı ayrımcılıklar için kullanılmaktadır.

Bu yanlış anlamanın uzun bir geçmişi vardır. Common Sense (1776) adlı el kitabıyla Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nı ateşleyen gazeteci Thomas Paine, Fransız Devrimi’ne hayranlık duyuyordu. Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya ve Fransa’nın insan hakları konusundaki uzlaşmaz görüşleri arasındaki farkı açıklayan etkili bir el kitabı (Droits de l’homme - 1792) yazdı. Bu yayın, devrim sırasında Fransa’da en çok okunan kitap oldu. Fahri Fransız vatandaşı unvanı almasını ve Konvansiyon’a seçilmesini sağladı. Anglosaksonlar, « insan hakları » ifadesiyle, insanların Devlet Aklından ve bunun uzantısı olarak herhangi bir Devlet şiddetinden zarar görmeme hakkını kastetmektedirler. Aksine Fransa ise, her yurttaşı ulusal siyasal yaşamın bir unsuru haline getiren ve dolayısıyla onu iktidarın gücünü kötüye kullanılmasından koruyan bir program olan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni kabul etti.

Sadece « demokrasi » hakkında konuştuğumuzda değil, aynı zamanda « İnsan hakları » hakkında konuştuğumuzda da hepimiz aynı şeyden söz etmiyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri, kabul edelim, ifade özgürlüğü tanımında üstünlüğe sahiptir. Onlar için bu özgürlük, tüm fikirlerin ifade edilebilmesi ve tartışmanın en iyi fikrin seçilmesine izin vermesi için eksiksiz olmalıdır. Aksine Latin ülkeleri, mağlupların fikirlerine bu özgürlüğü tanımazlar. Böylece Nazi ırkçılığının ifadesini suç olarak kabul etmektedir. Buna ek olarak, 1990’dan bu yana, Nürnberg davaları sırasında mahkumiyetlere yol açan herhangi bir Nazi fikrinin ifadesini de yasakladılar. Zaman içerisinde, SS’nin Einsatzgruppen’leri gibi gaz odalarını kullanarak düşmanları toplu halde öldürmeyi yasakladıkları gibi, bu yöntemin bazı toplama kamplarında kullanıldığının inkar edilmesini de yasakladılar.

Din özgürlüğü de can sıkıcı bir konudur. Birleşik Devletler bunu herhangi bir dini reddetme hakkı olarak değil, mutlak bir şey olarak görmektedir. Aksine Avrupalılar, ateizm de dahil olmak üzere diğer tüm maneviyat biçimlerini içeren vicdan özgürlüğünden söz etmektedirler. Bu fark uygulamada büyük sonuçlara yol açmaktadır, bazı Avrupalı olmayan kıta ülkeleri bireysel hakları yalnızca bir inanç topluluğuna üyelik yoluyla tanımaktadır. Bir Püriten mezhebi tarafından kurulan Amerika Birleşik Devletleri bir kült cenneti haline gelmiştir. Aslında, bir müridin kendisini suiistimal etmesi veya kullanması durumunda Kilisesine karşı tavır alması mümkün değildir, oysa Avrupa’da dini bağlamda işlenen yetkinin kötüye kullanılması suçuna karşı mücadele etmenin yasal yolu bulunmaktadır.

İnsan hakları anlayışındaki farklılığın bir sonucu olduğunu vurgulamamız gerekir. ABD’de, İngiliz Kralı III. George’un diktatörlüğü ve kral ve soyluların olmadığı bir monarşiyi düzenleyen ABD Anayasası deneyimleri dikkate alındığında, halkın iktidarın olası suiistimalleri karşısında kendisini garanti altına almak için bir silahlı gücü olması gerekir. Kıta Avrupasında kışkırtıcı olarak kabul edilirken, ABD’de silah ticaretinin serbest olmasının bu yüzdendir.

İmparator Biden, tebalarına « demokrasi » ve « insan hakları » konusundaki görüşlerini öğretiyor.

Şekle ilişkin notlar

Gelelim sorunun özüne. Birleşik Devletler, kusurlu olduğunu kabul ederken, « demokrasinin feneri » olduğunu iddia ediyor. Peki, gerçekten de bir demokrasi mi?

Sözcüğü Amerikan « siyasi eşitlik » anlamında ele alırsak, durumun hiç de öyle olmadığı açıktır. Özellikle beyazlar ve siyahlar arasında, basının sürekli haber yaptığı büyük siyasi eşitsizlikler vardır. Başkan Biden devasa bir işe kalkışmış durumadır. Onun bu soruya yaklaşım tarzının, sorunu çözmekten çok, sadece ağırlaştırdığını daha önce açıklamıştık [4].

« Demokrasi »yi, başka her yerde olduğu gibi « halkın egemenliği » anlamında ele alırsak, o zaman Birleşik Devletler Anayasasının kesinlikle demokratik olmadığını, ABD’nin asla bir demokrasi olmadığını kabul etmemiz gerekir. Anayasa, gerçekten de egemenliği sadece ve sadece federe devletlerin valilerine verir. Genel oy hakkı ile seçimler federal eyalet düzeyinde olabilir, ancak federal düzeyde isteğe bağlıdır. Herkes 2000 yılında Başkan George W. Bush’un seçilmesi sürecini anımsar: ABD Yüksek Mahkemesi, bu eyaletin valisi (kazandığı iddia edilenin kardeşi) kararını verdiği için Florida’daki seçmenlerin iradesini kontrol etmenin ona düşmediği gerekçesiyle Florida’daki oyların yeniden sayılmasını reddetmişti.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyasi partilerin, Rusya’daki gibi yurttaş dernekleri değil, Sovyetler Birliği’ndeki tek parti gibi federe devletlerin kurumları olduğunu da anımsayalım. Böylece bir partinin adayını belirlenmesini mümkün kılan ön seçimler, siyasi partilerin kendileri tarafından değil, onları finanse eden federe devletler tarafından düzenlenir.

Bugünün ABD’sinin ortak anlamda bir « demokrasi » değil, bir oligarşi olduğu, yalnızca « medeni haklar » için savaştığı kabul edilirse, yurt dışında darbeler, « renkli devrimler » ve savaşlar yoluyla « halkın egemenliği » ile mücadele savaşmaları doğaldır. Bunu yaparken, değerleri Rusya dahil kıta Avrupalılarının değerlerine taban tabana zıttır.

Öte yandan Amerikalıların düşüncesinin olumlu bir sonucu vardır. Medeni haklar için mücadele etmek, belli yolsuzluk biçimlerine karşı mücadele etmek anlamına gelir. Washington, yabancı siyasetçilere gizlice maaş ödemeyi ve seçim kampanyalarını finanse etmeyi oldukça normal kabul ediyor. Dışişleri Bakanlığı vicdan rahatlığıyla desteklenecek kişilerin listelerini hazırlıyor ve bu liderlerin kendi ülkelerinde yolsuzluğa bulaşmış siyasetçiler olarak kabul edildiklerini anlamıyor. Buna karşılık, Birleşik Devletler kleptokrasiyle, yani yabancı yöneticilerin (« Amerikan istisnacılığı » nedeniyle suçlarından muaf tutulan ABD’li yöneticilerin değil) kamu varlıklarını çalmasıyla mücadele ediyor. Bunu yaparken de bazen kıta Avrupası anlamında « demokrasi »ye destek oluyorlar.

Çeviri
Osman Soysal

Voltaire İletişim Ağı’nı güçlendirelim

Voltaire İletişim Ağı 27 yıldır düşünce özgürlüğü, eşit haklar ve silah kardeşliği uygulamaları için mücadele veriyor. Bugün itibariyle çeşitli dillere çevrildiğimizden, dünya çapında birçok diplomat, asker, akademisyen ve gazeteci tarafından kullanılan bir Uluslararası İlişkiler analiz kaynağı haline geldik.

Biz sadece gazeteci değil, aynı zamanda ve hepsinden önemlisi, Birleşmiş Milletler Sözleşmesini ve Bağlantısızlar tarafından Bandung’da dile getirilen 10 ilkeyi savunan kendini adamış yurttaşlarız. Bir ideolojiyi veya dünya görüşünü desteklemiyoruz, ancak okuyucularımızın eleştirel düşünmesini geliştirmeye çalışıyoruz. İnanç üzerine düşünmeye, kanaatler yerine kanıtlara öncelik veriyoruz.

Maddi ve güvenlik sıkıntılarına rağmen geniş kapsamlı bir işi yerine getiriyoruz. İnternet sitemizi akıllı telefonlardan okunabilir ve çok daha hızlı hale getirmek için Temmuz ve Ağustos aylarında yeniden düzenledi.

Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arifesinde, mali desteğinize ihtiyacımız var:
 25 Euro bağışta bulunarak
 50 Euro bağışta bulunarak
 100 Euro bağışta bulunarak
 veya ayda 10 Euro bağış yapmayı taahhüt ederek katkıda bulunabilirsiniz.

Birden çok dil biliyor ve ana diliniz Fransızca değilse, makaleleri çevirerek de bize yardımcı olabilirsiniz. Bunun için bize yazın.

Sizin teşvikiniz sayesinde ayakta kalabiliriz.

[1Remarks By Joe Biden At The Summit For Democracy Opening Session”, by Joseph R. Biden Jr., Voltaire Network, 9 December 2021.

[2Russian Foreign Ministry Statement on the planned US «summit for democracy»”, Voltaire Network, 30 November 2021. “China: Democracy That Works”, Voltaire Network, 4 December 2021.

[3« BM ABD’nin « istinacılığı » ile işlevsiz hale getirildi », yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı, 2 Nisan 2019. Konu hakkında daha derinlemesine bilgi için, Carr Center for Human Rights Policy tarafından düzenlenen kolokyumun belgelerini okuyunuz: American Exceptionalism and Human Rights, Michael Ignatieff, Princeton University Press (2005).

[4Joe Biden ırkçılığı yeniden icat ediyor”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı, 11 Mayıs 2021.