Bu makale Gözlerimizin Önünde kitabından alıntılanmıştır.
Bakınız İçindekiler.

Fransız dış istihbarat örgütü (DGSE), « Suriye rejiminin diplomatik alanda dışlanması » ve « Özgür Suriye Ordusu tugaylarına önemli miktarda askeri yardım » yapılması için kampanya yürütür. Fransız kamuoyunu ikna etmek için, Suriye muhalefetinin Fransa’daki sözcüsü olan eski başkanları Jean-Claude Cousseran’ın metresi Bassma Kodmani’yi gündeme getirirler. Kız kardeşi Hala Kodmani, sol görüşlü « Liberation » gazetesinde DGSE propagandasını yayar.

Söz Suriye halkının

« Suriye muhalefetinin » sözcüsü Besma Kodmani, « rejimin bir başkanlık seçimi düzenlemekten aciz olduğunu (ve bunun da) onun bir diktatörlük olduğunu kanıtladığı » açıklamasını yapmışken, Batı standartlarına uygun yeni seçim yasası kabul edilir ve seçim tarihi belirlenir.

O güne kadar, Devlet Başkanı BAAS Partisi tarafından belirlenir ve ardından referandumla onaylanırdı. Başkan ilk kez evrensel doğrudan seçim yöntemiyle belirlenecektir. Adayların son on yıl içerisinde Suriye’de ikamet etmiş olması şartından dolayı değil ama silahlı grupların şiddetle demokrasiye karşı çıkmaları nedeniyle, Suriye Muhalefet ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun bir aday ortaya çıkarması zayıf olasılıktır. Onlara göre ve Müslüman Kardeşler cemaatinin de ileri sürdüğü gibi, « Kuran anayasamızdır » ve tüm seçimler gayrimeşrudur. Dolayısıyla da rejimin adayının seçileceğine şüphe yoktur. Öte yandan onun olası meşruluğu ona verilen oyların yüzdesine değil ama bu oyların sayısına ve halkın geneline oranla temsil gücüne bağlıdır.

Fransa, 22 milyon Suriyeli içerisinden en az 2 milyon kişinin « kurtarılmış bölgelerde » yaşadığını ve dolayısıyla da seçimlere katılmayacaklarının bilincindedir. Bunların dışında 2 milyon Suriyeli de Ürdün, Lübnan, Türkiye ve Avrupa’ya sığınmış durumdadır. Dolayısıyla seçimi sabote etmek üzere, seçime katılmak isteyen Suriyelileri engellemek için elden gelen her şey yapılmalıdır. Fransa, 24 Nisan 1963 tarihli Viyana Sözleşmesini ihlal ederek, Suriye Konsolosluklarına oy sandıklarının konulmasını yasaklamaları için Avrupalı ortaklarını ikna etmeyi başarır. Sığınmacıların iktidarın suiistimal yaptığı yolundaki başvurusu [1] üzerine idare mahkemesi yargıcı görevsizlik kararı verir. Bu arada « Suriye’nin Dostları », bunu « diktatörlüğün sürmesini » hedefleyen bir « demokrasi parodisi » olarak kınar.

Seçimde üç aday yarışır: Komünist Mahir el Haccar, Liberal Hasan el Nuri ve BAAS’çı Beşar el Esad. Devlet adaylara kampanyalarını yürütmeleri için imkanlar sunar ve güvenliklerini güvence altına alır. Medyalar onlara söz hakkı tanır. Somut olarak seçmenler çıkarlarına göre bazılarının önerilerini izlese de, Esad, 1945 yılında De Gaulle’ün içerisinde bulunduğu durumla karşılaştırılabilecek konumdadır. Suriye Arap Cumhuriyetinin ayakta kalması için onu desteklemek ya da oy kullanmamak ve cihatçıların saflarında yer almak arasında tercih yapılacaktır.

Lübnan emniyet genel müdürlüğüne göre, muhalefetin fetvalarına ve Batı’nın uyarılarına rağmen, Beyrut’taki Suriye büyükelçiliği çevresinde Cumhurbaşkanlarını seçmek üzere 100.000’den fazla Suriyeli mülteci toplandı;

Suriye’de seçimler başlamadan önce, çok inanmasalar da yine de oy vermek isteyen sığınmacıların haklarını kullanmaları sağlanır. Batılıların propagandası Suriyelileri sığınmacıların tümünün « muhalif » olduğuna ikna etmiştir. Oysa bunların birçoğu kendilerine sorulduğunda « diktatörlük yüzünden » değil ama çatışmalar yüzünden vatanlarını terk ettiklerini ifade etmektedirler. 28 ve 29 Mayıs 2014’te, Büyükelçilikte gerçekleştirilen Lübnan’daki oy verme işlemleri sırasında, Lübnan Genel Güvenliğinin sayılarına göre en az 100 000 kişi sandık başına gitmiş, bu da başkent genelinin kilitlenmesine neden olmuştur. Ordu toplanmayı dağıtmak için müdahalede bulunur, ama kalabalık ülkenin dört bir yanından gelmektedir. İşin içinden çıkamayan Büyükelçilik önce oy verme saatini ardından da gününü uzatmak zorunda kalmıştır. Bu aynı zamanda hem Suriye’deki Suriyeliler, hem de konsolosluklar için de bir şok etkisi yaratır [2].

Sonuç olarak, boykot çağrılarına rağmen, oy kullanma yaşına gelmiş Suriyelilerin % 73,42’si seçime katılır [3]. Sahada bulunan 360 yabancı medya kuruluşu ve Şam’da açık olan tüm büyükelçilikler seçimlerin kurallara uygun olarak gerçekleştirildiğine tanıklık ederler. Beşar Esad 10 319 723 oy yani geçerli oyların % 88,7’sini ve oy kullanma çağındaki toplam nüfusun % 65’inin oyunu elde eder. Liberal aday Hasan el Nuri 500 279 ve komünist aday Mahir el Haccar 372 301 oy alır.

Seçim kampanyası süresince, Jeffrey Feltman tarafından telkin edilen Fransa ve müttefikleri, Güvenlik Konseyinin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Suriye iç savaşında yetkili olması yönünde bir karar almasını sağlamayı denerler. Tabi ki karar tasarısı, Cumhuriyetin ve cihatçılar da dahil Suriye’deki tüm aktörlerin rollerini belirliyordu ama savcı Fatu Bensuda’nın selefi Luis Moreno Ocampo’nun Libya’da yaptığı gibi NATO’nun emirlerine itaat edeceğini önceden tahmin etmemizi sağlıyordu.

Bu karar tasarısı« Sezar » ve Carter-Ruck Hukuk Bürosunun raporlarındaki ve « Nusayri diktatörlüğünün » Sünni muhalif kadınlara sistematik olarak tecavüz ettiğine ilişkin Le Monde gazetesinde yer alan suçlamaların devamıdır. Le Monde gazetecisi Annick Cojean, bir kurbanın « “biz Nusayriler sizleri ezeceğiz” bağırışları eşliğinde bize her gün tecavüz ediyorlardı » tanıklığını yayınlar. Londra’daki Albert Ödülleri Komitesi Başkanı Cojean, Fransız-Amerikan Vakfı tarafından eğitilmiştir. Rehberin ölümünden uzun süre sonra, onu birçok çocuğa tecavüz etmekle suçlayan ve dolayısıyla da sonradan ve en küçük bir delil kırıntısı olmadan Libya’nın yıkımını meşru gösteren, Kurbanlar: Kaddafi’nin hareminde [4] adı altında hayal ürünü kitabı yayınlayan kişidir.

Ama Beşar Esad’ın zaferiyle sonuçlanan demokratik seçimlerden sonra, caniliğe, herkese yapılan işkencelere ve « Nusayri diktatörlüğü » masalına artık hala kim inanabilir ki? Fransızların karar tasarısı dördüncü kez veto hakkını kullanan Rusya ve Çin tarafından reddedilir.

Fransa, ABD tarafından IŞİD’in oluşumu sürecinden uzak tutulur. Bu yeni aktörün planlarını alt üst ettiğini şaşkınlıkla fark eder. Aşırı donanımlı devasa bir kara ordusu söz konusudur. Fotoğrafta İsrail sınırındaki bir eğitim kampı görülüyor.

IŞİD ve Halifelik

El Kaide içerisinde bir anlaşmazlık ortaya çıkar. Zafer Cephesi’ni (« El Nusra Cephesi» olarak anılan Arapça « Cebhe al Nusra ») eğiten Irak’taki İslam Devleti içerisindeki Suriyeliler, Emirlik içerisindeki Iraklılar da Suriye’ye geçince merkezle rekabete girerler. Anlaşmazlık mevzi savaşına dönüşünce, Fransa ve Türkiye, Iraklılara karşı Suriyelileri destekler. İki ülke, içi boş Özgür Suriye Ordusu üzerinden El Nusra’ya cephane gönderir. İki örgüt arasındaki çatışmalar henüz genele yayılmamıştır. Örneğin Kalamun’da (yani Lübnan sınırında) aynı adamlar her iki örgütün bayrağını da birlikte taşımaktadırlar.

Türkiye, Mayıs 2014’te Suudi Arabistan, ABD, İsrail, Ürdün, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi, Sünni aşiretler ve Iraklı Nakşibendiler ve Norveç ile birlikte Irak’ta IŞİD’e karşı geniş çaplı bir harekatın hazırlıklarına katılacağını duyurunca, iç savaşa ara verilir.

Hillary Clinton ve Barack Obama (o zamanki başkan adayları), 2008’de Chantilly’deki (ABD) Marriott otelinde yaptıkları bir toplantıda Müslüman Kardeşler’in sunduğu stratejik çıkarları NATO’nun düşünce kuruluşu Bilderberg Grubu’na sundular.

Fransa, Özel Kuvvetlerini ve çokuluslu Lafarge şirketini bunların hizmetine sunar. Burada kısa bir geriye dönüş yapmakta yarar var. NATO, Haziran 2008’de Chantilly’de (ABD), Hillary Clinton ve Barack Obama’nın kendilerini katılımcılara tanıttığı yıllık Bilderberg Grubu [5] toplantısını düzenler. 120 katılımcının arasında Besma Kodmani (Suriye Ulusal Koalisyonunun gelecekteki sözcüsü) ve Volker Perthes (gelecekte BM’de Feltman’ın Suriye konusundaki yardımcısı) da bulunmaktadır. ABD dış politikasının sürekliliğine ilişkin bir tartışma sırasında, Müslüman Kardeşler’in önemi ve Arap dünyasının « demokratikleşmesinde » üstlenebilecekleri rolü belirtmek üzere söz alırlar. Toplantıda Jean-Pierre Louyet (Élysée’nin gelecekteki genel sekreteri), Manuel Valls (geleceğin Başbakanı) ve Bertrand Collomb (Lafarge’ın patronu), Henry R.Kravis’le (gelecekte IŞİD’in mali koordinatörlüğünü üstlenecek olan) birlikte hazır bulunurlar.

Öykümüze geri dönelim. Lafarge çimentocuların dünya lideridir. Daha önce 1991 yılında gizlice adına iş yaptığı NATO ona Suriye’deki cihatçıların sığınaklarının yapımını ve Irak’ın Sünni kesiminin yeniden inşası işini emanet eder. Buna karşılık olarak Lafarge, başta Celabiye’deki (Türkiye sınırında, Halep’in kuzeyinde) fabrika olmak üzere İttifakın her iki ülkedeki tesislerini yönetmesine izin verir. Çokuluslu şirket iki yıl boyunca, cihatçılara Suriye Arap Ordusuna meydan okuma imkanı veren devasa tahkimatların yapımı için gerekli malzemeleri tedarik eder. Lafarge artık, Sawiris Kardeşler’in ve Firas Tlass’ın (Fransa’nın geleceğin Suriye Devlet Başkanı yapmayı hayal ettiği General Manas Tlass’ın kardeşi) fabrikalarını şirketin bünyesine katan ABD’li Eric Olsen tarafından yönetilmektedir. Lafarge ve Fransız Özel Kuvvetleri arasındaki bağlar, Bertrand Collomb (çokuluslu şirketin onursal başkanı) ve General Benoît Puga (bugün Cumhurbaşkanı François Hollande’ın genelkurmay başkanı) arasındaki dostluk sayesinde kolayca kurulur.

Celabiye’deki Lafarge fabrikası, IŞİD’in birçok yeraltı tahkimatını inşa etmek için 6 milyon ton çimento üretir ve aynı zamanda NATO özel kuvvetlerine de (Fransa, Norveç, Birleşik Krallık ve ABD) ev sahipliği yapar. Görüntüde, fabrika içerisindeki IŞİD askerleri.

Çevrimiçi gazete Zaman el Wasl, Lafarge’ın IŞİD’e para ödediğine ilişkin belgeler yayınladığında [6], Le Monde gazetesi yardıma koşacaktır. Çokuluslu şirketin fabrikasını çalıştırmak için petrol satın aldığını belirterek olaylara ilişkin kendi yorumunu yayınlayacaktır. Bu doğru değildir çünkü bu tesis Türkiye’den tedarik edilmeye devam eden kömürle çalışmaktadır. Öte yandan Le Monde, yıllık 2,6 milyon tonluk çimento üretiminin « isyancı bölgelerine » yönelik olduğunu kabul ettiği andan itibaren, muhtemelen farkında olmadan, Lafarge’ın IŞİD’in tahkimatlarını inşa ettiğini kabul etmiş oluyordu.

Lafarge’ın IŞİD için ürettiği çimento miktarı –en az 6 milyon ton-, Alman Reich’inin 1916-1917 arasında Siegfried Hattını inşa etmek için kullandığı miktara yakındır. Dolayısıyla Temmuz 2012’den beri, devrim görüntüsü altında dördüncü nesil bir savaştan daha çok klasik bir mevzi savaşı söz konusudur. Bu üretim, söz konusu sığınakları yok etme yeteneğine sahip tek ülke olan Rus hava kuvvetlerinin oyuna müdahil olmasıyla birlikte son bulacaktır. Tam da bu sırada, Celabiye Fabrikası NATO’nun özel kuvvetlerinin (ABD, Fransa, Norveç, Birleşik Krallık) ana karargahına dönüştürülecektir.

11 Ocak 2015’teki « Hepimiz Charlie’yiz » gösteri yürüyüşü dolayısıyla, kortejin geçtiği caddeye bitişik bir sokakta toplanan 56 devlet ve hükümet başkanı ülkelerine dönmeden önce birkaç dakika kameraların önünde poz verdi. Bu görüntülere dayanarak, kendilerini hiçbir şekilde katılmadıkları bir protesto yürüyüşünün liderleri olarak sunuldular.

7 Ocak 2015’te, El Kaide üyesi olduğunu söyleyen askeri kamuflaj giysili iki kişi Paris’te Charlie Hebdo mizah dergisi yazıişleri üyelerini öldürürken, IŞİD üyesi olduğunu söyleyen bir üçüncü saldırgan bir polis memurunu vurur ve koşer (Yahudilere göre helal – ç.n.) ürünler satılan bir marketin müşterilerini rehin alır. 11 Eylül’den beri alışılageldiği üzere, teröristler arkalarından kimliklerinin belirlenebilmesi için ipuçları, özellikle de kimlik belgelerini ortalığa saçarlar. Hükümet abartılı bir şekilde tepki gösterir ve ülke önce şaşkınlığa ardından da büyük bir korkuya kapılır. Cumhurbaşkanı Hollande ve devlet başkanları bir buçuk milyon kişiyle birlikte « Hepimiz Charlie’yiz » sloganlarıyla gösteri yapar. Onların arasında Suriye’ye karşı Fransa’nın en yakın müttefikleri, cihatçıları açıkça destekleyen Binyamin Netanyahu (İsrail) ve Ahmet Davutoğlu (Türkiye) da yer almaktadır. Bu mizanseni reddettiğim ve birçok kişi de « Charlie olmayı » reddettiği için, France2’nin Haber Müdürü Nathalie Saint-Criq televizyon haberlerinde yaptığı konuşmada komplocuları kınamak için, onları « tespit etmek, tedavi etmek ve ulusal toplumla bütünleştirmek ya da yeniden hakları iade etmek » gerektiğini söyler. Ardından, teröristlerin silahlarını polis adına çalışan bir eski paralı askerden [7] satın aldıkları ortaya çıkacak ve soruşturma « Devlet Sırrı » [8] gerekçesiyle yarıda bırakılacak, aralarından ikisinin bir DGSE ajanı [9] tarafından eğitildiğini ve devlet başkanlarının fotoğrafçılara başka bir yerde poz verdiklerini ama hiçbir zaman Paris sokaklarında yürümediklerini öğrenecektik. Ne olursa olsun, hükümet olağanüstü hal ilan eder ve bunu Parlamentoda onaylatır. Olağanüstü hal sadece Fransa anakarasında değil ama aynı zamanda deniz aşırı eyaletler ve topraklarda da geçerlidir. Dört kez uzatılır ve hala da USA Patrioct Act örnek alınarak uzatılmaktadır.

Alain Juppé’nin Suriye’de bir Kürdistan yaratma taahhütlerini reddeden Cumhurbaşkanı François Hollande, Elysee’de Türk karşıtı PKK savaşçılarından oluşan bir heyeti kabul etti.

François Hollande, 2011 yılındaki Juppé-Davutoğlu gizli mutabakatına uygun olarak, tarihsel Kürt toprakları dışında bir « Kürdistan » kurulmasını öngörmektedir. Élysée Sarayında, 31 Ekim 2014 tarihinde, Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan ve gelecekte kurulacak devletin Başkanlığını söz verdiği Suriyeli Kürtlerin Eşbaşkanı Salih Müslim ile birlikte bir gizli görüşme tertipler. Öte yandan, 2015 başında, Suriyeli Kürtlerin diğer Eşbaşkanı Asya Abdullah Kobane’de zafer kazanır ve ABD tarafından göklere çıkarılır. Hollande, 8 Şubat 2015’te Asya’yı yanında bir başka üniformalı kadın subayla birlikte resmen kabul eder.

İç İstihbarat Merkez Başkanı Komiser Patrick Calvar, milletvekillerine 13 Kasım 2015’teki saldırıların (Bataclan) emrini veren devleti tespit ettiğini doğrular. Adını vermemeye özen gösterecektir.

Koşullarda yaşanan bu alt üst oluş, Paris’teki 13 Kasım saldırılarının emrini veren Erdoğan’ın hiddetlenmesine neden olur. Bataclan’ın ikinci katında rehin alınanlara işkence yapılır ve uzuvları kesilir, bazılarının ise başları kesilir. Mahçup François Hollande, parlamento komisyonu önünde polis memurları tarafından doğrulanan bilgilerin yayınlanmasını yasaklar [10]. Karşı casusluğun genel müdürü Patrick Calvar, parlamento komisyonu önünde kendisine bağlı birimlerin saldırı emrini veren devleti belirlediğini kanıtlayacaktır. Sorumluluklarından kaçan Cumhurbaşkanı ağlamaklı anma törenleri düzenler ve yurttaşlarını terörizmin önlemez bir felaket olduğuna ikna eder. « Terörizm kurbanlarına minnet » madalyasını kurumlaştırır ve «yakın ölüm kaygısı zararı » ve hatta « beklenti zararını » tazmin eder. Ancak Türkiye’ye karşı hiçbir eyleme girişmeyecektir. Türkiye beş ay sonra, Belçika’ya karşı Brüksel-Zaventem Havalimanında ve Avrupa Komisyonu merkezi önünde, tam da kısa süre önce PKK’nın gösteri düzenlediği yerde işlenecek bir başka suçun emrini verecektir.

İngiliz basını, hem Paris hem de Brüksel saldırılarına katılan tek IŞİD askeri olan Muhammed Abrini’nin Majestelerinin Gizli Servisi’nin (Mİ6) bir muhbiri olduğunu ifşa eder.
Star’ın (AKP’ye yakın) 23 Mart 2016 tarihli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 18 Mart’ta yaptığı konuşmaya atıfta bulunan, "Belçika’nın kendi evinde beslediği yılan onu ısırdı" başlıklı özel sayısı.

Sorumluluğunu gizleme kaygısı içerisinde olmayan Recep Tayyip Erdoğan, Çanakkale Savaşının 101nci yıldönümü törenleri dolayısıyla, yani Belçika’ya karşı düzenlenen saldırılardan dört gün önce yankı uyandıran bir konuşma yapar [11]. Avrupalıları PKK’yı desteklemekle suçlar ve yakında Brüksel’de olacakları haber verir. Saldırının ertesi günü, AKP basını (Star, Akit, İnternethaber) Avrupalıların bunu hak ettiklerini haykırır [12].

IŞİD’e karşı girişimde olduğu izlenimi vermek için Fransa arka arkaya Şubat-Mart ve Kasım-Aralık 2015 tarihlerinde Charles De Gaulle uçak gemisini bölgede konuşlandırır. 32 hava aracı (insansız hava araçları, helikopter ve uçaklar) donanımlı uçak gemisine ihtişamlı bir deniz gücü eşlik etmektedir. İkinci görevi sırasında Cumhurbaşkanı Hollande gemiye giderek Charles De Gaule’un uluslararası çapta bir düzeneğin komutanlığını üstleneceğinin altını çizer. Aslında Fransızlar USNavCent’in Task Force 50, yani US Central Command’ın deniz filosu bünyesine dahil edilmişlerdir. Filodaki altmışa yakın geminin komutası Tümamiral René-Jean Crignola’dadır ama o da CentCom Komutanı General Lloyd J. Austin III’ün komutası altında olan, Amerikan Vnci Filo Komutanı Koramiral Kevin Donegan’ın emrindedir. Bu İmparatorluğun mutlak bir kuralıdır, müttefik harekatların komutası her zaman ABD’li subaylarda kalmakta, Avrupalılar sadece tamamlayıcı işlev görmektedirler.

2015 sonunda, Fransa ucuz para koparmak için Başbakanı Manuel Valls’ı Suudi Arabistan’a gönderir. Lübnan Ordusu için 3 milyar silah siparişi ve başka kontratlardan gelen 10 milyar konusu yeniden görüşülür. Ama Suudiler İran’la varılan nükleer mutabakat –Fransızların sabote etmeye kalkıştığı- konusunda öfkelidirler ve Paris’in Suriye konusundaki kararsızlıkları hiç hoşlarına gitmemektedir. Fransızlar sadece bedeli yüksek ve işe yaramaz kullardır. Dolayısıyla da hasat ve aynı şekilde « hediyeler » de beklenenden çok düşük olacaktır.

2016 başında François Hollande, Laurent Fabius’u Anayasa Konseyi Başkanı olarak atayınca Fransızlar tepki göstermezler. Bunu İranlılarla bağlantılı görürler. İranlılar, 5+1 nükleer mutabakatının imzalanması sonrasında Fabius’u misafir ederler. Her ne kadar yıllarca mutabakatı sabote etmeye çalışmış ve bir akşam yemeğinde müzakereler sırasında fırsat buldukça rapor verdiği İsrailliler adına casusluk yaptığını itiraf etmiş olsa da, iş ilişkileri kurmak niyetindedir. Dolayısıyla havaalanına ayak bastığı andan ülkeden ayrılışına kadar, devrimci örgütler geçiş yolu üzerinde gösteri yaparken, seviyesine karşılık gelen protokol düzeyindeki yetkililer tarafından karşılanır. Göstericilerin ellerinde, 1985-86 yılları arasında 2 000’den fazla hemofili hastasının ölümündeki sorumluluğu kadar, on binlerce Suriyeliyi öldürerek « iyi iş gören » El Kaide’ye verdiği desteği de anımsatan sloganların yazılı olduğu pankartlar vardır.

Jean-Marc Ayrault Dışişleri Bakanı olarak onun yerini alır. Fransa ve Almanya arasında giderek derinleşen uçurumla çok meşgul olan Ayrault, bütün enerjisini iki ülkenin boşanmasını önlemeye ayırma kararı verir. Bunun için Suriye dosyasını feda eder ve birkaç hafta süren tereddütten sonra, selefleri Juppé ve Fabius’un tutumlarını sürdürme kararı alır.

Ayrault yeni Başbakan Manuel Valls ile hiçbir ilişki kurmadan işini doğrudan François Hollande ile yürütür. Cumhurbaşkanı Suriye sorununu bizzat kendisi ele almaya karar verir.

Her ne kadar Ayrault İsrail’in ılımlı bir destekçisi ise de –bu arada Sosyalist Parti içerisindeki Siyonist Léon Blum Kulübünün onursal başkanıdır- Valls bu konuya çok daha sert yaklaşmaktadır. Dolayısıyla Tel Aviv’in Kudüs’te Müslüman eserlere zarar verecek şekilde gerçekleştirdiği arkeolojik çalışmalar hakkında Cumhurbaşkanı Hollande ile ihtilafa düşer. Bir zamanlar Filistin davasında taraf olan Valls, tavır değişikliğini Fransız-İsrail vatandaşı viyolonist Anne Gravoin ile evliliğine bağlar.

Nice’de yapılan yeni bir saldırı sonucunda 86 kişi ölür ve 484 kişi yaralanır. Başkan Hollande sorumluluğunu gizlemek için vatandaşlarına yalan söylemeye devam eder. Fransızlar, Suriye’de kendileri adına yapılanların nelere yol açtığını hâlâ anlamış değildirler.

14 Temmuz 2016 ulusal bayramı sırasında, IŞİD üyesi olduğunu söyleyen Muhammed Lahuaiec-Buhlel adlı bir kişi, Promenade des Anglais caddesinde yürüyenleri bir kamyonla rastgele ezerek 86 kişinin ölmesine ve 484 kişinin yaralanmasına yol açar. O güne kadar hiçbir yerde, hiçbir zaman kimse bir araçla bu kadar kişiyi öldürmeyi ve yaralamayı başaramamış olsa da, soruşturmayı yürütenler saldırganın hiçbir özel eğitimden geçmediğini ve tek başına hareket ettiğini tespit ederler. Oysa bu cinayetin bedelini kimin ödediğini kimse öğrenme çabası içerisinde değilken, Tunus’taki ailesine daha yeni 100 000 Euro ödenmişti. Komedyenlerle akşam yemeği yiyen Cumhurbaşkanı Hollande’ın güvenliğini sağlamak için 60 jandarmanın Nice’ten Avignon’a getirildiği anlaşılırken, olağanüstü hale rağmen teröristin çok rahat hareket ettiği ortaya çıktı.

Paris’te, rejimin artık topraklarının ancak %20’sini denetimi altında tuttuğunun altı çizilerek, cihatçıların Suriye’de kaydettiği olağanüstü gelişme ve rejimin yakında düşeceği yolunda yorumlar yapılmaktadır. Gerçekte Suriye’nin üçte ikisi, ne Cumhuriyetin, ne de cihatçıların, kimsenin denetiminde olmayan çöl arazisidir. Devlet Başkanı Esad toprakları yerine halkını savunmayı uygun bulur. En az 8 milyon Suriyeli cihatçılardan kaçmayı ve Cumhuriyetin denetimindeki kentlere sığınmayı tercih eder. Tersine hareket eden, yani hükümetin elindeki bölgelerden cihatçılarınkine doğru göç eden hiç kimse bilinmemektedir.

Bu yüzden François Hollande, Şubat 2015’te Jean-Pierre Vial (Cumhuriyetçiler) ve François Zocchetto (merkezci) adlı iki senatörün ve Jacques Myard (Cumhuriyetçiler) ve Gérard Bapt (Sosyalist Parti) adlı iki milletvekilinin Şam seyahatini öğrendiğinde çok öfkelenir. Eylül 2015’te Gérard Bapt bu kez Jérôme Lambert (Sosyalist Parti) ve Christian Hutin (Jean-Pierre Chevènement taraftarı) adlı milletvekilleri eşliğinde bir ikinci ziyaret gerçekleştirir. Ardından Mart 2016’da gerçekleştirilen bir üçüncü ziyaret bu kez Thierry Mariani, Valérie Boyer, Nicolas Dhuicq, Denis Jacquat ve Michel Voisin adlı milletvekillerini (Cumhuriyetçiler) bir araya getirir. Ve nihayet, Ocak 2017’de bir dördüncü ziyarette aynı kişiler ve Jean Lasalle (Merkezci) seyahat ederler. Gérard Bapt dışında ziyaretçilerin tümü Devlet Başkanı Esad tarafından kabul edilir.

Bunun nedeni sosyalist Bapt’ın da iş bitirmek için gelmiş olmasıdır. Kendisi, Ulusal Fransız Büyük Locası’ndan (GLNF) ayrılmış bir kol olan ve İngilizler adına Alain Juillet (eski Ulusal Savunma Genel Sekreterliğinin ekonomik istihbarat sorumlusu) tarafından kurulan ve doğrudan Kent Dükü Prens Edward’a bağlı olan Fransız Masonları Birliği Büyük Locası’nı (GLAMF) temsil etmektedir. Burada iş adamları ile görüşür ve yüklü bahşişler karşılığında onlara Avrupa’nın yaptırımlar listesinden çıkarma sözü verir. Tabi ki bu alanda hiçbir yetkisi yoktur. Yanında bir başka dolandırıcı, bugün cezaevinde bulunan Jérôme Toussaint de bulunmaktadır.

Üçüncü seyahat sırasında, genelde Ulusal Cephe’ye üye toplayan SOS Doğu Hıristiyanları adlı derneğin Suriye’deki varlığı ortaya çıkar. Her ne kadar derneğin gönüllüleri–masrafları kendileri üstlenerek- kendilerini bu yola adamış olsalar da, Roma’ya bağlı kalan Hıristiyanlar yararına yürüttükleri faaliyetler Ortodokslara karşı ayrımcılık anlamına gelmektedir. Fransa’da toplanan milyonlarca Euro kaçırılmakta ve Suriye’ye hiçbir zaman ulaştırılmamaktadır. Batılı Hıristiyanlar haçlı ruhuyla yeniden bağlantı kurarak XIInci yüzyılın muhteşem haçlı kalesi Krak des Chevaliers’nin yıkıntılarında bir ayin düzenleyince yerel dini yetkililer buna öfkelenirler. Gençler, geçmişte Levant bölgesindeki Hıristiyanların, emperyalist fetihçilerle bir tuttukları haçlı işgalciler karşısında ülkelerini savunduklarını bilmemektedirler.

Sonuç olarak Fransa çöküşe geçmeden önce, ekonomik olarak yeniden ayağa kalkması için şart olan bir anti-emperyalist cephe oluşturmayı başaramazlar. Bu sömürgeci savaşa karşı sadece belirli oluşumlar tavır alır: Marine Le Pen ve Floriant Philippot’nun Ulusal Cephe’si, Jean-Frédéric Poisson’un Hıristiyan-Demokrat Partisi, Nicolas Dupont-Aignan’nın Fransa Ayağa Kalk Hareketi, François Asselineau’nun Cumhuriyetçi Halk Birliği ve François Fillon çevresindeki Cumhuriyetçiler ve Jean-Luc Mélanchon’un boyun eğmeyenleri.

Büyükelçiliğinin kapanmasından beri sahadan haber alamayan, olayların kökenini analiz edemeyen ama onlara ön ayak olduğuna inandırma çabası içerisinde olan Fransa, doğal olarak yaşanacakları önceden öngörememiştir.

(devam edecek…)

Çeviri
Murat Özdemir

Bu kitap Türkçe olarak bilgisayar versiyonunda bulunmaktadır.

[1« La France coupable d’interdire l’élection présidentielle syrienne », par Me Damien Viguier, Réseau Voltaire, 18 mai 2014.

[2« Émeutes électorales à Beyrouth », Réseau Voltaire, 29 mai 2014.

[4Les Proies  : dans le harem de Kadhafi, Annick Cojean, Grasset (2012).

[5« Ce que vous ignorez sur le Groupe de Bilderberg », par Thierry Meyssan, Komsomolskaïa Pravda (Russie) , Réseau Voltaire, 9 avril 2011.

[6Lafarge-Holcim e-mails”, Voltaire Network, March 24, 2017.

[7Charlie-Hebdo’nun silahları eski bir Hırvat gönüllü asker tarafından satıldı”, yazan Marijo Kavain, Tercüme Osman Soysal, Slobodna Dalmacija (Hırvatistan) , Voltaire İletişim Ağı , 16 Ocak 2016.

[9« Des éléments de l’affaire Coulibaly rappellent le rôle de services français en 1999 », par Thierry Meyssan, Alexis Kropotkine, Réseau Voltaire, 27 mai 2015. « À propos de mon entretien sur l’affaire Hermant-Coulibaly », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 1er juin 2015.

[10Rapport fait au nom de la Commission d’enquête parlementaire relative aux moyens mis en œuvre par l’État pour lutter contre le terrorisme depuis le 7 janvier 2015 (2 Vol.), sous la présidence de George Fenech, Assemblée nationale, 5 juillet 2016.

[11Cumhurbaşkanı Erdoğan AB’yi tehdit etti”, yazan Recep Tayyip Erdoğan, Voltaire İletişim Ağı , 18 Mart 2016.

[12Türkiye, Brüksel’deki katliamı üstleniyor”, yazan Savvas Kalèndéridès, Tercüme Murat Özdemir, Voltaire İletişim Ağı , 26 Mart 2016.