Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Rusya Haziran ayında yapılan Cenevre 1 konferansı sırasında, 1916 yılında yapılan Sykes-Picot Anlaşmasının (İngiltere ile Fransa arasında gizli bir anlaşma) külleri üzerinde Ortadoğu’yu yeniden paylaşma konusunda anlaşmaya vardılar. Bölgede gerçek anlamda ve sürekli bir barışın olmasını sağlama çabası olarak gösterilen bu durumun aslında, Sovyetler Birliğinin olduğu dönemdeki gibi iki kutuplu dünya sistemine geri dönülmesi, İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’dan çıkarılmasıdır.

Bu proje hayali gibi görünebilir. Ancak, on dört ay sonra bu projenin, gerçekleşmek üzere, şekillenmeye başlandığı görülecek.

Avrupalılar şimdiye kadar iyi oynadılar. Dönemin Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy ile İngiltere Başbakanı David Cameron, 2010 yılı Kasım ayında, her iki ülkenin ileriye dönük projeksiyon güçlerini bir araya getirmek, yani, kolonyal güç birliğini yapmak üzere, Lancaster House Anlaşmasını imzaladılar. Washington ile anlaşmaya varıldığı gibi, İngiliz ve Fransız güçlerinin Libya ve Suriye’de sosyal kargaşa çıkması için “Arap Baharı” olaylarının başlamasını beklemeleri gerekmişti. Bu her iki devlet Libya’daki ajanlarının eline, zamanın İngiltere işbirlikçisi olan eski Libya Kralı, Kral İdris’in bayrağını verdiler. Özgür Suriye Ordusu eline de Suriye’deki Fransız mandası dönemi bayrağını verdiler. Sözüm ona devrimci olarak iddia edilen ve Suriye’de savaşan hareketlerin aslında bölgeyi eskiden işgal eden güçlerin fabrikasyon ürünü olduklarını anlamak için savaşan bu güçlerin bayrak olarak taşıdıkları sembollere bakmak yeterlidir.

Suudi Arabistan ve Katar Emirliği’nin de verdiği yardımla Libya ve Suriye’de sosyal kargaşa tohumları ekilebildi. Libya’nın eski Devlet Başkanı Muammer Kaddafi ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad yönetimine muhalif hareketlerin bir kısmı, belirli bir zamanda, bölgede bulunan cihatçı güçler ile NATO güçlerinin yardımı sonucu seferber edilmişti. Uluslararası müttefikliğin hatası nedeniyle, bombardımana tutulması sonucunda Libya Cemahiriyesine son verildiyse de, Suriye bombardımana tutulmadı ve karşı direniş de olmadı. Suriye savaşında düşünülen asıl konu, Suriye devlet kurumların devrilmesi değil, ancak nasıl bir Suriye geleceğinin tercih edilmesi konusudur. Yanlış anlaşılma kara bulutları tedricen dağılıyor. Günümüz dünyasında yürütülen bu savaşta, bütün savaşlarda olduğu gibi, yalnızca iki kamp kaldı: Bir yandan laik devlet, diğer yandan ise, uluslararası cihatçılık karşıtlığı.

İkinci Dünya Savaşı döneminde Fransa Devlet Başkanı Charles de Gaule 18 Haziran 1940’ta savaştan çekilmesi kararını alırken yalnız kalmıştı. Fransızların çok az bir kısmı çağrısına karşılık vermişti. Bazıları savaşın daha başlamadan kaybedildiği düşündükleri veya de Gaule’ün otokratik karakterini destekleme taraftarı olmadıkları için. Ancak de Gaule, daha sonraları, bir yandan Fransızlara zafer getirirken, diğer yandan, farklı siyasal hassasiyetleri olan gruplardan oluşan bir federasyon oluşturup, yalnızca dört yıl sonra Fransızların % 95’inin desteğini almıştı.

Suriye Devlet Başkanı Esad bugünkü şartlarda büyük çoğunluk Suriyelilerin desteğini alırken, Fransa yönetimi ise, meydana gelen son gelişmelerden dolayı, ne yapacağını bilmez durumdadır. Devlet Başkanı François Hollande TF1 kanalına verdiği demecinde Suriye’de yapılan savaşın aslında demokrasi için olduğunu iddia etmişti. Başkan Hollande’ın bakış açısına göre Batılı güçlerin Suriyeli demokratları Şam’da iktidara getirmeleri gerekiyor. Ne Beşar Esat rejimi, ne de cihatçı güçlerin adı anılmaksızın. Saçma olan bu analizde Suriye’deki savaş alanında üç kampın faaliyet gösterdiği ima ediliyor. Doğrusu, Suriye’de iki kamp arasında savaş veriliyor. Demokratlar Suriye yönetimi, yani Beşar Esad’ın yanında yer alıyorlar.

Suriye’deki bu savaşın arka plan derinliklerinde, bölgenin tam da bu uluslararası paylaşımı için yapılan kavga yatıyor: Yirmi birinci yüzyılda kolonyalizm faaliyetinin artık bir anlamı kalmadı. ABD ve Rusya yönetimleri, mevcut statüleri böyle bir işin yapılması olanağı sağladığı gibi, Ortadoğu coğrafyasını etki alanı olarak aralarında paylaşmaya karar vermişlerse, Fransa ve İngiltere’nin bir asır önce üzerinde anlaşma yaptıkları temelden çok daha farklı şartlara göre paylaşımı yapmaları gerekiyor. Bu durumda, eskiden olduğu gibi hâkimiyet alanına göre değil de, müttefik olma mantığına göre akıl yürütmeleri gerekiyor.

Çeviri
Nizamettin Karabenk