Şeyh Yusuf El-Karadavi, Müslüman Kardeşler Teşkilatı tanınmış vaizi, Katar merkezli El-Cezire TV Kanalı Kur’an yorumcusu. Suriye ve Irak’ta faaliyet gösteren cihatçıları kutsuyor, “Hz. Muhammed sağ olsaydı, bugünkü koşullar gereği, NATO ile işbirliğine giderdi” şeklinde açıklama yapıyor.

(ABD Savunma Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı) Pentagon ve CIA’nın milyonlarca Müslümanı nasıl da manipüle ederek Sam Amca’nın çıkarları uğruna savaşmak üzere seferber ettiğini insan kendi kendine sormadan edemiyor. Bazı liderlerin paralı ajan oldukları kesin. Ancak, cihatçılar, genel olarak, Cennete girmek için savaştıklarına ve ölüme gittiklerine inanıyorlar. Böylesi bir duruma verilebilecek cevap çocukça olur: Müslüman Kardeşler Teşkilatı retoriğinden yola çıkacak olursak; bu insanların karşı karşıya bulundukları yaşamsal gerçeklikten kaçtıkları ve bir kez gözleri önünde kırmızı bir fular sallandı mı, kim olurlarsa olsunlar, ölüme gönderilebileceklerinin zor olmadığı anlaşılıyor.

İslam Emirliği örgütü resmi olarak Ayman El -Zewahiri otoritesini tanımıyor ve El Kaide örgütünden ayrı bir yerde olduğunu söylüyor. Görünen durum böyle olsa da, Suriye’de stratejik Kalamun bölgesinde olduğu gibi, birçok yerde bu örgütlerin taraftarlarını birbirlerinden ayırmanın imkânı yok. Her iki cihatçı örgüt iki etiketi aynı zamanda kullanıyor.

Bu kavganın aslında liderler arasındaki kişisel rekabet olduğu elbette söylenebilir: Diğer yandan da Ebubekir El-Bağdadi liderlik makamından oturan kişi olmak istiyor. Her iki örgütün aynı politikaları olsa da, farklı söylemleri geliştiriyorlar.

Ortak noktaları; Müslüman Kardeşler Teşkilatı sloganları: “Kur’an bizim Anayasamız”, “Kurtuluş İslam’da.” Allah’a adanmış yaşam, sade bir yaşamdır. Allah’ın bizi düşünebilen varlık olarak yaratmış olmasının bu açıdan hiçbir önemi yok; asıl önemli olan, Allah’ın emirlerinin uygulamasını yaşamın her koşulunda adeta bir makine gibi işler hale getirmektir. Kutsal Kitap’ta sosyal yaşama ilişkin bir duruma dair bir açıklama getirilmiyorsa, söz konusu durumun ortadan kaldırılması uygun çözüm yoludur.

Toplumsal yaşamda karşılaşılan sorunlara bu şekilde çözüm bulunmasının sonucu elbette felaket oluyor. Ve cihatçı bu örgütler, hayallerindeki mükemmel dünyaya uygun bir toplum inşa etmenin ilk temellerini atmada bile, hiçbir yerde, başarı elde etmediler.

Tarihleri bu amaçlarına ulaşmadan çok daha farklı bir yerde olduklarını gösteriyor. 1979 – 1995 dönemi dikkate alındığında, yani diğer bir deyişle, CIA’nın, Afganistan da Arap İslam Konferansında ve (Sudan’ın Başkenti) Hartum’da düzenlenen İslam Konferansında yaptığı operasyon sırasında Usame Bin Ladin’in paralı askerleri ABD’nin desteğiyle Sovyetler Birliğine karşı savaşıyorlardı. El-Kaide örgütü 1995’ten 2001’e kadar olan dönemde; Hartum’da düzenlenen İslam Kongresinden, “Neptün Mızrağı” (Neptune’s Spear) operasyonuna kadar (Bin Ladin’in öldürülmesi operasyonu) olan süreçte Yugoslavya ve Çeçenistan’da Rusya’ya karşı faaliyetlerine devam ederken “Yahudilere ve Haçlılara” karşı savaş verme söylemini geliştiriyordu. Aynı El-Kaide 2001’den bu yana, yani “Arap baharı” sürecinden beri, Libya’da NATO’ya ve Golan tepelerinde ise İsrail güçlerine destek veriyor. Batılı ülkelerdeki kamuoyu genel anlamda bu gelişmeleri izleyemedi. Batı kamuoyu, mitsel olarak yaratılan Rusya yayılmacılığı tehlikesi olduğuna inandırılmış bir şekilde, Arap cihatçıların 11 Eylül 2001 saldırılarını yaptıklarını düşünerek, Libya’da ve İsrail sınırlarında nelerin yaşandığının farkında bile olmadan, El-Kaide örgütünün kimine göre anti-emperyalist ve kimine göre de terörist bir organizasyon olduğu konusunda yanlış bir kanıya sahip olmaya devam etti.

Araplara gelince, yaşanan gelişmeleri anlayabilmek için somut olgulara dayanmaksızın, romantik bir söylem (narration) geliştirecek şekilde, yaşamakta oldukları sosyal realite ile Batılı güçlerin propagandası arasında kalarak, kendilerine göre bir retorik geliştirmeyi tercih ettiler.

İslam Emirliği örgütü Kur’an’ın vecibelerinden uzak kalarak neo-muhafazakârlara daha da yaklaştı. Öncelikli düşmanın diğer Müslümanlar olduğunu ileri sürüyor; yani Şiiler ve müttefikleri. İslam Emirliği örgütü Usame Bin Ladin’in başında bulunduğu Arap Birliğinin (Légion Arabe) Bosna Savaşı’nda, yerine göre, ABD, Suudi Arabistan ve İran’dan destek aldığını hatırlamak istemiyor. Bu durumda, Şiilerin müttefikleri kimlerdir, acaba? sorusu gündeme geliyor. Suriye Arap Cumhuriyeti mi? (Laik), Filistin İslami Cihadı mı? (Sünni). İslam Emirliği örgütü öncelikli olarak, aslında emperyalizme karşı mücadele veren, Direniş Eksenine karşı savaşıyor. El-Kaide örgütü, teorik olarak düşmanı olduklarını iddia etse de, “Genişletilmiş Ortadoğu” projesinin uygulamaya konulması politikasında de facto olarak ABD ve İsrail’in esas müttefikidir.

Bu her iki organizasyonun/örgütün kullanılabilirlik özelliği tabii olduğu temel ideolojiden, yani Müslüman Kardeşler Teşkilatı ideolojisinden kaynaklanıyor. Bundan dolayı da, cihatçı örgüt şeflerinin neredeyse hepsi, bu veya şu dönemde, Kardeşlik Teşkilatının bu veya şu koluna neden üye oldukları, kendi içerisinde, mantıklı olduğu görülüyor. Aynı şekil de, Mısır Müslüman Kardeşler Teşkilatının 1955’te ABD’nin 34.Başkanı Dwight David Eisenhower tarafından Beyaz Sarayda kabul edilmesinden bu yana, CIA’nın, yalnızca Müslüman Kardeşler Teşkilatına değil, aynı zamanda, yurt dışındaki bütün faaliyet kollarına ve diğer bütün muhalif gruplara destek vermesi de yine bu çerçevede mantıklı olduğu anlaşılıyor.

Ve nihayetinde, Hasan el-Benan’ın hayal ettiği Halifelik ile Ayman El-Zawahiri ve Ebubekir El-Bağdadinin kurulması için mücadele verdiklerini iddia ettikleri Halifelik oluşumu, İslam Altın Çağından esinlen bir sosyal düzen olmayıp, karanlık mahfillerde hüküm süren bir saltanat düzeninin ürünüdür.

Fransa eski Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un 2012’de, yani El-Kaide ve IŞİD örgütleri arasında ayrılma yaşanmadan önce, “Onlar sahada iyi iş yapıyorlar” dediği gibi……

Çeviri
Nizamettin Karabenk