Kaynak
El-Vatan (Suriye)
1183 makaleler


Cihatçılar karşısında kazandıkları zafer sonrasında, Suriyelilerin bu beladan kurtulduğunu düşünürken yanıldık. Hiç de öyle olmadı. İsrail ve ABD, devlet yapılarının imha edilmesine yönelik savaş hedeflerinden vazgeçmediler. Ülkenin yeniden inşasını engellemek ve Suriyelilerin yıkıntıları altında çürüyüp gitmeleri için, bu kez mali olmak üzere, yeni bir savaş hazırlığı içerisine girdiler.

Thierry Meyssan’ın, ABD birliklerinin ülkelerinden geri çekilmesini Suriyeli okuyucularına sunduğu başmakaleyi aktarıyoruz. Bu makale, Batılı medyaların görmezden geldiği ve Başkan Trump’ın, Suudi ve Katarlı müttefikleri ve Rus ortaklarıyla birlikte bu kararı nasıl aldığına ilişkin birçok bilgiyi içermektedir.

Araya sokulan cihatçılarla Suriye’ye karşı yürütülen savaşın başlangıcından yedi yıl sonra, ülkeyi yok etmek isteyenler savaşı yeniden başlatmak niyetindeler. Oysa bir ara tereddüt eden halkın kitlesel olarak Cumhuriyeti desteklemeyi seçtiği sahada, kesin bir bozguna uğradılar. Savaşı yeniden başlatmaya yönelik bu girişim, ancak hedefi olgunlaştığında anlaşılabilir.

Kendi evlerinde savaşa yönelik propaganda ve koşullandırmayı mümkün kılan Batılı ülkeler internet üzerinde amansız bir sansür uygulamaktadırlar. Bu bağlamda, oldukça şiddetli bir gerilim uluslararası sahneyi derinden bölmektedir. Giderek artan topyekun bir çatışma tehlikesi olduğu tespitinde bulunan Moskova, BM ve ABD’de güvenilir muhataplar ortaya çıkarmayı denemektedir. Bugün tanık olduklarımızın 1938’den beri benzeri görülmemiştir ve aynı şekilde sonlanması ihtimali vardır.

Thierry Meyssan, Batı ve Körfez basınının 7 yıldır sunduğu şekliyle Suriye’deki çatışmaların başlangıcına ilişkin anlatımı kabul etmiyor. Dolayısıyla o dönemden bugüne ortaya çıkan somut veriler ışığında bu olayları yeniden ele alıyor. Bütün bilimler gibi, siyaset bilimi de daha önce vardığı sonuçları yeniden sorgulayarak ve akıl yürütmesine yeni gözlemler dahil ederek hakikate yaklaşıyor.

Batı’dan bakıldığında, Tunus, Lübnan ve Irak’ta üç demokratik seçim gerçekleştirildi. Ancak burada yaşayan halklar için bu seçimlerin ideal demokrasiyle çok da ilgisi yoktur çünkü Batılıların onlara dayattığı kurumlar, kendi yöneticilerini özgürce seçmelerini engelleyecek şekilde tasarlanmıştır.

Batı’da çok dikkat çekmeden Londra ve Paris tarafından yeniden gündeme getirilen Lancaster House, 1904’tekinden çok daha derin bir süper « Dostluk Anlaşması »nı yürürlüğe sokmaktadır. Anlaşma iki kutuplu bir dünyanın yeniden tesisine katkıda bulunurken, kaçınılmaz olarak Fransa’nın Avrupa Birliği’nden çıkışına ve Paris ve Berlin arasındaki gerilimli ortama geri dönülmesine neden olacaktır.

2011’de Suriye’ye karşı yürütülen savaşın başlangıcından beri Rusya bir dış saldırı olarak değerlendirdiği durum karşısında bu ülkeyi destekliyor. Batı basını bu tutumu diktatörler arası dayanışma olarak açıklarken, Thierry Meyssan bunun tarihsel nedenlerini ortaya koyuyor. Aynı zamanda Moskova’ya ait de olan zaferin, Avrupa’daki Ortodoks kültürü için yeni bir dönemin açılmasına neden olduğu gözleminde bulunuyor.

Dışişleri Bakanlığı ve Başkan Trump, 5+1 mutabakatının sona ereceği kaygısına neden olacak şekilde Hizbullah ve İran’a karşı lanetler savurdu. Ama Thierry Meyssan’a göre, daha da kötüsü mümkün olmakla birlikte, Washington bir kez daha İsrailli ve Suudi müttefiklerini daha iyi manipüle etmek için sahte bir tartışmayı sahneye koyuyor.

16 yıldan beri, uluslararası politika uzmanları ABD stratejisinin hedeflerini belirlemek için büyük çaba harcadılar. Doğal olarak bu dönemin başından çok sonunda kesin şeyler söylemek daha kolaydır. Oysa çok azı böyle yaptı ve birçoğu somut olgularla yalanlanmış olan teorileri öğretmekte ısrar etmektedir. Thierry Meyssan bu tartışmadan çıkan sonuçlara dayanarak, sözünü ettiğimiz bu dönemde önceki teorisyenlerinin görüşlerinden hareketle ABD orduları için öngörülen bir sonraki aşamayı hatırlatıyor; bu aşamanın yakında uygulamaya konulması bekleniyor.

Görüntünün hakikatin önüne geçtiği bir dünyada basın, Irak Kürdistanının bağımsızlığı için yapılan bir demokratik referandumdan söz ediyor. Öte yandan, anayasaya gereği bu referandumun sadece bağımsızlık yanlısı bölgede değil ama bütün Irak’ta gerçekleştirilmesi gerektiği gerçeği dışında, burada yaşayan milyonlarca Kürt olmayan seçmen buradan önceden uzaklaştırılmış ve buraya artık geri dönemeyecek durumdadır. Seçim sandıklarında, seçimin kurallara uygun yapılıp yapılmadığını sadece bağımsızlık yanlıları denetleyeceklerdir. Thierry Meyssan bu aldatmacayı ve arkasında gizlenen çıkarları ortaya koymaktadır.

Suriye Arap Ordusu, Rus Hava Kuvvetleri ve Hizbullah, IŞİD’in işini bitirmeye hazırlanırken, Pentagon, bu kez Kürt birliklerini kullanarak Suriye’ye karşı yeni bir savaş planlıyor. Halifeliğin misyonu nasıl Irak ve Suriye’de birleşik bir Sünnistan kurmak idiyse, « Rojava »nınki de, Pentagon’un dört yıldan beri öngördüğü gibi her iki devlet toprakları üzerinde birleşik bir Kürdistan kurmaktır.

Başkan Trump’ın genişletilmiş Ortadoğu’ya ilişkin politikası somutlaşmaya başlıyor. Bugüne kadar ABD ve müttefikleri devletleri ortadan kaldırmaya ve kaos’u dayatmaya çalışırken, artık cihatçılara karşı ittifakların gerekliliğini savunmaktadırlar. İran, Suriye ve Hizbullah söylemde hala yenilmesi gereken düşmanlar olarak kalsa da, uygulamada birer ortak haline dönüşmektedirler. Uzun vadede ortaya çıkan bu yeni durum, bölge devletlerine çokuluslu şirketleri siyaset alanının dışına itme ve barışı sağlama imkanı verebilir.

Thierry Meyssan, Başkan Trump’ın müttefik ve ortaklarını destekledikleri, silahlandırdıkları ve eğittikleri cihatçıları yüz üstü bırakmaya ikna etmek için yürüttüğü çabaları gözlemliyor. Uluslararası basın ve siyasi rakiplerinin sunmaya çalıştığının tersine, Beyaz Saray ilk meyvelerini vermeye başlayan anti-emperyalist siyasetini dört aydır bıkıp usanmadan yürütmeyi sürdürmektedir: Suudilerin Müslüman Kardeşlere verdikleri desteğin kesilmesi süreci, cihatçıların faaliyetlerinin NATO tarafından eşgüdümüne son verilmesi ve Müslüman Kardeşler’in Batı tarafından finansmanı sürecinin sonlandırılması.

Latin Amerika’da kaygı büyüyor: Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık, « Arap Baharları »na benzer bir « bahar » hazırlığı içerisindeler. Tabi ki bu kez halkları dinsel olarak bölerek savaşı yaygınlaştırmak değil –Latin Amerikalıların hemen hemen tümü Hıristiyandır-, ama yerel kimlik unsurlarının kullanılması söz konusudur. Oysa hedef yine aynıdır: basit bir hükümet değişikliği değil, emperyalizme karşı her türlü direniş olasılığını ortadan kaldırmak için devletleri yok etmektir.

ABD yönetimi görünenin aksine, dış politikasının çerçevesini işini rastlantıya bırakmadan belirlemeye çalışıyor. Başkan Donald Trump, 11 Eylül 2001’den beri ülkesini yöneten derin devletin sözcülerinden biriyle müzakereler yürütüyor. Ayrıntılarını henüz bilmediğimiz bir mutabakatın çerçevesi üzerinde anlaştıkları anlaşılıyor. Mayıs ayı sonunda, yönetim üyelerinin Kongre’nin bir komisyonu önünde Beyaz Saray’ın yeni dış politikasını açıklığa kavuşturması bekleniyor.

Yönetimler ve basın, General Flynn’ın istifasını kabul ederek, ardından da Şayrat’ı bombalayarak Başkan Trump’ın politikasını değiştirdiğini ve seçmenlerine ihanet ettiğini düşünüyorlar. Thierry Meyssan ise, bunun tam tersini düşünmemize olanak veren tutarsızlıkları ortaya koyuyor: ABD’nin Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği askeri saldırı, uzun vadede gerçekte Washington’un müttefiklerine karşı yönlendirilebilir.

Trump yönetimi önemli bir aşama kaydetti: önde gelen diplomatları Suriyelilerin demokrasi hakkını tanıdıklarını açıkladılar. Halkın Beşar Esad’ı tamamen özgürce Devlet Başkanı seçtiğini kabul ediyorlar. Önceki yönetimlerin askeri serüvenlerine eşlik eden zorla « demokratikleşme » söyleminin artık sonu geldi.

Washington IŞİD’i yok etme niyetini doğrulayan işaretleri çoğaltırken, Avrupa ülkelerinin tamamını peşine takan İngiliz ve Fransızlar, ayrı bir çete kurmak niyetinde. Suriye Arap Ordusunun savunma için bölgeye ağırlık vermesini sağlamak ve bu yolla Rakka çevresindeki varlığını zayıflatmak üzere, Şam ve Hama saldırılarının eşgüdümünü Londra ve Paris’in yaptığı düşünülüyor. Avrupalılar cihatçıların kaçışını Türk sınırına doğru yönlendirmeyi umut ediyorlar.

Başkan Trump’ın IŞİD’i yenme ve uluslararası terörizmin işini bitirme iradesini uygulamaya geçirilmesi oldukça zor görünüyor. Bu kararlılık gerçekten de bunları örgütleyen ülkelere zarar veriyor ve uluslararası politikaya yeniden yön verilmesini zorunlu kılıyor. Yeni ittifaklar oluşturmadığı sürece yeni ABD başkanının birliklerine saldırı emri vermesi mümkün görünmüyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Beyaz Saray’a girişinden iki ay sonra, seleflerinin genişletilmiş Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme planına dair konumunu açıklığa kavuşturması gerekmektedir. Cihatçılığa gerçekten son vermek istiyorsa, Suriye’nin mukavemetini kabul etmeli ve Birleşik Krallık, Suudi Arabistan ve Türkiye’yi aynı zamanda yeniden konumlandırmalıdır.

Bu makale bir uyarıdır: Kasım 2016’da, Beyaz Saray’a girer girmez Başkan Donald Trump’ın otoritesini ve saygınlığını yıkmak üzere geniş kapsamlı bir ajitasyon ve propaganda sistemi yürürlüğe konuldu. Böylesi imkanlar kullanılarak ilk kez bir ABD başkanına karşı bilimsel olarak böyle bir kampanya düzenleniyor. Evet, bir gerçeklik sonrası dönemine giriyoruz, ama kimin hangi rolü üstlendiği düşündüğümüz gibi değil.

Donald Trump’ın iktidara gelmesiyle uluslararası ilişkilerde yeni bir dönem başlarken, her Devlet kendini yeniden konumlandırma çabası içerisine girmiş durumda. Bununla birlikte, referandumla Brexit dayatmasıyla karşı karşıya kalan İngiliz hükümeti, egemen sınıfının çıkarlarını halkının çıkarlarıyla bağdaştırmaya çalışıyor. Bunu gerçekleştirmek için İçişleri Bakanı Theresa May tartışmalı seçenekler keşfediyor.

Her ne kadar Türkiye ile tarihi geçmişi sıkıntılı olsa ve bugünkü Cumhurbaşkanı’nın birinci Çeçenistan Savaşı sırasında kendisine karşı bizzat oynadığı rolü unutmasa da, Ankara’nın NATO’dan olası çıkışı onun ancak ilgisini çekebilir. Donald Trump’un seçimleri kazanmasına rağmen yayılmacı heveslerinden vazgeçmeyen ABD derin devleti ise aksine, Türkiye’yi Atlantik İttifakı içerisinde tutmak için her şeyi yapmaya hazırdır.

Doğu Halep’in kurtarılması, Suriye Arap Cumhuriyetinin devrilmesi girişiminin sonunu işaret ediyor. Bu, ancak Katar’ın el etek çekmesi ve Türkiye’nin kısmen yön değiştirmesiyle mümkün olabildi. NATO’nun hizmetindeki cihatçıların işgali altında kalan Suriye’nin sadece bir kesimi kaldı. Dolayısıyla da gelecekteki askeri zaferler ve savaşın sona ermesi, Atlantik İttifakının üyeleriyle başlayan gizli müzakerelere bağlı olacaktır.

Doğu Halep’teki cihatçıları eğiten Büyük Güçler, içerideki askerlerini dışarıya kaçırabilmek için kent sakinlerinin kaderiyle ilgileniyormuş gibi yaparken, kimse bu Suriyelilerin dramını anlıyormuş gibi görünmüyor. Batılıların açıklamalarının aksine bombardımanlardan değil ama yabancı cihatçıların işgalinden ve onların uyguladıkları « şeriattan » çektiler. Bazı sakinler ağır bir psikolojik bozukluk yaşıyorlar: Doğu Halep sendromu.

En popüler makaleler