Giorgio Agamben

Kararnamenin kanuna dönüştürülmesi konusunda oy kullanmak zorunda kalacak milletvekillerinin dikkatine sunmak istediğim yalnızca iki nokta üzerinde duracağım.

TEHLİKELİ AMA ZORUNLU BİR AŞI

Birincisi, sözün altını çiziyorum, söz konusu kararnamenin apaçık çelişkisidir.

Bildiğiniz gibi Hükümet, « ceza kalkanı » olarak anılan, ddl 44/2021 sayılı özel bir kanun hükmünde kararname ile aşının yol açacağı her türlü sorumluluktan kendisini muaf tutmuştur.

Ve bu zararların ciddiyeti, söz konusu kararnamenin 3. maddesinin, Ceza Kanunu’nun kasıtsız adam öldürme ve … taksirle yaralanmalara atıfta bulunan 589, 590. Maddelerine açıkça atıfta bulunmasından kaynaklanmaktadır.

Alanında uzman hukukçuların da altını çizdiği gibi, bu, devletin deney aşamasını tamamlamamış bir aşının sorumluluğunu almak istemediği ve yine de aynı zamanda her türlü yöntemi kullanarak, toplumsal yaşamdan dışlanma cezasıyla ve şimdi de onaylamanız istenen kararname ile onları çalışma imkanından bile mahrum bırakarak zorladığı anlamına gelir.

Soruyorum, yasal ve ahlaki olarak daha anormal bir durum hayal etmek mümkün olabilir mi?

Devlet, olası ciddi sonuçlar için tüm sorumluluğu resmen reddederken, aşılanmamayı seçenleri nasıl sorumsuzlukla suçlayabilir?

589 ve 590. Maddeleri hatırlayın: aşının yol açtığı ölümler ve yaralanmalar.

Milletvekillerinin burada, bence gerçek bir hukuk canavarlığı anlamına gelen bu çelişki üzerine düşünmelerini istiyorum.

AŞI KARTI: SONUÇ MU PROJE Mİ?

Dikkatinizi çekmek istediğim ikinci nokta, aşının tıbbi sorunuyla değil, onunla karıştırılmaması gereken Aşı Kartı’nın siyasi sorunuyla ilgilidir.

Herhangi bir sertifika göstermemize gerek kalmadan o kadar çok aşı yaptık ki...

Bilim insanları ve doktorlar tarafından aşı kartının tek başına tıbbi bir önemi olmadığı, ancak insanları aşı yaptırmaya zorlamaya yaradığı söylenmiştir.

Ben daha çok bunun tam tersinin söylenebileceğine inanıyorum: yani aşı insanları aşı kartı sahibi olmaya zorlamanın bir yoludur. Yani, insanların hareketlerini daha önce benzeri görülmemiş bir ölçüde denetlemenize ve izlemenize olanak tanıyan bir düzenektir.

Siyaset bilimciler, toplumlarımızın bir zamanlar « disiplin toplumu » olarak adlandırılan toplumdan « denetim toplumu »na geçiş yaptığını uzun zamandır biliyorlar; bireysel davranışların neredeyse sınırsız sayısal denetimine dayanan ve böylece bir algoritmada ölçülebilir hale gelen bir topluma.

Artık bu denetim düzeneklerine alışıyoruz ama size şunu soruyorum: Bu denetimi nereye kadar kabul etmeye hazırız?

Sözde demokratik bir toplumun yurttaşlarının, Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği vatandaşlarından daha kötü durumda olması mümkün mü?

Sovyet vatandaşlarının bir yerden başka bir yere yolculuk ederken bir propiska, yani bir geçiş belgesi sunmaları gerektiğini belki de biliyorsunuz.

Ama bir lokantaya, hatta müzeye veya sinemaya gitmek için de aşı kartı göstermemiz gerekiyor.

Ve şimdi, kanuna dönüştürmeniz gereken kararname ile daha da kötüsü, bunu her gün işe gittiğinizde bile yapmamız gerekiyor.

Ve yine, 1938’de Aryan olmayanlar ile ilgili faşist yasalardan sonra İtalya tarihinde ilk kez, iki fenomenin hiçbir ilgisinin olmamasına karşın (sadece hukuksal benzerlikten söz ediyorum), tamamen hukuksal bir bakış açısıyla kısıtlamalara tabi olan ve Aryan olmayanların maruz kaldıklarına benzer kısıtlamalara maruz kalan ikinci sınıf yurttaşların yaratıldığını nasıl kabul edebiliriz?

Hani, bildiğiniz gibi, esas olarak evlenme imkanıyla ilgiliydi...

Her şey, birbirini izleyen kararnamelerin, sanki tek bir kişinin elinden çıkıyormuş gibi, içinde bulunduğumuz toplumların kurumlarının ve yönetişim paradigmalarının dönüşüm sürecinin bir parçası olması gerektiğini gösteriyor.

Daha da sinsi bir dönüşüm, faşizmde olduğu gibi Anayasa metninde değişmeden... gizlice gerçekleşmektedir.

Bu şekilde aşındırılan ve iptal edilen model, hakları ve anayasal güvenceleri ile parlamenter demokrasi modelidir.

Ve onların yerini, biyogüvenlik ve denetim adına bireysel özgürlüklerin artan sınırlamalarla yüzleşmeye mahkum olduğu bir hükümet paradigması alır.

Dikkatin enfeksiyonlar ve sağlık üzerinde yoğunlaşması, gerçekten de, bana öyle geliyor ki, siyasi alanda meydana gelen bu büyük dönüşümün anlamını algılamamızı engelliyor.

Ve bu, hükümetlerin bize sürekli olarak hatırlattığı gibi, güvenlik ve acil durumun geçici fenomenler değil, yeni yönetim biçimi olduğunu anlamamızı engelliyor.

Bu açıdan bakıldığında, parlamenterlerin yaşanmakta olan siyasi dönüşümü son derece dikkatle ele almalarının, sadece sağlığa odaklanmamalarının her zamankinden daha acil olduğuna inanıyorum. ... uzun vadede zaten Parlamento’nun yetkilerini boşaltmaya, şu anda olduğu gibi onu sadece biyogüvenlik adına, parlamentoyla pek fazla işi olmayan kuruluşlar ve kişiler tarafından çıkarılan kararnameleri onaylamaya indirgemektedir.

Çeviri
Osman Soysal