Çin’in İpek Yolları projesi dünya çapında bir başarıdır. Yapılan tüm eleştirilere (yerel seçkinlerin yozlaşması, ortak ülkelerin borçlandırılması, çevre hakları ihlalleri) rağmen, bu projeye katılan ülkeler güçlü bir büyüme içerisindedirler.

Batılıların kalkınma yardımı programlarının dekolonizasyondan bu yana başarılı olmamasına şaşırmamak mümkün mü?

Ve özellikle de, uluslararası ticaretin herkes için erdemlerini on yıllarca övdükten sonra Batı’nın bu başarıyı kınamasına nasıl şaşırmayalım?

21. yüzyılda Batı ile Çin arasındaki ilişkiler, birbirini takip eden mukabelelerden çok, tek taraflı yanlış anlamalardan ibarettir. ABD, Çin’in düşünce tarzını anlamayı reddediyor ve kendi kusurlarını Pekin’e yansıtmaya devam ediyor.

İpek Yolları ile rekabet etmek

1910’ların en çok satan kitabı, « Sarı Tehlike ». Ruslar ve Çinliler Hıristiyan medeniyetine karşı birleşeceklerdir (ama Ruslar Ortodoks Hıristiyanlardır).

Selefi Donald Trump’ın politikalarından kopan Başkan Joe Biden, ABD’nin Çin ile « rekabet edeceğini » açıklayarak Pekin’de acı çığlıklara neden oldu. G7’yi, Çin’in « totaliter » sistemi üzerindeki « demokratik liderliği »ni sürdürmesi için savaşa katılmaya ikna etti. Avrupa Birliği, emrine uyarak, « Küresel Ağ Geçidi » (Global Gateway) karşı projesini uygulamaya başlıyor. Yarın Başkan Biden, bu çatışmaya ideolojik içerik kazandırmak için Tayvan’ın (Çan Kay Şek’in eski diktatörlüğü) katılımıyla demokrasi üzerine bir dünya zirvesine başkanlık edecek.

Tahayyülümüze göre Soğuk Savaş, ateist SSCB’yi inançlı Batı ile veya komünizmi kapitalizmle karşı karşıya getiriyordu. Gerçekte ise bir dayanışma kültürü bloğunun, Anglosaksonlar tarafından kontrol edilen bireyci kültür bloğunda bir ekonomik nüfuz yaratmasının önlenmesi söz konusuydu. Bu sefer artık sorun bir dini yaşama ve hür teşebbüs hakkını savunmak değil, demokrasiyi savunmak olacaktır. Sonuç olarak, dün SSCB, bugün Çin olmak üzere, her zaman ekonomik olarak Anglosaksonlarla rekabet edebilecek bir gücü karikatürize etmek söz konusudur.

« Tukidides tuzağı »

Naziler tarafından kullanılan « alt-insan » (untermenchen) sözcüğünü türeten gazeteci Lothrop Stoddard, Çin ve Japonların beyaz adama karşı ittifakını kınıyordu.

Anglosaksonlar, Peloponnesos savaşlarının tarihini yazan antik tarihçiye atıfta bulunarak bu siyasi anı Tukidides’in tuzağı olarak tanımlamaktadırlar. 2017’de ünlü Amerikalı siyaset bilimci Profesör Graham Allison, « Savaşı kaçınılmaz kılan şey, Atina’nın gücünün artması ve bunun sonucunda Sparta’da ortaya çıkan korkuydu » diyordu. Aynı şekilde Çin’in gelişmesi de savaşa hazırlanan « Amerikan İmparatorluğunu » paniğe sürüklüyor [1]. Bu akıl yürütmenin kültürel farklılıkları görmezden geliyor ve Çin’e bir Yunan kavramını uyguluyor olması önemli değildir. Washington buna ikna oldu. Pekin tarafından tehdit edildiğine inanıyor.

Profesör Alllison, 1980’lerde Caspar Weinberger’in Pentagon’daki danışmanlarından biri olmasaydı ve biraz daha kültürlü olsaydı, Çinlilerin hiç de Amerikalılar gibi düşünmediğini anlardı. Herhangi bir rekabetçi projeye karşı çıkan ve « kazan-kazan » anlaşmalarını savunan Pekin’i dinlerdi. Bu formülü Anglosakson anlamında değil, Çin’in, yani birinin diğerine zarar vermeden başarısını sağlamak anlamında yorumlayacaktı. Uzun zaman önce İmparator bir karar verdiğinde, bunu her bir eyalet kendi için bir yarar görmeksizin eyaletlerinde uygulatamazdı. Bazı fermanlarının şu ya da bu eyalette etkisi olmadığı için, bu eyaletin ilgisini çekecek bir şeyler yaratması gerekiyordu. İmparatorun iktidarı ancak en küçüğü de dahil olmak üzere hiç kimseyi hariçte bırakmadığı takdirde korunabilirdi.

Bugün, Washington ne zaman Pekin ile « rekabet »ten söz etse, Çin bunun söz konusu olmadığını, herhangi bir rekabeti veya savaşı kabul etmediğini, ancak kazan-kazan ilişkileri yoluyla herkes arasında bir uyum arayışında olduğu yanıtını veriyor.

Çin « düzenbazlığı »

1900’lerde İngiliz gazeteci Sax Rohmer, Fu Mançu adlı kötü karakter çevresinde gelişen bir dedektif dizi romanında « sarı tehlike » komplosunu gözler önüne seriyor.

Batı’nın Çin’in ani ekonomik gelişmesinden telaşa kapıldığı düşünülebilir. Deng Xiaoping ile ABD’li çokuluslu şirketler arasındaki anlaşma, daha düşük ücretlere fayda sağladı ve Batılı fabrikaların Çin’e taşınması için büyük bir hamlenin ortaya çıkmasına neden oldu. Orta sınıflar, Çin’de ve bugün Asya’nın hemen hemen tamamında gelişirken, Batı’da yok olma sürecinde. Yirmi yıl önce bu fenomene sevinen Avrupa Komisyonu, 2009 yılında Çin ekonomisinin örgütlenmesini eleştirmeye başladı. Gerçekte bu eleştiriler daha önce de vardı, 2009’da değişen şey, Lizbon Antlaşması ile Brüksel’in yetkisi altına girmeleri oldu. Bunlar duruma göre, patent hırsızlığı, çevreci kurallara uyulmaması ve hatta Çin ekonomik milliyetçiliği ile ilgilidir.

Pekin, Batı’nın teknik bilgiye sahip olduğunu tümüyle kabul etmektedir. Patentler dünyada nispeten yeni bir uygulamadır. İki yüzyıl önce Avrupa’da icat edildiler. O zamana kadar hiç kimse bir buluşun sahibi sayılmazdı; buluşlar herkese fayda sağlamalıydı. Çinliler hala böyle düşünüyor. Kimseden bir şey çalmak gibi bir niyetleri olmadan teknoloji transferini içeren ticaret anlaşmaları imzalamakta, daha sonra bu teknolojileri muhafaza edip geliştirmektedirler.

Yarın « sarı tehlike » Amerika Birleşik Devletleri’ni işgal edecek (ABD askerlerine dağıtılan propaganda çizgi romanı).

Önceki yıllarda, Batılılar çevreyi kirleten sanayilerini Çin’e taşıyorlardı. Bugün bu ülkenin kendilerinden daha düşük çevre standartlarına sahip olmasından rahatsızlar, ancak kirletici sanayileri ülkelerine geri getirme niyetinde değiller. Kültürel yanlış anlama, Glasgow’daki son COP26’da zirve yaptı. Batılılar, küresel ekonomiyi karbondan arındırmayı talep ederken, Çinliler kirlilikle mücadele etmeyi planlıyor. Pekin bu nedenle ABD’yi üzmek niyetinde olmadığını göstermek için Washington ile ortak bir bildiri [2] imzaladı. Bu bildiri, iki ülkenin hiçbir şeye açıklık getirmeden ve somut bir taahhütte bulunmadan aynı çizgide olmasını sağlıyor. Hiçbir zaman Çinli bir diplomat kimseye hayır dememiştir, zaten onun dilinde böyle bir sözcük yoktur. Çin açısından bu ortak bildiri diplomatik bir « Hayır », ABD açısından ise tüm dünyanın küresel ısınmanın antropik nedenine inandığının kanıtıdır.

Çinliler, ekonomik milliyetçilik suçlamalarına gelince, bunu hiçbir zaman gizlemediler: onlar milliyetçiler ve maruz kaldıkları sömürgeciliği hâlâ sindiremediler. Uluslararası ticarette kapitalizme geçmişlerse, üretimlerinde milliyetçiliklerini korudular.

Çinliler açısından hiçbir zaman bir aldatma, hatta aldatma arzusu olmamıştır; sadece ABD’nin ve ortaklarının herkesin kendileri gibi akıl yürüttüğüne inanmaları, Pekin’in kendilerine yönelttiği gizli uyarıları hor görmeleri söz konusudur.

Çin « emperyalizmi »

1950’lerde Pentagon subaylarına yönelik bir eğitim belgesi.

En önemli yanılgı Çin’in askeri gelişimiyle ilgilidir. On yıldan kısa bir süre içinde, Pekin çok karmaşık silahları seri halinde üretmeye başladı. Geçmişte toplumun hizmetindeki bir işgücü olan Halk Ordusu, bugün bir seçkin birliktir. Askerlik hizmeti herkes için zorunludur, ancak yalnızca en iyilerin en iyisi bunu başarmayı ve sağladığı kolaylıklardan yararlanmayı umabilir. Birkaç yıl önce askeri açıdan Çin sadece asker sayısıyla önemliydi, bugün dünyanın ilk donanmasına sahip ve uydularını tuzla buz ederek NATO ordularını sağır ve kör bırakma yeteneğine sahiptir.

Ama bu adam ve silah sefahatini hangi amaca yönelik olarak kullanabilir? Çin, yurtdışında İpek Yollarını inşa etmek için astronomik tutarlarda yatırımlarda bulundu. Personelinin ve uzak ülkelerdeki yatırımlarının güvenliğini sağlamak durumundadır. Ayrıca Antik Çağ ve Orta Çağ’da olduğu gibi bu yollarda da kalıcı güvenliği sağlamak zorunda kalacaktır. Yurtdışındaki askeri üsleri yalnızca bu iki amaca hizmet ediyor ve ABD ile rekabet etmek veya gezegeni işgal etmek için değil. Örneğin, Cibuti’deki üssü, deniz ikmalini Somalili korsanlara karşı güvence altına almasını sağladı. Bu arada, Pekin ve Moskova’nın bunu hızla başardığını, aynı görevi üstlenen NATO’nun ise tamamen başarısız olduğunu belirtmemiz gerekir [3].

Pekin, sekiz yabancı güç (Almanya, Avusturya-Macaristan, Belçika, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İtalya, Japonya, Birleşik Krallık ve Rusya) tarafından işgal edilmesine ve yağmalanmasına yol açan eşit olmayan Antlaşmalar tarafından parçalanması sürecini artık yeniden yaşamak istemiyor. Dolayısıyla, kendini bu güçlerin düzeyinde silahlandırması tamamen meşrudur. Bu, hiçbir şekilde onlar gibi davranmayı değil, kendini onlardan korumayı amaçladığı anlamına gelmektedir.

Çeviri
Osman Soysal

Voltaire İletişim Ağı’nı güçlendirelim

Voltaire İletişim Ağı 27 yıldır düşünce özgürlüğü, eşit haklar ve silah kardeşliği uygulamaları için mücadele veriyor. Bugün itibariyle çeşitli dillere çevrildiğimizden, dünya çapında birçok diplomat, asker, akademisyen ve gazeteci tarafından kullanılan bir Uluslararası İlişkiler analiz kaynağı haline geldik.

Biz sadece gazeteci değil, aynı zamanda ve hepsinden önemlisi, Birleşmiş Milletler Sözleşmesini ve Bağlantısızlar tarafından Bandung’da dile getirilen 10 ilkeyi savunan kendini adamış yurttaşlarız. Bir ideolojiyi veya dünya görüşünü desteklemiyoruz, ancak okuyucularımızın eleştirel düşünmesini geliştirmeye çalışıyoruz. İnanç üzerine düşünmeye, kanaatler yerine kanıtlara öncelik veriyoruz.

Maddi ve güvenlik sıkıntılarına rağmen geniş kapsamlı bir işi yerine getiriyoruz. İnternet sitemizi akıllı telefonlardan okunabilir ve çok daha hızlı hale getirmek için Temmuz ve Ağustos aylarında yeniden düzenledi.

Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arifesinde, mali desteğinize ihtiyacımız var:
 25 Euro bağışta bulunarak
 50 Euro bağışta bulunarak
 100 Euro bağışta bulunarak
 veya ayda 10 Euro bağış yapmayı taahhüt ederek katkıda bulunabilirsiniz.

Birden çok dil biliyor ve ana diliniz Fransızca değilse, makaleleri çevirerek de bize yardımcı olabilirsiniz. Bunun için bize yazın.

Sizin teşvikiniz sayesinde ayakta kalabiliriz.

[1Destined for War: Can America and China Escape Thucydide’s Trap?, Graham T. Allison, Houghton Mifflin Harcourt (2017).

[3XXI nci yüzyılın korsanları, deniz eşkiyaları ve haydutları”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Odnako (Rusya) , Voltaire İletişim Ağı , 25 Haziran 2010.