Birinci Dünya Savaşı gazilerini anma töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, övündüğü yurtseverliği göklere çıkarırken, yine övündüğü milliyetçiliği ise kınadı. Oysa bu çatışmanın bu iki ideolojiyle hiçbir ilgisi yoktu ve emperyalist rekabetten kaynaklanıyordu.

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Birinci Dünya Savaşının sona erişinin yüzüncü yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmada yurtseverlik ve milliyetçilik arasında bir ayrım koydu.

Fransız Cumhurbaşkanı, aralarında ABD’li mevkidaşı Donald Trump ve kendini « milliyetçi » olarak tanımlayan diğer birkaç devlet adamıyla birlikte 72 devlet ve hükümet başkanı karşısında şu açıklamayı yaptı: « Yurtseverlik, milliyetçiliğin tam karşıtıdır. Milliyetçilik yurtseverliğe ihanettir ».

Barış adına müttefikleri davet edip, onları çıkmalarının mümkün olmadığı platformlara yerleştirmeye, ardından da onlara hakaret etmeye dayanan bu garabeti bir kenara bırakalım.

Tarihçiler, 1914-18 Savaşına savaşanların milliyetçiliğinin değil ama dönemin farklı imparatorlukları arasındaki rekabetin neden olduğu değerlendirmesinde hemfikirler. Hayatta kalmayı başaranlar liderlerinin çıkarlarına hizmet etmek üzere kullanıldıklarının farkına vardılar. Bunun üzerinde millet kavramını değil ama savaşa sürüklemek üzere propagandanın onu kullanmasını kınadılar.

Yurtseverlik

Yurtseverlik bir soya aidiyet duygusuna göndermede bulunmaktadır. Bizler ebeveynlerimizin çocuklarıyız, onlar da kendi ebeveynlerinin çocukları ve bu böylece devam etmektedir. Miraslarına sahip çıktığımız atalarımıza karşı kendimizi borçlu hissetmekteyiz. Atalarımızı biyolojik olarak bizi doğuran değil de bizleri yetiştiren kişiler olarak kabul edersek, bu kavram evrenseldir. Bu aktarım içerisinde cins sorununun da yeri yoktur. Fransızcada Vatan ile Anavatan arasında ayrım yapılmaz.

Milliyetçilik

Milliyetçiliğe gelince o aynı doğuma, aynı anaya sahip olma olgusuna göndermede bulunur. Etimolojik açıdan millet sözü Latince nascere’den, yani doğmak’tan türemiştir. Bu deyim ortak niteliklerin varlığına işaret eder. Eski medeniyetlerin birçoğunda millet, üyelerinin aynı din çevresinde bir araya gelişiyle tanımlanırdı.

Ortaçağ’da Avrupa kıtası tek bir milleti, yani Hıristiyanlığı oluşturuyordu. Protestan ve Katoliklerin ayrımı ve bunu izleyen savaşlar sonrasında, « her bölgeye, kendi dini» (Cujus regio, ejus religio) ilkesine göre, Protestan milletler ile Katolik milletler birbirinden ayrılır. Ardından zamanla devlet, aynı millet içerisinde din özgürlüğünü mümkün kılarak, halkın çimentosu ortak nitelik olarak kendini dinin yerine ikame eder.

Bununla birlikte, din özgürlüğünü kabul eden bir toplum artık Kralının tanrısal yönetme hakkına sahip olduğunu kabul edemezdi. Bunun üzerine Fransız Devrimi, meşru olabilmesi için siyasal otoritenin halk tarafından seçilmesi gerektiğini ortaya koyar.

Millet: « Devleti oluşturan tüm bireylerin oluşturduğu tüzel kişilik »
Kral XVI. Louis’nin 23 Temmuz 1789 tarihli kararnamesi.

« Egemenliğin özü esas olarak ulustadır. Hiçbir kuruluş, hiçbir kimse kaynağını açıkça ulustan almayan bir iktidarı kullanamaz. »
26 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nin 3ncü Maddesi.

Bu millet tanımı bugün Anglosakson siyasi akıl ve İslamcı ideoloji dışında hemen hemen evrenseldir. Bir millete ait olmak, meşruluğunu ancak hepimizin ortak olarak aynı otoriteyi tanımamızdan alan ortak yasasını uygulamak anlamına gelir.

Aksine İslamcı ideoloji (Müslüman Kardeşler’in ve cihatçılarınki) Ortaçağ’a ilişkin tanımı yinelemektedir: milleti sadece din belirler. Dolayısıyla bir milletin devleti değil ama bir İslam Milleti vardır.

Anglosaksonlara gelince onlar devrim öncesi tanımı esas almaktadırlar. Onlar için millet, ortak kökenleri, dilleri ve örf ve adetleri olan insanların siyasi olarak örgütlenmiş grubudur.

“Nation : A large group of people having a common origin, language, and tradition and usu. constituting a political entity.”
Black’s Law Dictionary (2014 ed).

Millete ilişkin bu etnik tanım, Albay Ralph Peters tarafından ilk hali ve daha sonra Robin Wright tarafından güncellenmiş hali yayınlanan, ABD Genelkurmayının « Genişletilmiş Ortadoğu » haritasında tanık olduğumuz şekliyle, böl ve yönet (Divide ut regnes) sömürgeci stratejisinin devamını meşrulaştırmaktadır.

Kısacası eğer yurtseverlik evrensel ise, bugün Anglosaksonlar ve Müslüman Kardeşler bunu insanlığın geri kalanıyla paylaşmadıkları için milliyetçilik tümüyle öyle değildir.

Karar verenlerin gözüyle savaşlar

Bu tanımları ortaya koyduktan sonra ve Birinci Dünya Savaşında çarpışanların aynı zamanda hem yurtsever, hem de milliyetçi olduklarından hareketle, Macron’a ilişkin yargımıza geri dönebiliriz: « Yurtseverlik, milliyetçiliğin tam olarak karşıtıdır. Milliyetçilik yurtseverliğe ihanettir ».

Dar anlamıyla bu cümle bir anlam taşımamaktadır çünkü yurtseverlik (atalarımızın bize aktardıklarını savunmak) ile milliyetçilik (yöneticilerini seçmek ve ortak yasaya tabi olmak) arasında hiçbir karşıtlık bulunmamaktadır.

Yakın geçmişte Fransız Sömürgeci Partisi de yurtseverliği teşvik ediyor ve milliyetçiliği özellikle hedef alıyordu. Tonkinlilerin atalarıyla övünmeleri uygundu ama kendilerini Vietnamlı ve kesinlikle de Fransız hissetmemeliydiler. Başkalarının milliyetçiliğini kınamak, kendi kaderlerine kendilerinin tayin etmelerini engellemenin bir yoluydu.

Direnişçi ve diplomat Romain Gary yurtseverlikle milliyetçiliği karşı karşıya getirdiğinde, öncellerinden ayrıldığının ve milliyetçiliği bir ortak duygu olarak değil ama şovenizm ve « ötekine yönelik kin » duygusu olarak gördüğünün altını çizmeye özen gösteriyordu.

Macron seçim kampanyası sırasında bir Fransız kültürünün değil ama Fransa kültürünün olduğunu belirtiyordu. Dolayısıyla yurtseverliği mahkum ediyordu. İktidar gücünün kullanımıyla birlikte, söylemi bu noktada gelişti.

Bundan birkaç hafta önce, Fransız Cumhurbaşkanı « milliyetçi cüzzam » hastalığından söz etmişti. Bugün her ne kadar milliyetçiliği daha da sert bir şekilde mahkum etse de, bunu sözde karşıtı adına değil ama ölçek değişikliği nedeniyle yapmaktadır.

Önceli François Mitterrand Avrupa Parlamentosunda « Milliyetçilik, savaştır! » diyordu. Onun için Avrupalıların kendi aralarında sonu gelmeyen savaşlarını kınamak (Fransa, tarihi boyunca Danimarka hariç tüm Avrupa devletleriyle savaş halinde olmuştur) ve bir Avrupa Federal hükümetine övgüler düzmek söz konusuydu.

Adolf Hitler’in özel danışmanı, ardından Avrupa Komisyonunun ilk Başkanı Walter Hallstein tarafından hazırlanan bu proje, hiçbir zaman gün yüzü görmedi. Avrupa milliyetçiliklerini yerlerine daha büyük ölçekte yenilerini ikame etmek üzere ezmek imkansız görünmektedir.

Mitterrand’ın yazıcısı ve Macron’un akıl hocası Jacques Attali, bir « küresel hükümet » tercih etmektedir. Düşünce temelde aynıdır: her zamankinden daha çok birleşerek, savaşlardan kurtulacağız. Ancak bu kez sadece Avrupalılara değil ama hiçbir talepte bulunmayanlar da dahil tüm insanlara uygulanmaktadır.

Savaşlar milletlerden önce var olmuştur ve savaşlar halkların kaderlerini seçmelerini sağlayan tek güncel çerçevedir. Halkların sorunu egemenliklerini hangi ölçekte kullandıkları değil ama bunu kullanıp kullanmamalarıdır.

Bu, Dünya Savaşının tam olarak asıl nedenidir. Bugün Kore Savaşı (ateşkesten sonra bile) ya da Irak ya da hatta Suriye savaşı için de geçerli olduğu üzere, bu savaşla ilgili olarak da « savaş milliyetçilik karşıtlığıdır » diyebiliriz.

Çeviri
Osman Soysal