İran, Yahudileri Babil’den kurtaran İmparator Büyük Kiros’tan beri İsrail’in koruyucusu oldu. İsrail Devleti’ni sürekli olarak kınayan İslam Cumhuriyeti, ona hiçbir zaman saldırmadı.

Uluslararası Kudüs Günü

Ramazan’ın dördüncü Cuma günü olan 7 Mayıs 2021, İmam Ruhullah Humeyni tarafından kurumsallaştırılan geleneksel Uluslararası Kudüs Günü’ydü. Halefi rehber Ali Hamaney, Kudüs’ü (İslam’ın üçüncü en kutsal bölgesi) tekrar uluslararası ilişkilerin merkezine yerleştirmek için bir konuşma yaptı; bu, ona göre İslam dünyası için her haliyle merkezi bir konudur [1].

İran, Avrupalı Yahudilerin Naziler tarafından katledilmesini tanımaktadır. Avrupalıların İsrail’i hayatta kalan Yahudilerden kurtulmak için (ki bu, Exodus olayının gösterdiği gibi yanlıştır) kendilerine ait olmayan toprakları çalarak ve işledikleri suçun ağırlığını Filistinlilere ödettirerek yarattıklarını düşünmektedir. Avrupalılar bunu yaparken insan haklarına ne kadar az saygı duyduklarını ortaya koydular. Kapitalistler ve komünistler o zaman gerçek yüzlerini gösterdiler. İran, ne Şah Rıza Pehlevi döneminde, ne de İslam Cumhuriyeti’nden bu yana İsrail Devletini hiçbir zaman tanımadı. Ayetullah Ali Hamaney, İsrail’in 2040’tan önce İran yüzünden değil ama « haddini bilmezliği » nedeniyle ortadan kalkacağı kehanetinde bulundu.

Hamaney, İslam Milleti birleştiğinde İsrail’in yıkılacağını söyledi. Bu davanın şehitlerini, yani başta Şeyh Ahmed Yasin ve General Kasım Süleymani olmak üzere, hem Sünni Müslüman Kardeşler’i, hem de kendi Şii taraftarlarını kutladı. Aksine, isim vermeden « yüzyılın anlaşması » ve Başkan Donald Trump’ın imzaladığı « İbrahim Anlaşmalarını » ve bazı Müslüman ülkeler ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini kınadı. Son olarak rehber, dinleri ne olursa olsun tüm Filistin sakinlerinin ve yurtdışına sığınan Filistinlilerin (Latin Amerika, Avustralya ve başka yerdekiler de dahil) ortak geleceklerini belirlemeleri için bir referandum düzenlenmesi yönünde Birleşmiş Milletler’e sunduğu önerisini anımsattı.

İsrail Yüksek Mahkemesinin kararları çoğunlukla siyasidir.

Filistinlilerin Şeyh Cerrah mahallesinden planlı olarak sürülmesi

Ramazan boyunca ve özellikle Ayetullah Ali Hamaney’in konuşmasından bu yana, Kudüs’te dört Filistinli ailenin Şeyh Cerrah mahallesinden sürülmesi olasılığı nedeniyle büyük bir gerilim yaşandı [2]. İsrail, 1948’den beri, İngilizler ve mevcut rejim tarafından muhafaza edilen Osmanlı işgal yasaları adına Filistinlileri Kudüs’ten ev ev tahliye ediyor. Bu strateji, Filistinlileri Doğu Kudüs’te, şehrin geri kalanından beton bir duvarla zaten tecrit edilmiş küçük bir mahalleye, Kfar Akab’a sürmeyi öngörmektedir. Bununla birlikte, bu dört Filistinli ailenin özel durumunda, mahkemeler, 65 yıl önce Ürdün (o dönem kentin bu bölümünün yönetiminden sorumlu olan) ile Birleşmiş Milletler arasında varılan anlaşmayı ihlal eden bir İsrail yasasına dayanmaktadır.

Bu devletin, 1967’de tek taraflı olarak Kudüs’ü BM kararlarına aykırı olarak « ebedi ve bölünmez başkenti » olarak ilan ettiği düşünüldüğünde, İsrail « Adalet »inin vereceği kararlar konusunda hiçbir şüphe yoktur.

7 Mayıs Cuma akşamından itibaren, camilerin avlusunda (İsrail terminolojisine göre Tapınak Dağı) 2017’dekinden daha da şiddetli çatışmalar yaşandı. Cumartesi günü Batı Şeria’da (FKÖ’nün yönettiği) ve Gazze sınırında (Hamas’ın Müslüman Kardeşler’i tarafından yönetilen) çatışmalar yaşandı. İsrail Savunma Güçleri (Tsahal), kalabalığı göz yaşartıcı gaz ve plastik mermilerle dağıttı. Yangın balonları fırlatıldığında ve Hamas İsrail’e roket attığında, İsrail Silahlı Güçleri Gazze Şeridi’nin güneyindeki bir Müslüman Kardeşler askeri karakolunu imha ederek karşılık verdi. Hamas daha sonra Filistinlilerden 13 Mayıs Perşembe günü Ramazan sonuna kadar avluyu işgal etmelerini istedi.

İsrail Yüksek Mahkemesi, Şeyh Cerrah’ta dört Filistinli ailesinin sınır dışı edilmesi üzerine 10 Pazartesi günü yapılması planlanan duruşmayı süresiz olarak erteledi. Papa Francis Pazar günkü mesajında Kudüs’teki şiddete son verilmesi çağrısında bulundu: « Şiddet yalnızca şiddeti doğurur. Bu çatışmaları durduralım » dedi. Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Emirlikler, İran, Ürdün, Fas, Pakistan, Sudan, Tunus ve Türkiye, İsrail’in tutumunu kınadı ve gerginliğin azaltılması çağrısında bulundu. Son olarak Orta Doğu Dörtlüsü (Rusya, AB, ABD, BM), « Filistinli ailelerin nesillerdir yaşadıkları evlerinden olası tahliyesini büyük kaygıyla izlediğini (...) ve zaten gergin olan bir ortamda gerginliği tırmandırmaktan başka bir şeye hizmet etmeyen tek taraflı eylemlere karşı olduğunu » ifade eden bir bildiri yayınladı [3].

İsmail Haniye, El Aksa tarafından yayınlanan konuşmasında, toprakları parça parça ele geçirmeyi sonlandırana kadar Hamas’ın İsrail’e saldıracağını duyurdu.

Askeri bir çatışmaya doğru

Pazartesi akşam 10’dan itibaren Hamas’ın İsrail’e roket atmasıyla olaylar birdenbire savaşa dönüştü; Tsahal, Gazze’yi uçaklar ve helikopterlerle yani 10 kat daha ölümcül araçlarla bombalayarak şiddetle karşılık verdi.

Batı Şeria’da halkın protesto gösterilerini bastırmakla meşgul Filistin Yönetimi dışındaki Filistinli tüm silahlı gruplar hızla savaşa girdi.

Filistinliler, cumhuriyetten olduğu kadar demokrasiden de mahrumdur. Bu konuda ne düşündüklerini kimse bilmiyor. Burada 15 yıldır seçim yapılmadı. Mayıs ayında yapılması planlanan seçimler, İsrail’in seçimlerin Doğu Kudüs’te de yapılmasına itiraz etmesi üzerine Filistin Yönetimi tarafından iptal edildi.

11 Salı günü Hamas lideri İsmail Haniye televizyonda, Kudüs sorununu Gazze sorununa bağlayan bir konuşma yaptı. El-Kuds’u (Kudüs) Filistin ulusunun kalbi olarak sundu. Şeyh Cerrah’tan Arapların sürümesini kınadı, ancak her şeyden önce cami avlusundaki çatışmaları El-Aksa camisine yönelik Yahudi saldırıları olarak sundu. Ki bu yanlıştı: İsrail polisi, Şeyh Cerrah’tan dört ailenin tahliyesine haklı olarak karşı çıkan göstericileri kovalarken camiye girdi ve göz yaşartıcı gaz sıktı. Bu konuşma İsraillileri şaşırttı. Hamas artık kendini simgesel olarak İsrail’e karşı direnerek değil, Filistin Topraklarının yavaşça kemirilmesine bir son vermeyi ümit eden bir güç olarak ortaya çıkmaktadır.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in Filistin topraklarını yavaşça kemirmesini yıllardır kınamaktadır. İsrail’e bir ders vermek için yaptığı konuşma Pentagon’dan esinlenmiş olabilir. Böylece Türkiye’yi kurtaracak ve ABD’nin öfkesini İbrani devletine karşı yönlendirecekti.

Bu bir savaş

Salı akşamı Tsahal, nüfuz edici bombalar kullanarak Gazze merkezindeki 12 katlı El Şuruk Kulesi’ni yerle bir etti. Bina diğerlerinin yanı sıra, Hamas’ın televizyon kanalı El-Aksa’yı barındırıyordu. Bu, İsrail’in Haniye’nin mesajına verdiği yanıttı. Hamas (Türkiye ve Katar tarafından desteklenen) ve İslami Cihad (İran tarafından desteklenen), buna Tel Aviv’e, ama aynı zamanda Aşdod, Aşkelon ve Kudüs yakınlarına da roket yağdırarak karşılık verdi.

Bir televizyon kanalının kasıtlı olarak imha edilmesi bir savaş suçudur. Bu nedenle, Filistin topraklarında işlenen suçlar konusunda yetkili olduğunu ilan eden Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuruda bulunuldu.

BM Güvenlik Konseyi iki kez telekonferansla ve kapalı oturumda toplandı. ABD, bu aşamada, Konsey’in diğer tüm üyelerinin karşı çıkmasına rağmen, Filistinli ailelerin Doğu Kudüs’e sürülmesinin « İsrail’in iç meselesi » olduğunu ileri sürerek yapılacak herhangi bir resmi açıklamaya karşı çıktı.

Bu arada Arap Birliği, konunun bir emlak anlaşmazlığıyla ilgisi olmadığını ve sadece hafıza sahibi olanların yanılmadığını belirtti.

Rusya, Orta Doğu Dörtlüsü’nün (BM, Rusya, AB, ABD) derhal toplanmasını talep etti.

Güvenlik Konseyi’nin dört üyesi, Konsey’in bir tutum belirleyememesi üzerine bir bildiri yayınladı: Fransa, Estonya, İrlanda ve Norveç, İsrail’e « Doğu Kudüs dahil yerleşim, yıkım ve yerinden etme faaliyetlerini durdurma » çağrısında bulundu.

Hamas’a silah sağlayan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Güvenlik Konseyi’nin eylemsizliğini kınadı ve « İsrail’e ders verilmesi » çağrısında bulundu.

İlk kez, karma yerleşimlerde (Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi), özellikle de genç İsrailli Müslüman bir babanın silahlı Yahudiler tarafından linç edildiği işçi sınıfı şehri Lod’da çatışmalar yaşandı. Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, Müslüman karşıtı « pogromu » kınadı. Başbakan Binyamin Netanyahu bu suçu şiddetle kınadı ve Lod’da olağanüstü hal ilan etti. Kurbanın cenazesi sırasında 18 karma kasabada gerilla sahneleri yaşandı. Şimdi artık yalnızca İsrailliler ve Filistinliler arasında bir savaştan değil, aynı zamanda İsrail’de Yahudiler ve Yahudi olmayanlar (goyimler) arasında olası bir iç savaştan da söz ediliyor.

Amerika Birleşik Devletleri, gerilimi azaltma çağrısı yapmak için İsrail ile temaslarını arttırsa da bundan sonuç alınamadı. Görünüşe göre, yeni cumhurbaşkanının seçilmesinden ve yeni bir nükleer anlaşmanın imzalanmasından sonra, Tel Aviv’in karşı yöndeki önerisine rağmen İran ile resmen yeniden bağlantı kurmaya hazırlanan Washington, İsrail üzerinde daha fazla baskı uygulamayacak. Öte yandan bir şeyler başarmayı ümit eden Amerika Birleşik Devletleri, onlara zaman tanımak için, telekonferans yoluyla Güvenlik Konseyi’nin üçüncü kez toplanmasına itiraz etti. Konsey kurallarına göre, bu ay dönem başkanı olan Çin, yüz yüze bir toplantı dayatma gücüne sahip olsa da Pekin bu konuda çekimser kaldı.

Lod’da Yahudi İsrailliler tarafından linç edilen Müslüman, İsrail televizyonda canlı yayında.

Anlaşmazlığın Analizi

Tüm tarafsız gözlemciler İsrail’in yerleşim, yıkım ve yerinden etme politikasının uluslararası hukuku ve BM kararlarını ihlal ettiği konusunda hemfikirdir. Aslında, askeri yollarla değil, bir kusurlu mevzuatın uygulanmasıyla bölgesel bir fetih söz konusudur.

Revizyonist Parti’nin kurucusu Vladimir Jabotinsky’nin özel sekreterinin oğlu Binyamin Netanyahu, Nil’den Fırat’a bir Büyük İsrail (Erets İsrael) yaratılması projesine yeniden hayat vermektedir. Yahudi üstünlükçülüğünün bir biçimini savunmaktadır. Artık ülkesinde çoğunlukta olmasa da, hala Başbakanlığını sürdürmektedir.

Aynı şekilde, herkes yerleşim alanlarına yapılan rastgele roket saldırılarının sivil halka karşı işlenen bir savaş suçu olduğu konusunda da hemfikirdir.

Hamas, El Fetih’in aksine Filistin’in sömürgeleştirilmesine itiraz etmiyor, sadece Yahudilerin bir Müslüman toprağı yönetiyor olmasına karşı çıkıyor. Müslüman üstünlükçülüğünün bir biçimini savunmaktadır. Üstelik bu « Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu », Yaser Arafat’ın El Fetih’ini zayıflatmak için Şeyh Ahmed Yasin tarafından İsrail’in yardımıyla (yakın zamana kadar bayrağının da gösterdiği gibi) oluşturuldu.

Likud ve Hamas’ın başka bir çağa ait ideolojiler savundukları ve suç nitelikli uygulamalara sahip olduklarını tespit ettikten sonra, her ikisinin de birlikte yaşamasına izin verecek bir barış ihtimali hala bulunmamaktadır.

İsrail dışındaki tüm Birleşmiş Milletler üyesi devletler, Filistinlilerin 1948’de kovuldukları evleri geri bulma değil, ama tam haklara sahip yurttaşlar olarak topraklarına dönme « devredilemez hakkını » kabul etmektedirler. Bunu yaparken, hepsi teoride Batı’nın 2007’den beri desteklediği « iki devletli çözüme » karşı çıkmaktadırlar. Batılılar, bu çelişkiyi sürdürerek, çatışmanın sürmesinden sorumludur.

Bugünkü çatışmaların tümü coğrafi Filistin’de (yani hem İsrail, hem de Filistin Devletlerinde) gerçekleşmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, geçmişte Filistinli liderler önce Ürdün’ü (« Kara Eylül »), ardından da Lübnan’ı (« iç savaş ») fethetmek için topraklarında yaşama taleplerinden vazgeçtiler. Bunu yaparken başka suçlar da işlediler ve kendilerini diskalifiye ettiler.

Çatışmanın tek çözümü, II. Dünya Savaşı’nın sonunda Birleşmiş Milletler tarafından öngörülen iki uluslu devlettir. Bu, ABD Başkanı Jimmy Carter’ın 15 yıl önce yazdığı gibi [4] İsrail’in uyguladığı apartheid’i sona erdirecek ve Filistinlilerin dönüş hakkını teminat altına alacaktır. Ne var ki günümüzde, Frederik de Klerk ve Nelson Mandela’nın rollerini oynayabilecek İsrailli ve Filistinliler bulunmamaktadır. Dahası, İsrail’in karma şehirlerinde yeni ortaya çıkan toplumlararası çatışmalar, bu çözümü giderek zorlaştırmaktadır.

ABD Genelkurmay Başkanlığı’nın bu haritasını 2005 yılında yayınlayan Albay Ralph Peters, 12 Eylül 2001’de şöyle yazdı: « Orta Doğu’da yaşanan çatışmaların barışçıl çözümü, sonuçta Amerika Birleşik Devletleri için yararlı olur mu? Artık son savunucusu olarak ABD’ye bağımlı olmayan İsrail kaygı verici bir bağımsızlık sergileyebilir » (Parameters n ° 31).

Açıklayıcı varsayım

Zamanın yıpratıcı etkisinin toplumlararası çatışmaları tek başına açıkladığına inanmak zordur. İsrailliler ve Filistinliler, en azından Likud ya da Hamas saflarında mücadele etmeyenler, barış içinde bir arada yaşamayı arzulamaktadırlar. Bu nedenle ABD’li stratejistlerin « genişletilmiş Orta Doğu » olarak adlandırdıkları bölgeyle ilgili bir varsayım ortaya koyuyorum.

Göstericilerin Araplara ait bir eve molotof kokteyli attığı ve 12 yaşındaki bir çocuğu ağır bir şekilde yaktığı Yafa’da 14 Mayıs’ta yaşanan olay dikkat çekicidir. Bu olay şehirde yaklaşık 100 Yahudi karşıtı eylemi kışkırttı ve bu da Arap karşıtı eylemleri ateşledi. Ancak polise göre, ilk olay aşırılık yanlısı Yahudiler tarafından değil, iki Arap tarafından yapıldı. Öyleyse kaçınılmaz olarak şu soru ortaya çıkıyor: Yanlış evi hedef alan ve kendi tarafını hedef alan aptallar mı, yoksa sahte bayrak saldırısı gerçekleştiren paralı askerler mi söz konusudur?

Pentagon, 11 Eylül 2001’den beri (Trump parantezi hariç), Rumsfeld/Cebrowski doktrinini uyguluyor. ABD ordusunun finansal kapitalizmin taleplerine ve ticaretin küreselleşmesine uyarlanması söz konusudur. Başlangıç olarak, ABD Genelkurmayı, çokuluslu şirketler oradaki güçleri, doğal kaynakları herhangi bir siyasi engelle karşılaşmadan sömürebilsinler diye, kendisine İsrail, Lübnan ve Ürdün dışındaki tüm devlet yapılarını yok etme hedefini koydu. Böylece Afganistan, Irak, Libya, Suriye ve Yemen’de arka arkaya bu yıkıma tanık olduk. Bütün bu savaşlar bize « devrim » olarak satıldı ama hiçbiri öyle olmadı. Birkaç hafta sürmeleri gerekiyordu ama hiçbiri bitmedi (« sonsuz savaş »). Bu nedenle bunları artık bize « iç savaş » olarak satıyorlar. Lübnan’da iki yıldır aynı süreç işliyor, ancak bu sefer doğrudan silaha başvurulmuyor. ABD Genelkurmayının 2005 yılında yayınlanan haritası bu nedenle değiştirildi. Bu yüzden, bu vebanın İsrail’e sıçradığını düşünmek doğru olacaktır.

Amiral Arthur Cebrowski’ye göre, doktrinini uygulamadaki ana zorluk yangını kontrol altına almaktır. Bu nedenle, « Genişletilmiş Orta Doğu» bölgesini kaynaklarına değil, nüfusunun kültürüne dayalı olarak tasavvur etti. Bundan böyle bu bölgedeki tüm devletleri, hükümetleri dost ya da düşman olsun, coğrafi Filistin’e dokunmadan dinamitlemek mümkün olmayacaktı.

Bu varsayım iki varyantla var olabilir: Birincisinde, İsrail’in etkileşimi tutkularına tutsak olmuş halkların eylemidir, ikincisinde Pentagon’un iradesidir. Her iki durumda da, önümüzdeki aylardaki olayların seyri bu varsayımı doğrularsa, bugün yaşananlar çatışmanın doğasını değiştirmekte ve onu sonsuza kadar uzatmaktadır.

Pentagon, Başkan Trump’ın dış politikasına karşı çıktı. Hatta generaller, onu kandırdıkları ve ABD birliklerinin Suriye’den çekilmesini başarısız kıldıkları için kendileriyle övündü. Bu ülkenin ellerinden kaçmasına ve Rusya’nın koruması altına girmesini kabul etmediler. Başkan Trump’ın görüşüne karşı Lübnan’da Rumsfeld/Cebrowski doktrinini yeniden uygulama başladılar. Askerlerini doğrudan kullanmaktan kaçınırken, ülke içi düşmanlıklar üzerinde oynadılar. Amerika Birleşik Devletleri’nde Demokrat Parti, Rashida Tlaib’in grubu İlhan Omar, Cori Bush, Ayanna Pressley ve Alexandria Ocasio-Cortez’den oluşan parlamenterlerin etkisi altında İsrail karşıtlığına doğru dönüşüyor. 2001’den beri İsrail’i kendi zevkine göre fazla bağımsız hale gelen bir müttefik olarak gören Pentagon, bu ülkenin yıkılmasıyla intikamını almış olacaktır.

Birkaç gün içinde ve özellikle İsrail’in Gazze’deki Associated Press bürolarını bombalamasından sonra, ABD basını İsrail yanlısı konumdan Filistin yanlısı konuma geçti; bu öylesi ani bir U dönüşü ki insanı düşündürüyor.

Çeviri
Osman Soysal

[1Speech by Ali Khamenei on the occasion of the International Al Quds Day”, by Ali Khamenei, Voltaire Network, 7 May 2021,

[2Şeyh Cerrah, Kudüs’ü Haçlılardan kurtaran muhteşem Kürt Komutanı Selahaddin Eyyubi’in hekimlerinden biri olan Haham Moses Maimonides ile birlikte idi

[4Palestine: Peace Not Apartheid, Jimmy Carter, Simon & Schuster (2006).