Bu makale Gözlerimizin Önünde kitabından alıntılanmıştır.
Bakınız İçindekiler.

40 000 gönüllü askere rağmen, Müslüman Kardeşler Suriye’nin başkentini ele geçirmeyi başaramaz. « Kurtarıcı »lara kucak açmayan halk direnir ve operasyon başarısız olur.

11- Suriye’deki « Arap Baharı »

Kahire toplantısının açılış tarihi olan 4 Şubat 2011’den itibaren, Arap Baharının Suriye’deki eşgüdümü Syrian Revolution 2011 Facebook hesabından sağlanmaktadır. Bu ifade şekli, diğer « renkli devrimlerde » olduğu gibi, operasyonun Suriye Arap Cumhuriyetini kısa sürede devirmesi gerektiğini anlamak için yeterli olmaktadır. Çünkü hedef anlayışları değil, ama sadece ülkedeki yönetici ekipleri ve bazı yasaları değiştirmektir. Oluşturulduğu gün, Facebook hesabında on binlerce « Followers » gösterirken, Syrian Revolution 2011, Şam’da gösteri yapılması çağrısında bulunur, El Cezire yapılan çağrıyı aktarır. Bilişimin büyüsüdür bu. Söz konusu hesap sonraki beş yıl süresince merkezi bir rol oynar. Müslümanların kutsal gününü, her Cuma’yı Kardeşler’in bir hedefine ithaf edecektir.

Haririci milletvekili Okab Sakr.

22 Şubat’ta, John McCain Lübnan’dadır. Suriye’de saldırılar gerçekleştiren İslamcılara yönelik silah sevkiyatını emanet ettiği Okab Sakr de dahil olmak üzere, 14 Mart’taki Suudi yanlısı Koalisyonun liderleriyle görüşür [1]. Ardından Beyrut’u terk eder ve Suriye sınırında keşif yapmaya gider. Geleceğin harekat üssü olarak Ersal köyünü seçer.

Gizemli Syrian Revolution 2011 hesabının çağrılarına rağmen, Suriye’de olayların başlaması için Mart ortasına kadar beklemek gerekecektir. Kardeşler, koyu BAAS taraftarı olarak bilinen Güney kenti Dera’da, Afganistan ve Irak’taki eski cihatçıları bir araya getirirler. Maaş artışı talepli bir memur gösterisini yoldan çıkarırlar ve Adalet Sarayını tahrip etmeye başlarlar. Aynı gün, MOSSAD subayları yönetiminde, kentin dışında yer alan ve işgal altındaki Golan’da İsrail faaliyetlerini gözetlemek için kullanılan gizli servise ait bir merkeze saldırırlar.

Olayı haber veren El Cezire, Dera sakinlerinin, polisin Devlet Başkanı Esad aleyhine slogan atan çocuklara işkence yapmasını protesto ettiklerini savunur. Çapulcular kent merkezini alt üst ederken büyük bir belirsizlik hakimdir. İzleyen haftalarda, İslamcılara ait üç grup, az korunan, tali hedeflere saldırarak ülke içinde yer değiştirir. Belirli olarak aynı anda üç farklı yeri vurmalarına karşın, ülkede karışıklık hali genele yayılır. Birkaç hafta içerisinde, çoğu polis ve asker 100’den fazla ölü sayılır.

Devlet Başkanı Esad, kendisinden beklenilenin tam tersini yapar. Bir yerel Patriot Act dayatmanın çok uzağında, İsrail ile yaşanan savaştan beri yürürlükte olan –Suriye Golan Tepelerini işgal eden İsrail ile hala savaş halindedir- olağanüstü hali kaldırır ve Devlet Güvenlik Mahkemesini fesheder. Toplantı ve gösteri hakkını güvence altına alan ve düzenleyen bir yasayı onaylatır, yurtdışından yürütülen operasyonu kınar ve halkı anayasal kurumlarına sahip çıkmaya davet eder. Kuvvet komutanlarını toplar ve karşılıklı olarak sivillerin ölmesi riski olduğu hallerde askerlerin silah kullanmalarını yasaklar.

Suriyeli Müslüman Kardeşler’in rehberi Ali Sedrettin el-Bayanuni (Londra’da mülteci), eski Suriye başkan yardımcısı Abdül Halim Haddam (Paris’te mülteci) ile ittifak yapar. Haddam, istihbarat servislerinin başındaki Gazi Kanaan ile birlikte Lübnan’ın Suudi Refik Hariri tarafından talan edilmesi sürecini nasıl gizlediği ortaya çıkarıldığında ülkesinden kaçtı.

Devlet Başkanını ciddiye almayan Kardeşler, Banyas’ta (eski Başkan Yardımcısı Abdül Halim Haddam’ın kenti) bir askeri konvoya yönelik, halkın önünde saatlerce süren bir saldırı düzenlerler. Başkanlarının talimatlarına uyan askerler, izleyicileri öldürme kaygısıyla silahlarını kullanmazlar. Aralarından on ikisi öldürülür. Birliğe komuta eden Çavuş, adamlarının ölmemesi için atılan el bombasının üzerine atlar ve iki bacağını kaybeder. Operasyon, Haddam’ın Selamet Cephesi ve Müslüman Kardeşler tarafından Paris’ten örgütlenir. 6 Haziran’da, Cisr el Şuğur’da yine benzer bir durumda bu kez 120 polis öldürülür.

Birçok kentte Suriye Arap Cumhuriyetini hedef alan gösteriler düzenlenir. Batılı medyaların yansıttığı imajın tersine, göstericiler hiçbir zaman demokrasi talebinde bulunmamaktadırlar. En çok atılan sloganlar şunlardır: « Halk rejimin düşmesini talep ediyor », « Hıristiyanlar Beyrut’a, Nusayriler mezara », « Allah’tan korkan bir Başkan istiyoruz », « Kahrolsun İran ve Hizbullah ». Bunun gibi daha birçok slogan « özgürlük »’ten söz etmektedir, ama Batılıların bildiği anlamda değil. Göstericiler Şeriat’ı uygulama özgürlüğünü talep etmektedirler.

Bu dönemde insanlar, sadece Tunus ve Mısır’daki rejim değişikliklerini destekleyen El Cezire ve El Arabiya’yı tek güvenilir haber kaynakları olarak kabul ederler. Dolayısıyla da Suriye’de de Başkan’ın görevi terk edeceğine ve Müslüman Kardeşler’in iktidara geleceğine inanmaktadırlar. Suriyelilerin büyük çoğunluğu bir « devrim » olduğuna inandığı şeye tanıklık etmekte ve bir İslami dönemece hazırlanmaktadır. Cumhuriyete karşı gösteri yapanların ya da Müslüman Kardeşler’i destekleyenlerin sayısını saptayabilmek çok zordur. Buna karşın ülkede yüzlerce küçük gösterinin gerçekleştirildiğini ve bunların en büyüğünün Hama’da 100 000 kişiyi bir araya getirdiğini tespit edilebilir. Gösteriyi örgütleyenler, Şam’da Devlet Başkanı Esad tarafından kabul edilir. Taleplerinin ne olduğunu sorduğunda, göstericiler « Nusayrilerin Hama’ya girişlerinin engellenmesi » şeklinde yanıt verince, kendisi de Nusayri olan Başkan görüşmeye son verir.

4 Temmuz’da Paris’te Kardeşler ve İsrail Hükümeti el altından, Fransa’daki egemen sınıfı ikna etmek üzere, kamuoyuna açık bir toplantı düzenlerler. « Filozof » Bernard-Henry Lévy ve eski ve gelecek Dışişleri Bakanları Bernard Kouchner ve Laurent Fabius’un çağrılarına cevap veren, sağdan, soldan ve ekolojistlerden seçilmişler, kendilerine demokrasi adına savaş olarak sunulan şeye destek verirler. Salonda toplantının gerçek organizatörlerinin bulunduğunu kimse fark etmez: Alex Goldfarb (İsrailli Savunma Bakanının Danışmanı) ve Melhem Drubi (özel olarak Suudi Arabistan’dan gelen Cemaatin küresel dış ilişkiler sorumlusu).

Burhan Galyun 24 yaşında Suriye’den ayrılır ve Paris’te üniversite kariyerini sürdürür. Buna paralel olarak, NED’in yardımıyla, 1983’te Tunus’ta Arap İnsan Hakları Örgütü’nü kurar. Cezayirli Abbasi Madani (İslami Selamet Cephesi) Katar’a sürgüne gittiğinde, bu laik şahsiyet onun konuşma metinlerinin hazırlanmasına yardımcı olur. Haziran 2011’de, Müslüman Kardeşler’in Ulusal Selamet konferansına katılır ve ABD’nin önerisiyle, bir sonraki ay Suriye Ulusal Konseyi (SUK) başkanlığına seçilir. Bu görevle birlikte, « Suriye halkını temsil » etmek üzere ABD Dışişleri Bakanlığı’nca maaşa bağlanır.

Ağustos ayında, İstanbul’da Libya Ulusal Geçiş Konseyi örneğinden hareketle bir Suriye Ulusal Konseyi oluşturulur. Konsey yıllardır Suriye dışında yaşayan, bazıları Suriye dışına ilk defa çıkan şahsiyetleri ve Müslüman Kardeşler’i bir araya getirmektedir. Bu grubun « demokrasi » arayışında olduğuna ilişkin garip düşünce, başkanlığına atanan Profesör Burhan Galyun gibi aşırı soldan şahsiyetlerin varlığıyla teyit edilmiş gibi görünür. Oysa ki uzun yıllardan beri NED ve Müslüman Kardeşler ile birlikte çalışmaktadır. Her ne kadar laik biri olsa da, Katar’a sürgüne gittiğinden beri özellikle Abassi Madani’nin (Cezayir İslami Selamet Cephesi Başkanı) konuşmalarını yazıya döker. Aynı durum, bu kez otuz yıldan beri Kardeşler ile çalışan ve 1982’de NED’e geçen ABD’li Troçkistleri izleyen George Sabra ve Mişel Kilo için de geçerlidir. Sabra, ABD’nin BM Daimi Temsilcisinin eşi Cheryl Benard ve daha sonra Zalmay Halilzad ile birlikte Libyalı Mahmut Cibril’in yönetiminde, Fransız Lagardère Média ve Katarlı El Cezire tarafından hazırlanan, çocuklara yönelik Susam Sokağı adlı televizyon programının yabancı dillerdeki sürümünde çalışır. Ya da yine Sudan’lı Kardeşler’in yatırımlarından sorumlu kişi Haytam Manna ile.

Katar, Arap Birliğinin dönem başkanlığını FKÖ’den 400 milyon dolara satın alır. Yönetmeliklerini ihlal ederek, örgütün kurucu üyesi Suriye Arap Cumhuriyetinin üyeliğini askıya aldırır. Ardından, Sudan (hala Kardeşler tarafından yönetilen) başkanlığı altında sahada gözlemcilerin görevlendirilmesini önerir. Sudan, eski istihbarat şefi ve eski Katar Büyükelçisi General Muhammet Ahmet Mustafa el Dabi’yi görevlendirir. Her üye devlet, tüm eğilimlerin temsil edilmesini sağlayacak şekilde gözlemciler gönderir. Suriye Arap Cumhuriyeti, Arap Ligi’ne kapılarını açar ve görevli gözlemcilerin topraklarında konuşlanmasına izin verir. İlk defa bir çoğulcu kurum sahaya gelir, bütün aktörlerle görüşür ve ülkenin her yerini ziyaret eder. Aslında tüm çatışma boyunca güvenilir olan tek yabancı kaynaktır bu.

General el Dabi’nin görevlendirilmesi tüm taraflarca oybirliğiyle olumlu karşılanır. Söz konusu kişi Sudan ve Güney Sudan’ın bölünmesi müzakerelerini yürütmüş ve birçok Arap devleti tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiştir. Öte yandan, yayınlanan ilk raporlar okunduğunda, Sudanlıların niyetinin ayrıntılı bir rapor yazmak olmadığı ama özgün bir çoğulcu gözlem yürütmek olduğu anlaşılmaktadır. Uluslararası medyalar birden ton değiştirir ve el Dabi’yi Darfur’da soykırım gerçekleştirmekle suçlar. Bu göreve atanmasını onaylayanlar bu kez onu istifa etmeye zorlarlar. General direnir.

Sonuç olarak, Suriye’de bir devrim olmadığını doğrulayan bir ara rapor yayınlanır. Gözlemciler şiddet eylemlerinin önemli oranda abartıldığını, ordunun kentlerden geri çekildiğini, bir baskının olmadığını, kurbanların genelde asker ve polis olduğunu, yetkililere adını verdiği 5 000’den fazla tutuklunun serbest bırakıldığı ve bunu talep eden yabancı medyaların olayları gizlemeyi başardığını teyit eder. Küplere binen Katar, General el Dabi’yi geri çekmesi için Sudan’a 2 milyar dolar öder. Arap Birliği’nin yerine birini atamasına karşı çıkar. Başsız kalan gözlemci grubu, 2012 başında tasfiye edilir.

Genç Ebu Salih, France 24 ve El-Cezire televizyon kanallarının Baba Amr İslam Emirliği’ndeki (Humus) daimi muhabiri olur. İki ay süresince mahallenin « rejim güçlerince » hayali bir şekilde bombalanmasını mizansenini hazırlar, 150 mahalle sakininin ölüme mahkum edilmesi sürecine katılır, izleyicilerine can çekişirken seslenir (fotoğrafta), ardından aniden kendine gelip ayağa kalkar ve bir petrol boru hattını ateşe verir v.s. Emirlik yıkıldığında Paris’e kaçar ve daha sonra İdlib’te ortaya çıkar.

Suriye Arap Cumhuriyetinin işin içinden sıyrıldığını gören Kardeşler bir İslam Emirliği kurmaya karar verirler. Bunun için yapılan birçok girişimden sonra, kuşatma durumunda tedariki sağlamak için önceden tünellerin kazıldığı Humus’taki bir yeni mahalle olan Baba Amr seçilecektir. Burada 2 000’i tekfirci olmak üzere 3 000 savaşçı bir araya getirilir. Bunlar Cemaat’in, Sedat tarafından kurulan « Tekfir ve Hicret » adlı bir alt grubudur.

Bir « Devrim Mahkemesi » kurup, 150’den fazla mahalle sakinini yargılayıp ölüme mahkum ettikten sonra halk önünde boğazlarını keserek infaz ederler. Kırk’a yakın aile dışında tüm mahalle sakinleri kaçar. Tekfirciler, mahallenin tüm girişlerine, Fransız özel kuvvetlerinin sağladığı ağır silahlarla güçlendirdikleri kontrol noktaları kurarlar. Birinci yılın terörist kampanyası, 2004’te Vahşetin Yönetimi’nde sunulan plana uygun olarak yerini bir mevzi savaşına bırakır. Artık cihatçılar NATO’dan, ordusu 2005’ten beri ambargo altında olan Suriyelilere göre çok daha sofistike silahlar almaya başlarlar.

Bir sabah Suriye Arap Ordusu, savunması etkisiz hale getirilmiş Baba Amr’a girer. Fransızlar, gazeteciler ve bazı liderler kaçmayı başarır ve birkaç gün sonra Lübnan’da ortaya çıkarlar. Tekfirciler teslim olur. Daha yeni başlayan savaş, tıpkı 2007’de Lübnan Ordusu Fetih el İslam karşısında zafer kazandığında Lübnan’da yaşandığı gibi, sona eriyormuş gibi görünür. Ama İslamcılar vazgeçmek niyetinde değildir.

NATO komutası altında Ürdün’de yeni bir operasyonun hazırlıkları yapılmaktadır. Bir devasa psikolojik harekat bağlamında Şam’a saldırılması öngörülmektedir. Ama operasyon son dakikada iptal edilir. Baba Amr’da Fransa’nın terk ettiği İslamcılar, ABD’nin komutası altına girerler. ABD, Rusya ile Ortadoğu’nun olası paylaşımını tartışmaktadır. 30 Haziran 2012’de Cenevre’de bir barış taahhüdü imzalanır.

12- Mısır’da « Arap Baharının » sonu

Mısır’da, kurulan yeni mecliste Müslüman Kardeşler çoğunluktadır. Meclis, referandumda %77 oy almasına rağmen yeni Anayasanın –meclisin seçilmesi için kaleme alınan- eski bir metnin hafifçe düzeltilerek tekrarlanmasından ibaret olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla da Meclis bu kez 60’ı Kardeşler’den oluşan 100 üyelik bir kurucu meclis oluşturur.

Cumhurbaşkanı Mubarek Washington tarafından istifa etmek zorunda bırakılır bırakılmaz, Şeyh Yusuf El-Karadavi Katar’dan özel uçakla ülkesine döner. Prens Charles’ın başkanlığını yürüttüğü Oxford İslami Araştırmalar Merkezi yöneticisi ve El Cezire’nin ruhani danışmanı olan Karadavi, Şeriat üzerine haftalık bir program sunar. Tahrir Meydanında, demokrasiyi reddeder ve eşcinsellerin infaz edilmesini savunur.

Kardeşler genç demokratların ordunun iktidarını yeniden tartışılır hale getirebileceklerinin altını çizer. Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyaları, ülkenin Kuran aracılığıyla yenilenmesi çağrısı için fırsat olur. Yusuf el Kardavi, eşcinsellerle mücadele edip imana gelmenin, Filistin halkının haklarının tanınması için İsrail’e karşı savaşmaktan daha önemli olduğu yolunda vaazlarda bulunur [2]. Çekimser Sünnilerin sayısı yüksek iken, Cemaat, 600 000 seçmenin oy kullanmaması için, Hıristiyan yerleşimlerinde seçimlerin yapılmasını engeller.

Cumhurbaşkanlığı Seçim Kurulu « General Ahmet Şefik’in seçildiğinin [açıklanması] durumunda ülkenin kan gölüne dönmesini önlemek amacıyla, Muhammed Mursi’yi Mısır Cumhurbaşkanlığını teyit eder ».

Bu arada, seçim sonuçlarına göre, Mübarek’in eski Başbakanı General Ahmet Şefik, 30 000 oyluk küçük bir farkla galip gelir. Bunun üzerine Cemaat, 13 gün içerisinde Kardeş Muhammed Mursi’nin zaferini ilan etme kararı verdirtinceye kadar Seçim Kurulunu ve ailelerini tehdit eder [3]. Olan bitene göz yuman « uluslararası kamuoyu », demokratik niteliğinden ötürü seçimleri kutlar.

Cemaatin Dünya Rehberi ve Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Müslüman Kardeşler’in merkezinde düzenlediği basın toplantısı.

Muhammed Mursi NASA mühendisidir. ABD vatandaşıdır ve Pentagon’un Secret-Defense’ının yetkilendirmesine sahiptir. İktidara gelir gelmez aşiretine eski saygınlığını kazandırmay, onu kayırmaya ve İsrail ile bağlarını güçlendirmeye girişir. Cumhurbaşkanlığı sarayında, infazının yıldönümünde Cumhurbaşkanı Sedat’ın katillerini kabul eder. Luksor Katliamının (1997) failini bu vilayetin valisi olarak atar. Hüsnü Mübarek’in siyasetinin bazı yönlerine (ama istifa etmesi için değil) karşı gösteri yapan demokratlara baskı uygular. Müslüman Kardeşler’in Hıristiyanlara yönelik linç hareketleri, başpiskoposlukların talan edilmesi, kiliselerin ateşe verilmesi gibi eylemlerle gelişen geniş kapsamlı pogrom kampanyasını destekler. Eş zamanlı olarak büyük kamu şirketlerini özelleştirir ve Süveyş Kanalının o dönem Cemaati himaye eden Katar’a satılması olasılığını açıklar. Cumhurbaşkanlığı sarayından El Kaide’nin dünya lideri Eyman el Zevahiri’yle en az dört kez telefonla görüşür.

Sonuç olarak herkes oybirliğiyle kendisine karşı tavır alır. Selefilerin hepsi de dahil olmak üzere tüm siyasal partiler (tabi ki Cemaat hariç) ona karşı gösteri yapar. 33 milyon kişi sokağa çıkar ve orduya ülkeyi halka geri iade etmesi çağrısında bulunur. Sokağın taleplerini dikkate almayan Cumhurbaşkanı Mursi, Suriyeli Müslüman Kardeşler’in yardımına koşmak için, orduya Suriye Arap Cumhuriyetine saldırı hazırlığı yapma emri verir. Bu bardağı taşıran son damla olacaktır.

3 Temmuz 2013’te, Washington’da ulusal bayramla birleşen uzun hafta sonu için resmi dairelerin kapanış saatinde, ordu bir askeri darbe düzenler. Sokaklar Kardeşler ile aileleri ve güvenlik kuvvetleri arasında savaş alanına dönerken, Muhammed Mursi hapse atılır.

13- Suriye’ye karşı savaş

« Siyasette taahhütler sadece bunlara inanları bağlar » derler. Cenevre 1 konferansı ve barış imzalanmasından bir ay ve « Suriye’nin Dostları »‘nın Paris konferansından birkaç gün sonra, savaş için yeniden izin çıkmıştır. Cihatçı yedeklerinin yardımıyla NATO’nun gerçekleştireceği bir eylem değil ama NATO’nun yardımıyla sadece cihatçıların gerçekleştireceği bir saldırı söz konusudur. Kod adı « Şam Volkanı ve Suriye Depremi »’dir.

Bombalı saldırı sonucunda Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısına katılanlar öldürülürken, Ürdün’de hızlı bir eğitimden geçirilen 40 000 kişi sınırı aşar ve Suriye’nin başkentine saldırır. Ordu ve gizli servisler başsız kalmıştır.

Cihatçılar, Müslüman dünyasının yoksulları arasından devşirilmiş paralı askerlerden oluşmaktadır. Çoğu Arapça bilmemektedir ve ancak bir haftalık askeri eğitimden geçmişlerdir. Bazıları İsraillilere karşı savaştığını sanmaktadır. Ağır kayıplar verirler ve geri çekilirler.

Bunu izleyen savaş, halkını savunmaya çalışan ve bunun için büyük şehirlere geri çekilmek zorunda kalan Suriye Arap Ordusuyla, geniş topraklarda hayatı imkansız kılmaya çalışan cihatçıları karşı karşıya getirir. Bu savaşçılar sonsuz sayıda yenilenebilme özelliğine sahiptirler. Her ay, ölenlerin ya da firar edenlerin yerini almak üzere yenileri gelmektedir. Müslüman dünyasının tüm haydutları, ayda birkaç yüz dolar karşılığında şanslarını denemeye gelmektedirler. Tunus ya da Afganistan gibi ülkelerde halka açık eleman devşirme büroları açılırken, Fas veya Pakistan gibi ülkelerde bu iş biraz daha gizlenerek yapılmaktadır. Öte yandan savaşçıların ölüm oranı çok yüksektir. İnterpol’e göre Temmuz 2013’te, İslamcı liderlerin hapisten firar etmeleri ve Suriye’ye nakledilmeleri için dokuz devlette çok sofistike firar operasyonları gerçekleştirilir. Örneğin:
 23 Temmuz’da, Taci ve Ebu Garip (Irak) hapishanelerinden 500 ila 1000 mahkum kaçar.
 27 Temmuz’da, dışarıdan gerçekleştirilen bir saldırıyla eş zamanlı olarak çıkan çatışma sonucunda Kuafiya hapishanesinden (Bingazi Eyaleti, Libya) 1 117 tutuklu firar eder.
 29’unu 30’una bağlayan gece, Dera İsmail Han hapishanesinden (Pakistan’ın aşiret bölgeleri) 243 Taliban firar eder.

Suriye Arap Ordusu, savaşçıların cesetlerinin büyük bir bölümünü yakar ancak kimliğini belirleyebildiklerini saklar. Bunları ailelerine teslim eder. Cezayir’in Abdülkadir Vakfı aracılığıyla yaptığı gibi, birçok devlet bunların yurtlarına geri getirilmeleri için ağlar oluşturur. Bununla birlikte, bugün Suriye Arap Ordusunun elinde hala kimliği belirlenmiş ama cenazeleri için talepte bulunulmamış 30 000 cesedi saklamaktadır.

Başlangıçta, genelde Mağrip bölgesi asıllı Müslümanlardan oluşan çifte vatandaşlığa sahip askerler arasından devşirdiği Özel Kuvvetlerini sahaya gönderen Batılı devletler, kendi cihatçı devşirme şebekelerini örgütlerler. Böylece Fransa’da, Paris’te Jean-Pierre Timbaud sokağındaki gibi Selefi camileriyle birlikte cezaevlerinde bir şebeke oluşturulur. Bu birkaç bin kişi, « genişletilmiş Ortadoğu »’dan gelen on binlerce kişiye katılır. Bu savaşa kaç kişinin katılacağı bilinmese de, 2011 yılından beri aynı zamanda hem Suriye’de, hem de Irak’ta çarpışan yerli ve yabancı cihatçıların toplamının 350 000 kişiyi geçtiği tahmin edilmektedir. Bu sayı herhangi bir Avrupa Birliği ülkesinin ordusundan daha kalabalık ve Suriye Arap Ordusu mevcudunun ise iki mislidir.

Suudi televizyon kanalı el-Safa ekranlarında, Suriyeli Şeyh Adnan El-Arur Nusayrilerin katledilmesi çağrısında bulunuyor. El-Arur, Özgür Suriye Ordusu’nun dini referansı haline gelecektir.

Cihatçıların ideolojik birliği, « Özgür Suriye Ordusunun ruhani lideri » Şeyh Adnan el Arur tarafından sağlanmaktadır. Çok renkli bir şahsiyet olan el Arur, televizyon programı sayesinde her hafta geniş bir izleyici kitlesine ulaşmaktadır. Zalimi devirme çağrısında bulunarak tutkuları harekete geçmek üzere ateşlemekte ve topluma yönelik otoriter babaerkil bakış açışını savunmaktadır. Zamanla, Hıristiyanların ve Nusayrilerin katledilmesi gibi mezhepsel ayrımcılık içeren çağrılar da yapmaya başlar. Suriye Arap Ordusu’nda astsubay iken orduya yeni katılan askerlere tecavüz etmek suçundan tutuklanır. Bunun üzere Allah’ın hizmetindeki bir Şeyh haline geleceği Suudi Arabistan’a kaçar.

Beyaz Saray’da 13 Haziran 2013’te ABD Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısı. Gayle Smith (sağdan ikinci) ve Müslüman Kardeş Reşat Hüseyin’i (soldan dördüncü) görüyoruz. Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon da aynı şekilde bu toplantıya katılmıştı, ama fotoğrafta yer almıyor. Özellikle Müslüman Kardeşler temsilcisi ve Yusuf El-Karadavi’nin yardımcısı Şeyh Abdullah Bin Bayyah (soldan ikinci sarıklı) da görülebiliyor.

Cihatçılara genelde basit silahlar verilir ve sınırsız bir cephane miktarına sahiptirler. Şeflerine Suriye Arap Ordusunun gerçekleştirdiği intikallere ilişkin uydu görüntülerini canlı olarak almalarını sağlayan iletişim çantaları gibi çok sofistike silahlar verilen birkaç yüz adamdan oluşan Katibatlar şeklinde örgütlenmişlerdir. Kuşkusuz daha iyi eğitimli olan ama elindeki bütün silahlar 2005 yılından daha eski olan ve uydu istihbaratına sahip olmayan Suriye Arap Ordusuyla bir asimetrik savaş söz konusudur.

Tüm birimleri Devlet Başkanı Beşar Esad’ın emri altında olan ve eşgüdümü onun tarafından sağlanan Suriye Arap Ordusunun tersine, « savaşçı reislerin » rekabet ettiği tüm savaş alanları gibi, cihatçıların Katibatları da sürekli olarak kendi aralarında çekişmektedirler. Öte yandan bunların tümü, bütün destek, silah, cephane ve istihbaratlarını, itaat etmek zorunda oldukları tek bir karargahtan, İzmir’de (Türkiye) bulunan NATO’nun LandCom’undan sağlamaktadırlar. Bu arada ABD bu sistemi çalıştırmakta çok zorluk yaşar, çünkü birçok aktör, örneğin Fransızlar İngilizlere haber vermeden ya da Katarlılar Suudilerin aleyhine olmak üzere diğer müttefiklerinden gizlice operasyonlar yapmak niyetindedir.

Suriye Arap Ordusu bir bölgeyi tahliye eder etmez, aynı yeri işgal eden cihatçılar kendilerini buraya gömerler. Burada yeraltı tünelleri ve sığınaklar inşa ederler. Suudiler, bayındırlık işlerinde uzman oldukları için milyarder Usame bin Ladin’i Afganistan’a göndermişlerdir. Dağlarda tünellerin inşaatını –ya da daha doğrusu yeraltı ırmaklarının genişletilmesi- yönetmiştir. Bu kez, NATO’nun inşaat mühendisleri, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki merkez imparatorluklarının yaptıklarıyla karşılaştırılabilecek boyutta devasa savunma hatlarının inşaatını yönetmeye gelirler.

(Sürecek…)

Çeviri
Murat Özdemir

Bu kitap Türkçe olarak bilgisayar versiyonunda bulunmaktadır.

[1« Un député libanais dirige le trafic d’armes vers la Syrie », Réseau Voltaire, 5 décembre 2012.

[2Global Mufti: The Phenomenon of Yusuf Al-Qaradawi, Bettina Graf & Jakob Skovgaard-Petersen, Hurst (1999); Hamas and Ideology. Sheikh Yūsuf al-Qaraḍāwī on the Jews, Zionism and Israel, Shaul Bartal and Nesya Rubinstein-Shemer, Routledge (2018).

[3Mısır Cumhurbaşkanlığı Seçim Kurulu, Müslüman Kardeşler’in şantajına boyun eğiyor”, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 26 Nisan 2016.